Güncelleme Tarihi:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödül alan bilim insanlarının ikisinin ABD'deki üniversitelerde, dördünün Koç Üniversitesi'nde, üçünün Bilkent, üçünün de ODTÜ'de görev yaptığını belirterek, "Bunun yanında Erzurum'dan İzmir'e, Kayseri'den Eskişehir'e, Ankara'dan İstanbul'a, Bursa'ya kadar Anadolu'daki üniversitelerimizin de başarılarını görüyoruz. Elbette Türkiye'de ödüle hak kazanacak bu ölçüde bilimsel başarı sadece bu kadar değil. Seçici kurul bir sıralama ve bir sınırlama yapmak zorundaydı. Bu yıl sadece 19 hocamız, 19 bilimsel çalışma ödülü almaya hak kazandılar. Şunu çok iyi biliyoruz ki diğer üniversitelerimiz de üniversite dışı merkezlerimiz de ya da yurtdışında çok sayıda başarılı bilim insanımız çalışma yapıyor. Dünyaya isimlerin duyuracak, önemli çalışmaların altına da imzalarını atıyorlar" diye konuştu.
Bilimsel çalışmalar yeterli değil
Bilim alanındaki çalışmaları ve başarıları yeterli bulmadığını ve bunun Türkiye'nin gerçek potansiyelini yansıtmadığını vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
"Türkiye'nin bilim insanları, üniversitelerin, merkezleri mevcudun çok çok üzerinde güzel işler başarma potansiyeline sahip. Daha önce de ifade ettim, bilim uygun bir atmosfer, uygun bir iklim bulduğunda, yani gerekli şartlar sağlandığında doğar, büyük ve gelişir. İstediğiniz kadar para akıtın, imkan sağlayın, istediğiniz kadar teşvik edin ya da zorlayın eğer bilim için gerekli atmosfer yoksa oradan alınacak sonuç da yoktur. Bize ilim, bir pınardan akan suya benzetilmiştir, yani ilim gece, gündüz bir kaynaktan durmaksızın akar. Siz oradan ancak içmek istediğinizde içersiniz. Ne kadar içmek isterseniz, ancak o kadar içersiniz. Yani ilim bir gönüllülük işidir. Önce gönülde, önce kalpte kararı verilen bir çabadır, zihinsel bir hazırlıktır ve böylece yüksek bir gayrettir."
"Öğrenci değil talebe"
Bizim medeniyetimizde 'talebe' kavramı, mefhumu çok önemli. Talebe, yani talep eden, yani isteyen manasına geliyordu. İlmi isteyen, arzulayan, gönüllü olarak meşakkate katlanacak kişiler ancak talebe olabiliyordu. Yoksa eğitimde zorla öğretelim, yani formatlayalım diye bir gaye, böyle bir hedef, böyle bir amaç yoktu. Bizim medeniyet tarihindeki ilim merkezlerine baktığımızda, ilim için gerekli şartların oluşturulduğunu ve çok hassas şekilde korunduğunu görürsünüz. Semerkant, Buhara, Bağdat, İsfahan, Konya, Kahire, Şam, Trimuttu, Gırnata, Kurtuba, İstanbul ve elbette Medine? Bütün bu tarihi ilim şehirleri sadece o kendi alimlerini yetiştirmekle kalmamış, dönemlerinin alimlerini, bilim insanlarını da şehirlerine cezbetmiş, çekmiştir. Peki bu cazibeyi nasıl oluşturuyorlar. Birincisi, alimlerin, bilim insanların özgür bir şekilde çalışmalarını temin edecek iklimi tesis ediyorlar. Maddi kaygıları ortadan kaldırıyorlar. Güvenliğine ilişkin tüm tedbirleri alıyor, emniyeti sağlıyorlar. Tesis derseniz, yani medrese, kütüphane hepsini temin ediyorlar. İlim erbabına en yüksek payeleri veriyorlar. Gereken hürmeti en üst düzeyde gösteriyorlar. Bizzat sultanlar, padişahlar, ilim erbabının ayağına kadar gidiyor, onları teşvik ediyorlar. Yani 'Akşemsettin'in atının ayağından sıçrayan çamur benim kaftanımın şerefidir' diyorsa bir sultan, bir padişah, bunun çok büyük bir anlamı vardır."
