Güncelleme Tarihi:
Bir haftalık tatil döneminde havaların da soğuk gitmesi nedeniyle çocuklar çoğunlukla zamanlarının büyük bir kısmını evde televizyon karşısında film, çizgi film izleyerek veya internette, bilgisayarda oyunlar oynayarak geçirdi. Anne baba olarak çocuklarımızın bu zorunlu tatilde televizyon ve bilgisayar tarafından esir alınması bizi nasıl etkiliyor? Çocuklarımız oyalandığı biz de kendi işimizle ilgilenme fırsatı bulduğumuz için görmezden mi geliyoruz? Bu duruma üzülüyor fakat ne yapacağımızı bilemiyor muyuz? Teknoloji hem yaşam biçimimizi hem de çevremizdeki diğer kişilerle iletişim biçimimizi etkiliyor. Televizyonun çocukların gelişimi üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri bulunuyor. Akademik ve bilişsel beceriler kazandırıyor, özellikle çocukların dil gelişimlerini olumlu yönde etkiliyor. Fakat aynı zamanda da aile içi iletişim ve diğer akranlarla etkileşimi sınırlandırabiliyor. Genellikle televizyonun günde ortalama yedi saat açık kaldığı ve çocukların günde ortalama dört saatten fazla televizyon izledikleri belirtiliyor. Bu durum özellikle zorunlu tatil durumunda çocukların televizyon karşısında yaklaşık 7-8 saat harcadıkları gözleniyor. Özellikle temel eğitim ve öncesi yaşlarda bulunan çocukların, bilişsel gelişimleri de dikkate alındığında televizyon izlemeleri, anne ve babalarının gözetiminde olmalı.
ÇİZGİ FİLMLER ÇOCUKLARIN HAYAL DÜNYASINI ETKİLİYOR
Çocuklar, bu zorunlu tatil süresince yeni çıkan çocuk kanallarıyla, uydu yayınlarıyla birlikte günün büyük bölümünü çizgi film izleyerek geçiriyor. Salt çizgilerden oluşması, nedense biz büyüklerde çizgi filmlerin masum olduklarına dair bir kanaat uyandırmaya yetiyor. Televizyona bakıyoruz, çizgi filmmiş deyip geçiyoruz. Çizgi filmlerin birtakım zararları olabileceğine dair bilgimiz, yalnızca ‘Çizgi filmler çocuklara şiddeti öğretiyor’ klişe haberleriyle sınırlı. Çizgi film ile şiddet davranışı arasındaki ilişkiden önce esas araştırılması gereken konu, çizgi filmlerin çocukların psikolojik dünyalarında doğrudan ne tür ve nasıl etkilerde bulunduğu. Meselâ, çocuklar seyrettikleri, bolca şiddet öğesi barındıran çizgi filmlerden ne kadar korkuyor? Bu, onların belli bir yaştan sonra gelişmeye başlayan bilinçli korkularına ne gibi olumsuz etkilerde bulunuyor? Acaba çocuklar sahip olduğu korku eğilimleriyle çizgi filmlerdeki kötü karakterler onun hayal dünyasında nasıl yeni ve bilinçli korkulara dönüşüyor? Bunları bilmiyoruz. Bu konularda ülkemizde yapılan çok sınırlı sayıda araştırma söz konusu.
KORKUYU İÇ DÜNYALARINDA HİSSEDİYORLAR ŞİDDET HAREKETLERİNE YANSIYOR
Korkuyu şiddet davranışının önüne özellikle koyuyorum, çünkü çocuklar korkuyu iç dünyalarında doğrudan hissediyor. Oysa şiddet, çocuğun hareketlerinde gözlemlenebilen, korkuya nispetle daha dolaylı bir sebep sonuç ilişkisinin yansımasıdır. Biz büyükler, çocukluktan çıkıp da yetişkin olduğumuz andan itibaren, çocukluğumuzu unutuyoruz. Çocukluğumuz bir ‘uzak ülke’ye dönüşüyor. Böyle olunca da, hayatı sadece elimizde kalan tek boyutlu yetişkin bakışıyla değerlendirmeye başlıyoruz. Bu, biz büyükler arasında sorun oluşturmuyor belki ama devreye çocuk girdiğinde güçlükle karşılaşıyoruz. Sanıyoruz ki, çocuklar da dünyaya biz yetişkinler gibi bakıyor ve olaylardan aynı şekilde ve aynı dozda etkileniyor. Oysa ki çocukların kendilerine özgü bir algılama düşünme ve yorumlama biçimleri var. Onlar yetişkinlerin birer minyatürü değil. Yani, çizgi film yapımcılarıyla çocukların arasında, ne ebeveyn ne de kurumlar düzeyinde işleyen sağlıklı bir kontrol ve denetleme mekanizması bulunuyor. Yayıncılar genellikle çok ucuz ücretler ödeyerek filmlerin çocuklar üzerindeki etkisi göz ardı edilerek getirilmiş ucuz filmleri yayınlayabiliyor. O yüzden iş, yine ebeveyne düşüyor. Anne babalar ne kadar bu konularda bilinçli olurlarsa, o kadar çocuklarının faydasını gözetmiş olur.
