Güncelleme Tarihi:
COVID-19 salgınının yaşamın birçok yönünü etkilediği, okulların da uzunca bir süredir örgün öğretim yerine uzaktan eğitime yöneldiği günümüzde verilen eğitimin kalitesi ve aynı zamanda uzaktan eğitime erişim olanaklarının yer yer yetersiz kalması hepimizde endişe yaratıyor. Bu kapsamda matematik dersi daha da öne çıkıyor.
Pandeminin yarattığı sorunlar bir yana öncelikle matematik bilgisinin gerekliliği ve öğrenme sorunları konusuna biraz daha yakından bakmakta yarar var.
Hemen aklımıza gelen kimi soruları sıralayalım. Matematik bizim için çok mu gerekli? Matematiği öğrenmek çok mu zor? Bu sorun yalnızca bizim ülkeye mi özgü? Sorunu etkileyen faktörler nelerdir? Çözüm ya da çözümler nelerdir?
MATEMATİK ÜST BİLŞSEL BECERİLERİ GELİŞTİRİR
Matematiği yalnızca programda yer alan başarılması gereken bir ders olarak görürsek, belki matematik “olsa da olur olmasa da olur” diyebiliriz. Ancak matematiğin bireylerin üst bilişsel becerilerinin gelişmesinde aktif rol oynayan bir bilgi ve beceri kaynağı olduğunu anladığımızda durum değişir. Araştırmalar gösteriyor ki matematiksel bilgi ve becerilere sahip bir kişi sahip olduğu farklı bilgileri arasında ilişki kurabilir, dünyayı ve çevresindeki olayları anlamaya yönelik yaptığı işlemlerin etkinliğini artırabilir ve farklı çözüm yollarını gözeterek daha çabuk makul sonuçlara varabilir.
Gerçek yaşam becerilerini edinmemizde katkısı olan matematiği, bu nedenlerle okul ortamında ders olarak veriyoruz. Ancak, ulusal düzeyde değerlendirme yaptığımızda isteğimiz sonuçları alamadığımızı görüyoruz.
40 SORUNUN EN FAZLA 10’UNU ÇÖZEBİLİYORUZ
Ulusal ve uluslararası sınav sonuçları bize yeterli fikri verecek sonuçlar ortaya koyuyor. Örneğin, PISA 2018’e göre Türkiye, matematik alanında OECD ülkeleri ortalamasının altında, ilk sıradaki ülkelerden de hayli geride. Üniversite giriş sınavı TYT 2020 sonuçları, öğrencilerin yüzde 77’sinin, 40 matematik sorusunun en fazla 10’unu cevaplayabildiğini gösteriyor. Hiçbir soruyu çözemeyen sadece bir iki doğru cevap verebilen öğrenci sayısı kaygı verici düzeyde.
Bu tabloyu nasıl okumak lazım? Öğrencilerimizin matematikte çok kötü olduğunu söyleyip işin içinden çıkamayız elbette. Belki de çocuklarımız matematik ile gözden kaçırdığımız bazı sorunlar yaşıyorlar.
Matematik dersi kimi öğrenciler için heyecan verici iken, diğerleri için herhangi bir ders olarak görülüyor. Birçok öğrenci için ise karmaşık ve hatta bir kâbus. Aslında, ilk ve orta öğretim kademelerinde öğretilen matematik dersleri sadece çok zeki ve yetenekli öğrencilerin başarabileceği zorlukta olmayıp, düzenli ve amaçlı çalışan ortalama bir öğrencinin rahatlıkla anlayabileceği bir düzeyde.
AZIMSANMAYACAK KADAR MATEMATİK TRAVMALISI VAR
Öncelikle, matematik dersi ile ilgili kâbus boyutuna ulaşan korku ve olumsuzluk algısının kaynağına bakmakta yarar var bence. Böylesi bir negatif algının oluşmasında öğretmenlerin sorumluluğu ya da öğrencilerin ön bilgilerinin bu tür bir algıyı besleyen kurgular üretmesi sıklıkla gündeme gelir. Bir yere kadar bu fikirlere katılabiliriz.
Daha geniş açıdan bakarsak, matematik dersi ile ilgili olumludan olumsuza sıralanabilen algı ve tutumların oluşumu birden fazla faktöre dayanmaktadır. Sorunun kaynağı, bireyin kendisi olabileceği gibi ebeveynler ya da öğretmenler, genel olarak okul ve sınıf ortamı, hatta ders içeriğinin sunulma şekli olabilir.
Alan araştırmalarına yönelik bilimsel çalışmalarla bu nedenlerin ortaya konulması ve yapıcı tartışmalarla uygulanabilir eğitim politika ve yöntemlerinin oluşturulması gerçekten başarı için gerekli.
