Güncelleme Tarihi:
Serebral palsili hastası Seben Ayşe Dayı, 28 yaşında antropoloji yüksek lisans öğrencisi. Aynı zamanda alternatif eğitim modelleri üzerinde çalışan bir eğitimci. Şu sıralar bu konuyla ilgili hazırladığı yüksek lisans tezini bitirme aşamasında. Türkiye onu Ali İhsan Varol’un sunduğu ‘Kelime Oyunu’ programında “Butonun hakkını veren kız” olarak tanıdı. Ancak o bundan çok daha fazlası. Dayı, doğuştan yüzde 52 serebral palsili, halk dilinde bilinen adıyla spastik engelli. Doğum anında beyninde meydana gelen handikaptan dolayı hareket ve konuşmasında kısıtlamalar var. Beş yaşında yürümeye başlıyor. İlkokula gitmek ise kolay olmuyor:
“Bazı özel okullar beni kabul etmedi. Biri ‘Sınıfımız kalabalık’ dedi, diğeri ‘Prestijimiz sarsılır, görsel olarak okulumuzda barındıramayız.’ Devlet okuluna gittim. Dünyanın en şanslı öğrencisiydim ki Handan Yenigün gibi bir öğretmene rastladım. Annem ve babaannemden sonra hayatımdaki üçüncü kadın, bana bu özgüveni veren üç insandan biri.”
Liseyi Galatasaray’da okumak istiyor ama sınavda bir talihsizlik yaşıyor. “Cevaplarımı forma doldurmada yardımcı olan görevli kaydırma yaptı” diyor, “100 soruda 96 net bekliyordum. Tek hayalim de Galatasaray. Sonuçlar geldi Türkçe 25 net, sonrası sıfır diye gidiyor. Nasıl kaydırdıysa artık.” Üniversite sınavında da aynı şey geliyor başına. Ancak bu kez kontrol edip görevliyi uyarıyor. Okumayı çok istediği gazeteciliği Yeditepe Üniversitesi’nde yüzde yüz başarı bursuyla kazanıyor. Üstelik yüksek bir puan aldığı için tek tercih yapıyor. “Ben çok özgür büyüdüm. Ne istediysem, yaptım” diyor, “Hakkı Devrim babaannemin kuzeni ve süt kardeşiydi. Onun elinde büyüdüm. O yazı yazarken, başına tünerdim. Gazetecilik merakı ondan geliyor.” Bölümü birincilikle bitiriyor. ‘İnek’ olduğundan değil, sevgisinden bu başarısı. Birincilikle mezun olduğu için üniversitenin sağladığı imkanla, burslu olarak yüksek lisansa devam ediyor. Eğitim antropolojisi üzerine yoğunlaşıyor.
‘NİYE ARKADA KALIYORSUN?’
Bir dönem özel bir anaokulunda, arkadaşının aracılığıyla yardımcı öğretmenlik yapıyor. Bu deneyim onun için önemli. “İlk derste çocuklar beni yere yatırdı” diyerek anlatıyor, “Biri kafamın altına minder koydu. Kolumu kaldırıyorlar, ayakkabımı çıkartıyorlar. ‘Bunda bir gariplik var ama neresinde’ diye inceliyorlar. İlk aylar, ‘Bizle yürü, niye arkada kalıyorsun?’ diye çekiştiriyorlardı.Sonra farklılığı kendiliğinden anladılar. Bunu kendi kazanması, öğretilmesinden daha önemli. Bir gün öğrencim, ‘Geçen ışıklarda yürüyemeyen bir amca vardı, senin gibiydi. Arkadaşlarım ondan kaçtı. Ben karşıdan karşıya geçirdim’ dedi. Onu öpüp öğretmenler odasına koşup ‘Oldu, yaptık biz bu işi’ dedim. Engelli farkındalığı böyle bir şey. Bedensel engelli olmayanlarla empati yapabiliyorum. Böyle doğmasaydım benim gibi biri gelse ‘Bu ne böyle?’ derdim. Ama konuşunca ‘Bunda bir şey yok’ diye devam ederdim. İnsanların ilk tepkilerine kızmıyorum. Biz doğru anlaşılmıyoruz.”