"Övünmek haktır ama yeterli değil"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bilim için uygun iklim oluşturulduğunda, oraların şöhretinin de dünyanın her yerine yayıldığını ve herkesin oralara akın ettiğini anlatarak, alimlerin de talebelerin de o yerlere geldiğini, o zaman da bütün ülkeyi hatta dünyayı besleyen bir heyecanın oluşmaya başladığını söyledi.
"Biz, kendi tarihimizde, medeniyetimizde bu tür cazibe merkezlerini, ilim merkezlerini inşa ettiğimiz için bilim tarihine çok önemli katkılar sağladık" diyen Erdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu:
"İbn-i Sina'dan Farabi'ye, Attar'dan Hayyam'a, Ali Kuşcu'dan Harezmi'ye, Cabir'den Piri Reis'e kadar dünya bilim tarihine istikamet çizen çok sayıda bilim insanı yetiştirdik. Elbette tarihimizde yetiştirdiğimiz büyük ilim insanlarıyla övünmek bizim için haktır, ama yeterli değildir, olmaz ve olamaz. Bizim geçmişle övünmek yerine bugün 'neden olmuyor, bugün neden dünya bilimine yön veren bilim insanları yetişmiyor' sorusunu kendimize her fırsatta sormamız gerekiyor. Eksik olan en başta iklimdir, atmosferdir, yani gerekli şartlardır. Bugün eğer Türkiye dahil dünyadaki bir çok ülkenin beyinleri kendi ülkelerini bırakıp Batı'daki bilim merkezlerine akın ediyor, oralarda da aradıklarını buluyorlarsa bu işte buradaki iklimin kaybolmasındandır. Bilim insanı özgür değilse, bilim insanı kendisini emniyette hissetmiyorsa, bilim insanı bilimden ziyade maişetini dert ediniyorsa, ilim sahibi olmanın yüksek payesini hissedemiyorsa, tarihte hep olduğu gibi kalkar daha uygun şartlara göç eder. Bizim bu iklimi yeniden oluşturmamız, yeniden inşa etmemiz gerekiyor. İlimi, devletin ve siyasetin müdahalesinden, yargının müdahalesinden olduğu kadar mahalle baskısından da kurtarıp, daha da özgür bir zemine kavuşturmak zorundayız."
Başbakanlık yaptığı 12 yıl boyunca "bilim altyapısını güçlendirmenin, özgür hale getirmenin ve gerekli iklimi, atmosferi tesis etmenin mücadelesini verdiklerini" belirterek, şöyle konuştu:
"Bizde eğitim ilkokuldan başlayarak, üniversite son sınıfa kadar bir formatlama süreciydi. 7-8 yaşında çocuklara her sabah, baskı rejimlerinde olduğu gibi koro halinde bir ezberi okutmak, özgürlükle ya da özgür zihinler yetiştirmekle bağdaşabilir mi? Kimin hangi okula gideceğine ya da gidemeyeceğine devlet karar verebilir mi? Herkesin girdiği bir sınavda, bazılarına kat sayı engeli koymayı, daha en başta yarışta dezavantajlı konuma getirmeyi adaletle, eşitlikle, özgürlükle izah edebilir miyiz? Üniversitede okuyan gençlerin, kıyafetlerini, sakallarını, bıyıklarını on yıllar boyunca bu ülkenin gündeminde tutmayı, üniversiteleri, bununla meşgul etmeyi bilimle izah edebilir miyiz? Düşüncelerinden dolayı bilim insanlarının özgürlüklerini elinden almayı hatta onları sürgüne göndermeyi ilimle, bu toprakların kültürüyle, birikimiyle denk düşürebilir miyiz? Hatırlayalım, 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa bir ekleme yaptılar, önemli bir kısmı üniversite hocası olan 5 bin kamu çalışanının işine son verdiler, sokağa terk ettiler. Bunların hepsi yetişmiş profesörlerdi, doçentlerdi. Maalesef on yıllar boyunca ülkemizde bunlar yaşandı. Nasıl ki siyaset bir çerçeve içine alınmak, belli kalıplara belli sınırlara hapsedilmek istendiyse, üniversite, bilim, fikir, eğitim aynı şekilde dar kalıplara dar bir çerçeve içine alınmak istendi."