Öncelikle, toplum olarak içimizde azımsanmayacak oranda matematik travmalısı bulunduğunu söylemekle işe başlayabiliriz. Bu amaçla yetişkin bireylerin beyin MR’larının çekilmesine hiç ihtiyacımız yok. Bireyler diğer dersler ile kıyaslayınca, neden Matematik dersi ile böyle bir duyguşal bağ kurulduğunun nedenini açık olarak bilmese de neredeyse üç yetişkinden biri ‘ben matematik insanı değilim’ sözüyle travmayı ortaya koyuyor. Bu genel hava içinde üç öğrenciden birinin ‘en sevmediğim ders Matematik’ demesi çok şaşırtıcı değil. Böylece, daha işin başında, matematiğin ‘hayatı kolaylaştıran bir aracı’ olmak yerine ‘hayatı saran bir örümcek’ haline dönüşmesinin temelini toplum olarak atmış oluyoruz.
ÖĞRETMENLERE ÇOK İŞ DÜŞÜYOR
Öte yandan, öğretmenlerin matematik öğretimindeki rolü yadsınamayacak derecede önemli. OECD raporları, bir öğrencinin ana sınıfından hatta bazıları için kreşten başlayarak 15 yaşına kadar zamanının büyük bölümünün okulda geçtiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla, okul, bireylerin kişilik ve becerilerinin şekillendiği en kritik dönemlerinde etkili öğrenmenin gerçekleştiği bir ortam. Kuşkusuz bu durum, öğretmenlerin daha etkin olması gerektiği gerçeğini bize hatırlatıyor. Öğretmeni öğrencinin öğrenmesinin tek sorumlusu görmek de yanıltıcı olur. Çağdaş eğitim yaklaşımları, öğrenmeyi, tek yönlü işleyen bir süreç olarak değerlendirmiyor. Öğrenme süreci aslında öğretmen ve öğrencinin ortaklaşa yürüttüğü, her bir tarafın önemli sorumluluklar üstlendiği bir etkileşim mekanizmasıdır.
MATEMATİK SADECE BİR DERS DEĞİL
İşte bu noktada, sakınılması gereken püf noktası matematiğin bireyler için bir yaşam becerisi olduğu düşüncesinin dışına çıkmaktır. Matematik bir derstir yaklaşımını benimsersek hem Matematik öğrenme sürecini engellemiş hem de derse yönelik olumsuz tutum ve algıları düzeltme şansımızı azaltmış oluruz. Böylesi sınırlayıcı bir düşünce tarzı ile öğrenme sürecini yöneten öğretmen ve sürecin diğer paydaşı öğrencilere sorumluluğu bırakarak işin içinden çıkamayız. Bu bakış açısının öğrencilerin matematik okuryazarı olması amacını zayıflatıp, dersin içeriğinde kaybolan öğrencilerin amansız korkularını besleyen bir süreç yaratmakta olduğunu görmemiz gerekiyor.
Küreselleşen dünyadan, Endüstri 4.0’dan ve 21. yüzyıl becerilerinden bahsettiğimiz bu dönemde, hızına yetişemediğimiz teknolojik ilerlemenin getirilerini de dikkate aldığımızda, matematiksel bilgi ve becerinin çok önem kazandığı ortadadır.
MATEMATİK ÖĞRENME SÜRECİNDE KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK GEREKİYOR
İşte bu yüzden, matematiğe ilişkin algılarda ve matematiğin öğrenilmesi sürecinde köklü bir değişiklik yapmaya ihtiyacımız var. Artık dersin amacını, içeriği aktarmak telaşından çok o içeriğin hayattaki karşılığını fark ettirmeğe yönlendirmeliyiz. Öğrencilerin matematikte keşifçi ve aktif kullanıcı role bürünerek öğrenmesini sağlamak kalıcı başarılar getirir.
Matematik öğretiminde bir paradigma değişikliği anlamına gelen yeni sürece girişte yapılması gerekenler var. Öncelikle, öğrencilerin konuya bakışını değiştirmek için eski kalıpların dışına çıkıp özgüvenlerini arttırıcı etkili bir çaba göstermeliyiz. Araştırmalar gösteriyor ki, insanın beyni, kendisi ile ilgili inançlarına göre bir konuyu öğrenmeye yönelmekte ya da ilgisiz kalıyor.
Bir yaşam becerisi olarak matematik okur-yazarlığını geliştirmekte öğretmenler ve ebeveynlerin öğrencilerde matematik ile ilgili olumsuz ön yargılar ve kalıplar oluşturmaktan kaçınması öncelikli bir konu. Dahası, matematiğin gerçek yaşamda sağlayacağı değere pozitif katkı yapmaya çaba göstermeleri matematik algısını değiştirerek başarıyı beraberinde getirir.
PROF. DR. VESİLE ALKAN KİMDİR?
Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Sınıf Eğitimi Anabilim dalı başkanı. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Pamukkale Üniversitesi’nden, doktora eğitimini de İngiltere Nottingham Üniversitesi’nden Türkiye’deki ilkokul öğrencilerinin matematik kaygıları ile öğretim strateji ve stilleri arasındaki ilişki (The Relationship between Teaching Strategies and Styles and Pupils’ Anxiety in Mathematics at Primary Schools in Turkey) tezi ile aldı.
Başlıca çalışma alanları; matematik kaygısı, matematik öğretimi, öğrenme-öğretme süreci ve süreci etkileyen faktörler, öğretmen eğitimi ile sosyal bilimlerde ve eğitimde bilimsel araştırma yöntemleridir.