Güncelleme Tarihi:
- Eğitim yolculuğunuz nasıl başladı?
Ben bir insanın eğitimci olamayacağına, eğitimci doğabileceğine inanıyorum. Kendimi her zaman eğitimci doğmuş biri olarak nitelendirdim. Üniversite yıllarımdan emekli oluncaya kadar, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaptığım dönemde de yine eğitimci oldum, öğretmen subaylığı yaptım. Emekliliğin ardından 1995’te dershane ile başladım, meslek yüksek okulu ve daha sonra üniversite kurdum. Eğitime olan ilgi ve alakamdan dolayı doğru işi yaptığımı düşünüyorum.
- Bil dershanesinden sonra neler yaptınız?
Türkiye’deki ilk vakıf meslek yüksekokulunu kurduk. Biz bir iddiayla yola çıktık. İlk yıl YÖK bize 2 bin kişilik kontenjan verdi. 1900 civarında öğrenci aldık. Şu anda 15 bin öğrenci, 180 civarında programımız var. İşe yerleştirme oranları yüzde 90 civarında. Lojistikte okuyorsa, lojistik firmalarına, sağlıkta okuyorsa, ilgili hastanelere, ayakkabı tasarımcılığı yapıyorsa ayakkabıcılık, kuyumculuk okuyorsa kuyumculuk, hangi alanda okuyorsa, o alanla sektörüyle iç içe uygulamalı eğitim aldı öğrencilerimiz.
- Meslek yüksekokulunun ardından üniversite kurdunuz.
Beş yıl sonra da İstanbul Aydın Üniversitesi’ni kurduk. Şu anda üniversitemiz içerisinde 16 fakülte ve enstitü, 42 bin öğrenci, 34 araştırma merkezi, iki UNESCO kürsüsü, iki düşünce kuruluşu, 500 civarında dünya üniversitesiyle işbirliğimiz ve Türkiye’deki en güçlü bilişim altyapısı var. 21’inci yüzyıl farkındalık yüzyılı. Ortaya koyacağınız her çalışmanın, ürünün bir farkındalık ortaya koyması lazım.
- Sizce Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu ne?
Önemli olan, performans, hesap verebilirlik ve rekabet. Siz bunları sektörün içine sokmadığınız sürece hiçbir şeye ulaşamazsınız. Yani hiç kimse bilmiyor muydu ki, çocukları ilköğretimden beri yönlendirmek gerektiğini. Bizim eksikliğimiz performansı eğitim kurumlarımızın içine sokamamamızdır. Dönem sonu geldiğinde okul müdürünü, ilçe, il müdürüne şu kadar kaynak aktarıldıysa bunun hesabını alalım. Ölçümümüz yok, kaç patentiniz olduğunu soran yok, “Uluslararası ne kadar işbirliğin var? Ne kadar yayının var? Ne kadar atıf aldın? Sanayide ne kadar iş yapıyorsun? Üniversitedeki bilgi hizmet sektörüne, üretim sektörüne yüzde kaç yansıyor? Mezunlarınızın işe yerleşme oranı ne?” Bunları sormadıktan sonra siz o üniversitelere o eğitim kurumuna milyarlarca lira akıtsanız ne olur?
- Yurtdışından çok öğrenciniz var. Bu konuda da sivil toplum kuruluşlarıyla çalışıyorsunuz.
DEİK Eğitim Ekonomisi İş Konseyi’ni kurduk 8 yıl önce, o zaman ülkemizde 30 bin öğrenci uluslararası öğrenci vardı. Üniversitelerimizle bir araya geldik. Şimdi 140 bin uluslararası öğrenciye ulaştık. Eğer bir konuya inanıyorsanız ve mücadele ortaya koyuyorsanız sonuç alıyorsunuz. Şimdi Cumhurbaşkanımız bir hedef önümüze koyuyor, 350 bin öğrenciyi öngörüyor. Bu çok rahat ulaşılabilir bir hedeftir. Yeter ki yola kararlı çıkalım. Şu anda Şili’den, İngiltere’den, Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelerden, Asya Pasifik’tekilerden öğrenci alıyoruz. Biz her yıl 50 civarında yurtdışı etkinliğine katılıyoruz. DEİK olarak katılıyoruz ama İstanbul Aydın Üniversitesi de hepsinde var. Çünkü eğer evrensel değerler ortaya koyamıyorsanız, yerel kalıyorsanız yarınınız mümkün değil. Yarından sonra var olmak için evrensel olmak, dünya üniversitesi olmak gerekiyor. Farklı diller, renkler, yaklaşımlar şart.
Yabancı öğrenciler üniversiteye farklı kültür, kalite getiriyor. Hocalarımız da o sınıfta farklı öğrenciler olduğunu bilerek, hazırlanarak geliyor. Türkiye’nin en büyük tanıtımını bu şekilde yapıyoruz. Türk iş insanları bütün dünyaya açıldı. Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan, Ortadoğu’ya kadar iş yapıyorlar. Bu iş insanları gittiğinde şantiyelerinde, fabrikalarında, iş yerlerine işte bu kişileri çalıştıracaklar. Türk kültürünü, dilini biliyorlar. Bu öğrencilerimiz sayesinde o ülkelerde kılcal damarlara kadar ineceğiz.