Ülkemizi cazibe merkezi haline getiriyoruz
"Bakın şu anda dahi, üniversitelerimizde 1940'ların dünyasında yaşayan, o günlere takılıp kalmış, maalesef üzülerek söylüyorum, akademisyenler var. Elbette çeşitlilik olarak, bir numune olarak onların da fikirlerine saygı duyacağız ama bu zihnin, bu fikrin bütün bir eğitim sistemini, üniversite sistemini, bilim atmosferini karartmasına ve zehirlemesine müsaade etmemeliyiz" diye konuşan Erdoğan, Türkiye'de siyaset, hukuk, toplumsal hayat hızla normalleşirken üniversite ve bilim dünyasının da hızla normalleşmesini sağlayacaklarını söyledi.
Çocukların, gençlerin, bilim insanlarının yurtdışına gitmeye gerek duymayacağını, ülkelerinde gerekli atmosferi bulacaklarını söyleyen Erdoğan, "yurtdışına gidenlerin de cazibe merkezi olan ülkelerine süratle geri döneceklerini, 300'ü aşkın akademisyenin geri döndüğünü duymanın önemli bir haber olduğunu" belirtti.
Erdoğan, "Bununla birlikte dünyanın her yerinden akademisyen, bilim insanı, araştırmacıları cezbedecek, ülkemizi bu anlamda da bir cazibe merkezi haline getiriyoruz, getireceğiz. Bu arada biliyorsunuz, bizim değerlerimiz ilim Müslümanın yitiğidir, nerede bulursa alır. Onun için gerek YÖK, gerek TÜBİTAK şu anda biliyorsunuz yurtdışına lisans, lisansüstü, doktora öğrencileri gönderiyor. Bizler bütün bunları her geçen gün yapacak güçteyiz. En önemlisi de bunu inşa edecek tarihi bir tecrübeye sahibiz. Bilim merkezi, cazibe merkezi Buhara'yı, Konya'yı, İstanbul'u, bugün bu topraklarda bir kez daha kurabiliriz. Yeter ki en başta kendimiz buna inanalım." dedi.
Üniversite sayısı 176’ya ulaştı
2002 yılında göreve geldiklerinde en fazla önem verdikleri konunun eğitim-öğretim olduğunu vurgulayan Erdoğan, o zaman 75 olan üniversite sayısının 176'ya ulaştığını ve üniversite olmayan ilin kalmadığını belirtti.
Erdoğan, "Şimdi üniversitemiz olmayan ilimiz yok. Yani Iğdır'daki, Hakkari'deki genç maddi imkansızlıklar nedeniyle 'acaba ben üniversite okuyabilecek miyim' diye düşünmeyecek. O gidemeyebilir ama biz yönetim olarak ne yaptık, üniversiteyi onun ayağına götürdük. Kendi ilinde evinden çıkıp üniversitede artık tahsilini yapabilir" diye konuştu.
İnovasyona, markalaşmaya, araştırmaya geliştirmeye çok büyük yatırımlar yaptıklarını dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ar-Ge çalışmalarına destekte bir hedef koyduklarını ve milli gelirin yüzde 2'sini Ar-Ge'ye ayırmaya karar verdiklerini belirtti.
