Güncelleme Tarihi:
Araştırmalara göre ortalama 18 haftalık bir fetüs, gelişen işitme duyusu ile hem annesinin bedeninde gerçekleşen kalp atışı ve ve nefes gibi sesleri hem de babasının sesi, müzik ve trafik sesleri gibi dışarıdan gelen sesleri algılayabiliyor. Dış dünya ile iletişim kuran ilk duyumuzun işitme olduğu düşünüldüğünde, bu dönemin bebeklerin müziğe olan doğal eğilimini de belirlemek ve şekillendirmekte ne kadar önemli olduğu açık. Yapılan araştırmalar, anne karnında dinletilen şarkıların bebeklerde doğum sonrasında bu şarkıları tanıma tepkisi oluşturduğunu ortaya koyuyor. Bu bakımdan bebekleri doğum öncesinden alarak doğum sonrası dünyaya adaptasyon yeteneklerini destekleyecek en uygun eğitimin müzik eğitimi olduğu düşünülebilir.
DÜZENLİ MÜZİK EĞİTİMİ ALAN ÇOCUKLARIN BİLİŞSEL YETENEKLERİ DAHA YÜKSEK
Bebeklerin yaşamlarının ilk dönemlerinde müzikal olarak zengin ortamlarla karşılaşması ilerideki yaşantılarını da olumlu yönde etkiler. Bu etki çift yönlüdür. Hem anne karnında aşina olunan ezgilerin doğum sonrası hayatta tanınması bebeğe güven vermekte hem de bu müziksel deneyimler sayesinde işitme, dinleme, etki-tepki ve duyumların gelişimi, ritimler ile sayma ve matematiksel zekanın gelişimi ile insan yaşamı için en önemli becerilerden biri olan dil gelişimine büyük bir katkı sağlar. Araştırmalar, etkili müzik eğitiminin çocukların müzik potansiyelini hızla yükselttiğini ve bu potansiyelin 8-9 yaşlarına kadar hızlı bir şekilde gelişmeye devam ettiğini gösteriyor. İspanya’da yapılan bir çalışma, düzenli müzik eğitimi alan çocukların bilişsel yeteneklerinin genel olarak daha yüksek olduğunu, özellikle matematik ve dil becerilerinde daha başarılı olduklarını ortaya koydu. Seslerin çıkartılması, farklı eşyalardan gelen seslerin keşfedilmesi, tını, ritim, perde ve vuruş gibi müziğe ilişkin temel kavramların deneyimlenmesi, müzik eğitimini bütünsel bir deneyim haline getiriyor. Bu deneyim, çocuğun hayata karşı duyarlılığını arttırarak yaratıcı düşünce, problem çözme yetenekleri ve duygusal zekası üzerinde olumlu etkiler bırakır. Kısacası müzik yalnızca “yetenekli” olanların değil her insan yavrusunun içinde geliştirilmeyi bekleyen bir potansiyel olarak yer alıyor.
BİZİM ÇOCUK YETENKLİ Mİ?
Bir müzik eğitimcisi olarak en çok karşılaştığım soru “Hocam, bizim çocuk yetenekli mi?” sorusu. Genellikle ben de bir soru ile yanıt veririm “Çocuğunuz sizin ile eşinizin sesini ayırt edebiliyor mu?”. Cevap genellikle olumlu. “Eğer çocuk anne ile babasının sesini ayırt edebiliyorsa müzik kulağı da vardır!”. Bu cevaba veliler genellikle şaşırırlar ve aslında ne anlama geldiğini merak ederler. Anne sesi genellikle babanın sesine göre tiz bir frekanstadır. Bu sesi ayırt edebilen bir çocuk müziğin en temel kavramlarından olan tiz ve pes ses perdelerinin farkındadır. Bu nedenle geliştirilebilir bir işitme duyusu vardır.
ERKEN YAŞLARDA MÜZİK EĞİTİMİNE BAŞLANMALI
Özellikle 20’nci yüzyılın başından itibaren “herkes için müzik” hareketleri ile müzik eğitiminin de temel paradigması değişti. Müzik eğitiminin önderlerinden Shinichi Suzuki insanın, çevresinin ürünü olduğuna vurgu yaparak çocuklardaki potansiyelin çok erken yaşlarda geliştirilmesine odaklanır. Bu yaklaşım, yeteneğin doğuştan gelmediğini, ancak pratiğin ve tekrarın bir sonucu olarak geliştirilebileceğini savunur. Suzuki’nin yaklaşımı, müziğin öğrenimi ile dilin öğrenimi arasındaki benzerlikleri ortaya çıkartarak müzik eğitiminin erken yaşlarda başlamasının önemini vurgular. Doğumdan itibaren Suzuki erken çocukluk eğitimi ile müziğe ilişkin temel becerileri kazandırmayı hedefler. Çocukların üç veya dört yaşında, keman eğitimine başlamasını ve daha sonra sembol ile ses arasında bir ilişki kurmasını savunur.