HEDEFİM HEP YAPTIĞIM İŞİ EN İYİ YAPMAKTIR
Benim hep bir sonraki hedefim bir öncekinden daha iyisini başarmak olmuştur. Yaptığım işi daha mükemmel yapmak hedefimdir. Beni Taksim’deki bir tuvalete bekçi yapın. Ben İstanbul’daki en iyi tuvalet bekçisi olmak için uğraşırım. Eğer o işi mükemmel yapıyorsam, işi yapma şeklim hedeflerimi belirler. Ben bu işe Barbaros Bulvarı’nda 300 metrekarelik bir yerde başladım. Oradaki yaptığım işi, azim, kalite beni bir sonraki hedeflere ulaştırdı. Yaptığım işi ne kadar mükemmel yapıyorsam, bir sonraki işe o kadar yaklaşırım. ABD’de projelerimiz var. ABD’de, Çin’de,İngiltere’de, Azerbaycan’da, İran’da, Mısır’da ofislerimiz var. Akademik işbirliklerini, özellikle ABD ve İngiltere’dekilere hocalarımızı gönderiyoruz. Tecrübe deneyim paylaşımları yapılıyor. En büyük projemiz de ABD’den hocalar, CEO’lar bizim öğrencilerimize ders veriyor. Artık bu dersleri de kredilendireceğiz. Öğrenci o dersten not alacak. Biz bunu haftada en az iki defa yapıyoruz. Stanford’dan hocalar, Silikon Vadisinden CEO’lar bu dersleri veriyor.
EĞİTİMDE TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KOYAN KUTSALDIR
Devletin vermiş olduğu öğrenci destek ve teşvikler de kesilince bazı okullarda sorunlar yaşandı. Bu durumun 1-2 yıl sonra sonlanacağına inanıyorum. Eğitimde taş üstüne taş koyan kutsaldır derler ya, ancak her ne yaparsanız yapın, iktisatta romantizm olmaz. İktisatta rakamlar konuşur. Eğitim yapıyorsanız da, sonuçta bir iş yapıyorsunuz. Dolayısıyla en kısa yoldan temel liselerin dönüş yapması lazım. Hem kendiniz maddi olarak batıyorsunuz, hem de öğrencilerinizi mağdur ediyorsunuz. Dolayısıyla o iki, üç yılı beklemeden, sürdürebilme imkanı olmayan dönüşemeyecek arkadaşlarımız tedbirlerini alsınlar. Hem egitim sistemimiz hem de kendileri dibe batmasın. Bu dalgalanma iki, üç yıl daha sürer. Yükseköğretimde yetkili kişiler de kendilerini bir sorgulamalı. Elbette ki, 15 Temmuz’la beraber 10 binin üzerinde akademik personelin görevine son verildi, buna karşın üniversite sayısı artmaya devam etti. Bundan kaynaklanan da ciddi bir sıkıntı var. O üniversitelerin sürdürülebilirliğini sağlayan ekonomik geliri de sağlayamadıkları için birbirlerini tetiklediler. Akademik personel sayısındaki azalma beraberinde bir ücret artışı getirdi. Akademisyen bulunmuyor, bulunan da çok fazla ücret talep ediyor. Bu da beraberinde ekonomik sıkıntıyı getirdiği için bir takım üniversitelerin el değiştirmesine sebep oluyor. Yeni üniversitelerin kurulurken bu konunun düşünülerek yapılması daha sağlıklı olur.
KİMDİR?
Dr. Mustafa Aydın, 1956 yılında Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı Kaynarca Köyü’nde dünyaya geldi, çocukluk dönemini Maçka’da, lise yıllarını ise Trabzon’da geçirdi. Lisans eğitimini Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde, dil bilimi üzerine olan master ve doktora çalışmalarını Atatürk Üniversitesi ve Kahire Üniversitesi’nde tamamladı. 1975’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nde göreve başladı, 1983-1987 yılları arasında Kahire’de Askerî Ataşelik görevinde bulundu ve 1995 yılında TSK’dan emekli oldu. Emekli olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine başladı, eş zamanlı olarak 1995’te BİL Holding’i kurarak eğitim alanındaki çalışmalarını başlattı. 52 kampüste 154 okulla BİL markası ile eğitimi sürdürüyor. 2003’te İstanbul Aydın Üniversitesi’ni kurdu. Birçok ulusal ve uluslararası STK’nın başkanlığını yürüten Aydın, “İslam Dünyasının En İyileri-Yılın Eğitimcisi Ödülü” ve Çin Hükûmeti tarafından verilen “Geleceğin Eğitimcisi Ödülü” nü aldı. İki yabancı dil biliyor.