"Hedefi henüz yakalamış değiliz, şu anda yüzde 1'e gelmedik ama hedef yüzde 2. Şimdi özel sektör de bu konuda adımlar atmaya başladı. Özel sektör, araştırma geliştirmeye büyük önem veriyor, bu çok önemli. Daha önce özel sektör hep hazıra yükleniyordu, ama şimdi kendileri başladı. Bu da bizim için çok önemli bir gelişme" diye konuşan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"TÜBİTAK'ı, bu ülkenin bilim politikalarına istikamet çizecek bir merkez olarak güçlendirdik, güçlendiriyoruz. Niyetimiz tamamen burada özellikle kaliteyi yükseltmek, hedefimiz, gayemiz bu ülkede bilimin desteklenmesi, teşvik edilmesi. Ama ne oldu? Bir gizli yapı sinsice TÜBİTAK'ın içinde büyüdü, adeta bir ur gibi gizlice bünyeyi sardı, bünyeye hakim oldu ve başka gayelere hizmet etmeye başladı. Bilim üretmesini, bilimi teşvik etmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını, bakanlarını dinlemek gibi, uluslararası istihbarat servislerine hizmet vermek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. 'Kriptolu telefon ürettik' dediler, diyorlar. Bunu devletin üst düzey yöneticilerine veriyorlar ve sonra ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinleyip bir yerlere servis ediyorlar. Burada sadece ihanet yok, burada aynı zamanda çok ciddi bir ahlaksızlık da var. Ayrıca burada sadece kendi vatanına ihanet, kendi milletine ahlaksızlık değil bilime ihanet, tüm bilim camiasına yönelik ahlaksızlık da var."
“Öğretmenlik hakkı kazanan herkes öğretmen olmayacak”
12 yılda açılan 265 bin dersliğin Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemleri hariç, Cumhuriyet tarihi boyunca 79 yılda açılan dersliklerin 3'te 2'si olduğunu belirten Erdoğan, sınıflardaki öğrenci sayısını 30'a düşürmeyi hedeflediklerini belirtti.
Ekonomik gücü süratle yakalayıp, öğretmen sayısında gelinen noktayı daha da arttırmak istediklerini bildiren Erdoğan, yeterli sayıda öğretmen atayabilmeyi istediklerini söyledi.
Bazı öğretmen adaylarının kendilerine "Bize öğretmenlik yok mu?" dediğini aktaran Erdoğan, "Öğretmenlik hakkını kazanan herkes, şüphesiz ki öğretmen olmayacaktır. Ne kadar ihtiyaç varsa o kadar olacaktır, bütçe neye müsaade ediyorsa o nispette de bu atamalar yapılacaktır. Ama ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bizler, Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde olmayan bütçeyi, milli bütçeden, eğitime ayırdık ve hiçbir dönemde olmayan öğretmen atamasını da birinci sırada devamlı milli eğitimde yaptık. Kadroların her zaman çoğu milli eğitime verildi. Yine bu yıl da aynı şekilde oraya verildi."
Amerika’nın keşfi meselesi
Farabi, Piri Reis, Ali Kuşçu denildiğinde kimilerinin kompleks içinde bu isimleri hafife aldığını belirten Erdoğan, Amerika kıtasına Kristof Kolomb'dan önce Müslümanların ulaştığını söylediğinde birilerinin kıyamet kopardığını söyledi.
Bu konuda yazılan kaynak eserlerin ortada olduğunu dile getiren Erdoğan, bu ülkenin gençlerinin bugün hala tartışılan bu mesele karşısında okumak, araştırmak, iddiaları incelemek yerine kompleks içinde alay edebildiğini belirtti. Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çünkü bizlere maalesef yalan söyleyen bir tarih öğrettiler. Bunu sıkıntılarını yaşadık yaşıyoruz. Bize lazım olan Batı karşısında kompleks değil tarihimizden ve ecdadımızdan miras kalan özgüvendir. Bize lazım olan taklit etmek, takip etmek değil geçmişte olduğu gibi bugün de bu toprakların bereketinin gereğini yapmaktır. Kendisi olamayan bir toplum, altını çiziyorum, başkası olur. Kendi değerlerine sahip çıkamayan bir toplum sadece esir olur, sadece takipçi olur, taklitçi olur. Dilimizden inancımıza kadar kültürümüzden ortak değerlerimize kadar her alanda ne kadar kendimiz olabilirsek işte o kadar üreten oluruz, işte o kadar öncü oluruz, lider oluruz."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının ardından, mühendislik bilimleri alanında Prof. Dr. Timur Doğu, sağlık bilimleri alanında Prof. Dr. H. Fahrettin Keleştemur ve sosyal bilimler alanında Prof. Dr. Zeynep Aycan'a "bilim ödüllerini", temel bilimler alanında Doç. Dr. Çağan H. Şekercioğlu ve sağlık bilimleri alanında Prof. Dr. Hayat Önyüksel'e de "özel ödüllerini" takdim etti.