Çocuklar için uygun olan filmleri uygun olmayandan ayırt etmek için şu özelliklere dikkat edilebilir:Çizgi filmlerde gerçek ile gerçek dışının çocuklar tarafından karıştırılması söz konusu. Onları seyredilir kılan bu teknikler, aslında çocukların doğasına çok uygun. Çünkü çocuklar eşyayı kendileri gibi canlı görme eğiliminde. Çocukların neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu ayırt etmesi güçleşiyor. Bu nedenle bazen kendisini örümcek adam sanarak balkondan atlayan çocuklarla gazete haberlerinde karşılaşabiliyoruz. Çizgi film endüstrisinde çocukların psikolojik ve ahlaki gelişimlerini dikkate alan, onları belirli faziletleri benimsemeye yönlendiren bir hassasiyeti neredeyse hiç yok. Oysa, belli bir erdemi (örneğin yardımseverliği) çocuğa öğretmeyi amaçlayan bir amaç etrafında örülebilir çizgi film senaryosu. Bu konuda olumlu örnek olabilecek çizgi filmlerin sayısı oldukça sınırlı. Çocuklar bu virüs bulaşması ve virüsten korunmayı oyunlaştırabilir. Bu oyun kapsamında gerçek dünya ile hayali dünyayı da birbirine karıştırabilirler.
Çizgi filmlerde fazla olumsuz model olabilecek birçok olumsuz karakterlere yer veriliyor. Dikkat ettiyseniz, bunlar nedense hep iyi karakterlerden daha iri ve dehşet verici çizgilerle temsil edilmektedir. Çocuk hassasiyeti taşımayan çizerler marifetiyle, çatal dilli devasa yılanlara ve ejderhalara pek çok çizgi filmde rahatlıkla—hiçbir eğitsel çekince duyulmadan—yer verilmesi bunun bir yansıması. Hikâyenin çoğunlukla mutlu sonla bittiğini söyleyerek yapımcılar kendilerini savunabilir, ama filmin ortasında korku filmlerinde bile yer verilmeyen bu dehşetli manzaralara maruz kalan çocuğun, rüyalarının kabusa dönüşmesinden başka, kişiliği üzerinde de ne derece korkaklığa neden olduğunu gerçek ölçüleriyle bilemiyoruz. Çocukların yatkın olduğu çeşitli korkular, çizgi filmlerden transfer edilen canavar habis yaratıklara benzeyen figürlerle birleşerek, çocukların iç dünyalarında baş edemeyeceği düzeyde bilinçli korku sistemleri geliştirmelerine yol açabiliyor.Çizgi filmlerin bir başka zarar verme olasılığı, pek çoğunun sapkın düşünce biçimleri içermesi ve genellikle iyi ve kötünün kıyasıya rekabete sokulduğu çizgi filmlerde işlenmesidir. Kötü, çoğu kere kuru kafalı, pelerinli, şeytansı çizgilerce temsil edilirken, iyi yalnızca çizgi filmin kahramanı tarafından sembolize ediliyor. İyi kötü rekabetinde çoğunlukla kazanan taraf iyiler oluyor fakat çocuklarda asıl kin ve nefret gibi duyguların temellenmesine olanak sağlanıyor.
Anne babalar, çocuklarının televizyonda hangi tür programlar izlediklerini takip etmelidir. Özellikle son yıllarda geliştirilen ve televizyon programlarının hangi yaş grubuna uygun olduğunu belirten uyarı işaretleri anne ve babalar ile öğretmenler için oldukça yararlıdır. Televizyon izlemede zaman sınırları konulmalıdır. Örneğin, yemek saatleri içinde aile ile birlikte yemek yenilmesi ve bu süre televizyonun kapatılması, ödevlerin tamamlandıktan sonra televizyonun açılması sağlanabilir. Aile bireyleri arasında anlaşmaya vararak izlenecek televizyon programları belirlenebilir.