HEDEFİM EĞİTİM MERKEZİ KURMAK
Resim çizmek, yemek yapmak, dikiş dikmek, müzik dinlemek hobileri arasında. Deep Purple’dan Barış Manço’ya kadar geniş bir plak koleksiyonu var. Tariflerini yazdığı ‘Uydurukçu Mutfak’ diye blogu bulunuyor. Boş zamanlarında yaptıklarını, “Çok konuşurum. Oturuyorsam elimde illa dikiş, bir şey olur. Çünkü üretmezsen ölürsün. Ürettiğin her şey senden dünyaya bir iz” diyerek anlatıyor. Gelecekle ilgili planı mı? “Alternatif eğitim modelleri üzerine çalışmalarımı sürdüreceğim. Bir de arkadaşımla en büyük hayalimiz eğitim Ar-Ge merkezi kurabilmek. Eğitim bilimcilerle sosyal bilimcilerin hatta mühendislerin dahil olduğu, tarihe yönelik sıkı taramalar yapılan bir merkez. İtalya’da eleştirel düşünme becerilerinin geliştirildiği, alternatif eğitim modeli olan Reggio Emilia’yı burada uygulamak istiyoruz. Önce Türkiye’ye uygun eğitim modeli ya da felsefe oluşturmak, sonra bunu uygulamak hedefimiz.”
DİLENCİ SANAN BİLE OLUYOR
Engelli bir birey olarak karşılaştığı zorlukları sorduğumuzda duyduklarımız bizi şaşkına uğratıyor. Dayı bunları şöyle anlatıyor:
- Her sokağa çıktığımda bir şey yaşıyorum. Servis beklerken bir amca elime para tutuşturdu, gitti. Peşinden koştum. ‘Amca ben dilenci değilim’ dedim. Serebral palside çoklu zekâ bozukluğu yok. Hepimiz tabiri caizse zehir gibi insanlarız. Ama sokakta sürekli zekâ problemli kişi gibi algılanmak bizi çok yoruyor.
- Metroda ‘Vah çocuğum kayboldun kesin, gel karakola gidelim’ diyen oldu. İstediğimiz basit: Metroya bineyim, biri ‘Hanımefendi buyurun’ desin. Sizden çok yavaş hareket ediyoruz. O yüzden zaman bizim için her şey. Sokaktaki insanlara dil dökmeye harcadığım zaman hayatımdan her şeyi götürebiliyor. Gereksinimlerimizi görmeyip normal insanlar gibi de davranmasınlar. Bazen üç durak ayakta gidiyorum. ‘Biriniz yer vermeyi akıl edemiyorsunuz’ diyorum. ‘Ha!’ deyip biri kalkıyor.
- Bir gün görevli, ‘Pasaport veremeyiz, veliniz olması lazım’ dedi. Ne velisi arkadaş, üniversite bitirdim ben. Bazen kendimi anlatacak kelime bulamıyorum.
- Serebral palsili Selim diye bir arkadaşım var. Asıl komedi ikimiz dışarı çıkınca başlıyor. Uyuşturucu bağımlısı zannediyorlar. Bara filan almıyorlar.
CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞMEK İSTİYORUZ
“Cumhurbaşkanıyla görüşmek istiyoruz. Engelsiz bireyler, engelliler için bir şey yapmaya kalkınca olmuyor. Ülkede bir Anayasa değişikliği oluyor, gelin bunu bizim gözümüzden yapalım. Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Türkiye’deki en şanslı engellilerden biriyim. Çoğu çocuğun karşı komşuya geçme şansı yok. Bunu tabandan değiştiremiyoruz. Engelli çocuğu okula almayız diyen öğretmenlere, ‘Almazsan üç yıl hapis’ denilse, yapmak zorunda kalır.”