DOĞUMDAN İTİBAREN MÜZİK EĞİTİMİ
Bir diğer öncü müzik eğitimcisi ve araştırmacısı Edwin Gordon’un müzik öğrenme teorisine göre, çocuklar önce 'audition' adı verilen aktif bir dinleme sürecindedir. Bu aşamada enformal öğrenme gerçekleşir ve çocuğun müziği bir dil gibi öğrenebilmesi için zengin iletişimle desteklenen bir ortam sağlanmalı. Bu noktada, doğumla birlikte getirilen yüksek potansiyelin ortaya çıkarılması, etkili bir müzik eğitimi ile mümkün hale gelir. Araştırmalar, ortalama 8-9 yaşlarına kadar verilen etkili müzik eğitiminin müzik potansiyelini hızla yükselttiğini, ancak sonrasında bir sabit sürece girildiğini gösterir. Bu durum, müzik eğitiminin erken yaşlarda başlamasının ne kadar kritik olduğunu bir kez daha kanıtlar. Bu nedenle doğumdan itibaren alınacak müzik eğitimi, çocuğun müzikal yeteneklerini en üst düzeye çıkarmak için sayısız fırsatlar sunar.
FARKLI SES OLANAKLARININ KEŞFİ
Müzik araştırmacısı Burke, alandaki araştırmaları tarayarak doğumdan itibaren çocukların kaydettiği müziksel gelişim aşamalarını yaşlara göre sınıflandırmıştır. Burke, müziksel gelişimi duyma, işitme, sesleme, şarkı söyleme, hareket,dans ve keşif,oyun boyutları ile ele alır. Örneğin doğumdan itibaren ortalama 11’nci aya kadar bebekler anne karnında duydukları sesleri tanıyabilirler, farklı yönlerden gelen seslere tepki verebilirler, duydukları müziklere duygusal olarak tepki verebilirler, ezgi çizgisine kendi sesleri ile eşlik edebilirler, müzik tizleştiğinde onlar da tiz sesler çıkarabilirler, müziğe hareketleri ile eşlik edebilirler, ellerine aldıkları çıngırak gibi objeleri sallayarak, kırıştırıp buruşturarak farklı ses olanaklarını keşfedebilirler.
16’NCI AYDA FARKLI MÜZİK TÜRLERİNİ AYIRT EDEBİLİRLER
Bebekler 8’nci aydan itibaren artık hangi şarkıları dinlemek istedikleriyle ilgili tercihler yapabilirler. Bazı şarkıları tekrar tekrar dinlemek isteyebilirler. Da-da, ba-ba gibi vokaller ile şarkılara eşlik edebilirler ve kükreme, miyavlama gibi çeşitli hayvan sesleri çıkarabilirler. Şarkı söylerken hareket edebilir ve el çırpıp ritim tutabilirler. Bir baget tutarak ksilofon ya da davul gibi vurmalı çalgıları keşfedebilirler. 16.’ncı aydan itibaren dinledikleri müziklerin içinde yüksek ya da hafif sesli kısımları önceden bilerek beden hareketleriyle, çıkardıkları seslerle ve müzikal ifadelerle yansıtmaya başlarlar. Şarkılardaki bazı kelimeleri söylerler. Bu dönemde farklı müzik türlerini de ayırt edebilirler ve farklı müzik türlerine tepki verirler. Çoğunlukla vurmalı, sallamalı çalgılardan ritmik sesler çıkartabilirler.
30’UNCU AYDA VURMALI ÇALGILAR
Bebeklerin 22’nci aydan itibaren müziği mutlu, hüzünlü ya da korkutucu gibi duygularla eşleştirebildiği gözlemlendi. Bu dönemde müziğe kendi ürettikleri efektleri de ekleyebilirler. Örneğin, tren ile ilgili bir şarkıya çuf çuf sesleri ile doğaçlama bölümler ekleyebilirler. Farklı ses yüksekliklerini ve hızları kullanarak şarkıları yorumlayabilirler. Çalınan ritimlere daha farkında olarak hareket ile uyum sağlayabilirler. 30’ncuaydan itibaren farklı çalgıların seslerini tanıyabilirler. Bu çalgıları çalıyormuş gibi hareketler yapabilirler. Vurmalı çalgılarda daha da ustalaşabilir ve farklı ritim denemeleri yapabilirler.
EVRENSEL SES VE İLETİŞİM DİLİ
Her ay ve yaş döneminin ihtiyaçları farklılık gösterir. Bu nedenle Suzuki erken çocukluk eğitiminde müzikal ihtiyaçların yanı sıra anne-bebek bağının nitelikli kurulması, bebeğin güvenli bir çevrede keşfetmesine olanak sağlanması, çocuğun bağımsızlaşması ve toplumsal ilişkileri öğrenmesi gibi temel ihtiyaçlar da gözetilir. Dil becerilerinin yeni öğrenildiği bir dönemde, ifadelerin müzikle birleştirilmesi ile çocuklar arasında evrensel bir ses ve iletişim dili oluşturulması hedeflenir. Bebeklerin müziksel gelişimi desteklenirse ileriki aylarda da işitme, şarkı söyleme, hareket ve çalgı çalma becerilerinde hızlı bir gelişim görülür. Bu alt yapıya sahip olan çocuklar 36’ncı aydan itibaren keman, viyolonsel, gitar gibi bir çalgının temel derslerine başlayabilecek bir düzeye gelir.