Uygun olduğu durumlarda anne baba ve çocuk birlikte televizyon izlemelidir. Olanak oldukça gerçek ile hayal ürünü arasındaki farklar çocuklarla konuşulmalıdır. Televizyon’da değer yargıları ile çelişen durumlar olduğu zaman bu konularda çocuklar ile konuşmak sosyal gelişimlerine katkıda bulunabilir. Burada anne baba ile çocuk arasında konuşulabilecek konular, bireylerin çatışmalı durumları nasıl çözümledikleri, işbirliği gerektiren durumlar ve çocuğun nasıl bunları gerçekleştirebileceği, sağlıklı ve sağlıksız gelişimi etkileyebilecek reklamlar ve bunlardan nasıl uzak durulabileceği, çocukların gelişimlerine uygun yiyecek ve oyuncak seçimleri konusunda konuşulabilir. Öte yandan televizyon ve internet çocukların dünyasını daha da genişletmektedir. Çocuklar dünyada diğer ülkeler, kültürler ve yaşamlar hakkında bilgi sahibi olmaktadırlar. Televizyon çocukların bu konularla ilgili yazıları okumasını harekete geçirebilir
İnternetin yaygınlaşmasıyla yüz yüze haberleşme ve internet üzerinden ses veya görüntü yoluyla haberleşme hızla artıyor. Türkiye’de yetişkinler arasında sosyal medya izlenme oranı televizyon izlenme oranını geçti. Yakında çocuklar için de sosyal medya izleme oranı daha da yükselecek. Dış dünyaya ulaşmadaki bu sınırsız olanak aynı zamanda uyum güçlüklerini de beraberinde getiriyor. Bu aşmada internetin çocukların sosyal gelişimleri üzerindeki etkileri konusundaki araştırmalar oldukça sınırlı. İnternetin iletişim içindeki yeri tartışılmaz bir biçimde artıyor ve bu durum da çocukların sosyal gelişimlerini etkiliyor. Yüz yüze iletişimdeki birçok kural, internet kullanımında da geçerli. Anne ve babalar, okulda öğretmenler çocukların internet kullanımında ne tür sitelerini ziyaret ettiklerini bilmek ve internet üzerinden ne tür kişilerle iletişimde bulundukları konusunda çocuklarını izlemek ve desteklemek durumunda. Çocuğun dar olan sosyal çevresi kuramsal olarak internet aracılığıyla tüm dünyası oluyor. Sonuç olarak bu zorunlu tatil süresince çocuklarınızı televizyondaki çizgi filmlerin ve bilgisayar oyunlarının esir almasına izin vermeyin. Özellikle MEB’in EBA içerikleri, uzaktan eğitim amacıyla oluşturulmuş eğitim materyali çok yararlı. Çocuklarınızın gelişimine en çok katkı getirici etkinlik içinde fiziksel etkinlikleri de barındıran oyun mutlaka olmalı.
PROF. DR. TUNCAY ERGENE KİMDİR?
1964 yılında Ankara’da doğdu. Lisans eğitimini 1986’da Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında; yüksek lisansını 1990’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans tez konusu liderlik stilleri ve davranışlar arasındaki ilişkinin incelenmesi oldu. Daha sonra kazandığı bir bursla Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek, 1999’da Ohio Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında doktora eğitimini tamamladı. Doktora tez konusu olarak ‘Sınav Kaygısı İle Başa Çıkma Programlarının Etkililikleri’ni bir meta analiz çalışmasıyla inceledi. Doktora sonrası çalışmalarını 2002’de Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. TÜBİTAK, Hacettepe BAB, World Bank ve NIH Projeleri yürüttü. Psikolojik danışma ve rehberlik alanıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde 40’tan fazla yayını bulunuyor. Prof. Dr. Ergene, 1999-2001 yılları arasında Marmara depremi sonrasında UNICEF acil yardım programında uzman ve danışman olarak görev aldı. Tuncay Ergene Harvard University ve Children’s Hospital Boston da bulunan ve NIH tarafından yürütülan Ruhsağlığı ve Gelişimsel Bozukluklar Araştırma ve Eğitim Programı’nın Türkiye koordinatörlüğünü yaptı. Dünya Bankası tarafından desteklenen MEER Projesi kapsamında T.C. Sağlık Bakanlığı adına Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası Çalışmasında görev aldı. Halen Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı Başkanı’dır.