FARKLI MÜZİK TÜRLERİ DİNLETİLMELİ
Burke’nin müzikal gelişim aşamaları sınıflamasının en güzel kısmı öğretmen ve velilere de çocuklarının gelişimlerini desteklemeye yönelik öneriler sunması. En önemli öneri çocuklar için destekleyici müziksel öğelerle dolu bir çevre oluşturur. Ev, yaşam ve okul ortamlarının müzikçalar; çıngırak, tahta çubuklar, ksilofon, davul gibi çeşitli çalgılar; ses çıkaran kağıt, tahta, metal objeler gibi mümkün olduğunca çok farklı ses üreten eşya ile zenginleştirilmesi önemli. Yaşamın ilk dönemlerinde çocuk şarkıları, klasik, pop, rock, caz, türkü, etnik müzikler gibi mümkün olduğunca farklı tür müziğin dinletilmesi de müzik kültürü oluşturmak ve çocuğun kendi beğenilerini keşfetmesi açısından önemli. Bu fiziksel ortam sağlandıktan sonra çocukla birlikte müziği keşfetmek için her gün planlı bir zaman ayırmak, çocukların kendi keşif ve doğaçlama süreçlerine yetişkin olarak eşlik etmek, birlikte hikayeler okuyarak içindeki müzik unsurlarını farketmek, çocukların kendi yeteneklerini sergilemesi için aile içinde ve yakın çevre ile küçük konser organizasyonları yapmak da müziğin sosyal yönünün keşfedilmesi ve iletişim becerilerini geliştirmesi açısından yapılabilecek etkinliklerden bazıları. Çocukların yaşları ve dikkat düzeyleri arttıkça bir konser izlemek, kendi çalgısını seçmesi ve çalması için uygun dersler ve öğretmenler ile buluşmak da izlenecek yollar arasındadır.
ANNE KARNINDAN İTİBAREN MÜZİK EĞİTİMİNE ODAKLANMALI
Çocuğun bütünsel gelişimine bu kadar katkı sağlayan okulöncesi müzik eğitimi ülkemizde genellikle üç yaşından itibaren başlar. Daha öncesinde özel kreşler ve gündüz bakımevlerinde çeşitli etkinlikler gerçekleştiren kurumlar bulunur. Doğumdan itibaren müzik eğitimi veren Suzuki Erken Çocukluk Eğitimi, Orff Elementer müzik yaklaşımı ve Music Together gibi programlar da ülkemizde yaygınlaşmaya başladı. Bu bağlamda, eğitimin ismi ne olursa olsun hiçbir zaman müziğe başlamak için erken olmadığını vurgulamanın önemine inanıyorum. Anne karnından itibaren müzik eğitimine odaklanmak, gelecekteki kuşakların daha sağlıklı, yaratıcı ve bilinçli bireyler olmalarına katkı sağlar.
DOÇ. DR. GÜLŞAH SEVER KİMDİR?
1983 yılında Ankara’da doğdu. Beş yaşında Fatma Öz ve Taner Solukçu yönetimindeki TRT Çocuk korosu’nda ilk müzik çalışmalarına başladı. Ardından Sevim ve Sadettin Ünal yönetimindeki Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Çocuk Korosu sınavlarını kazanarak burada birçok konserde yer aldı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Ankara Devlet Opera ve Balesi ile Carl Orff’un Carmina Burana sahne kantatında ve Puccini’nin Tosca operasında çoban çocuk rolü ile solist olarak yer aldı. Bu sırada Prof. Sadettin Ünal ile ilk keman çalışmalarına başladı. 1996’da Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ni kazanark müzik çalışmalarını sürdürdü. 2000 yılında Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalı’nı kazandı ve buradaki çalışmalarını 2004 yılında Fakülte Birinciliği derecesiyle mezun oldu. Aynı kurumda Prof. Şeyda Çilden danışmanlığında “Erken yaş keman eğitimi veren öğretmenlerin karşılaştıkları sorunlar ve çözüm önerileri” başlıklı tezi ile 2006 yılında yüksek lisans çalışmasını tamamladı. Bu sırada araştırma görevliliği sınavını kazanarak göreve başladı. “Zihinsel hazırlık çalışmalarının keman performansına etkisi” başlıklı tezi ile Doktor ünvanı aldı. 2019 yılında Dr. Öğretim Üyesi, 2022 yılında da Müzik Eğitimi alanında Doçent ünvanını kazandı. Christophe Bossuat ve Wilfried Van Gorp ile Suzuki Eğitmen eğitimlerini tamamladı. Patricia Ruttiman ile Suzuki Erken Çocukluk Eğitimi çalıştı. Avrupa Suzuki Birliğine bağlı lisanslı bir Suzuki Eğitimcisidir. Gülşah Sever, halen Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalında görev yapmakta olup temel çalışma konuları arasında Okulöncesi müzik eğitimi, okul öncesi keman eğitimi, müzikte performans, müzik eğitiminde teknoloji ve popüler müzik araştırmaları bulunuyor.