Güncelleme Tarihi:
İşte tam böyle bir ortamdayız. Eğitim, yeniden hayat bulma ve hayat verme mücadelesi. Okul her yer. Deprem bölgesinde eğitim aslında biraz da böyle başladı. Bir şeyler istemeye utanarak, hadi kalk yürü diyerek ve var olan neyse onunla yola koyularak hayat bulmaya çalıştık. Eğitim davranış değiştirmek ise şayet her hal ve şartta davranışlar değişmeliydi. İstendik ve iyi olandan yana ne varsa vermeliydik. Zor koşullar altında acıların içinden ‘yeniden doğarak’ var olmalıydık.
Türk eğitim tarihinde 1921 yılında Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nin önemli bir yeri vardır. Bu kongre eğitime bir yön vermek amacıyla toplanmıştır. İçinde bulunulan koşulların zor oluşu eğitime ilişkin alınması gereken kararları ertelememiştir.
SIRADAN BİR AFET YAŞANMADI
Öğretmen TA’nın görüşlerinde yer verdiği gibi;
“Okul binamızın olmaması, başka bir okul binasında eğitime devam etmeye çalışmamız aslında yapıyla birlikte okulun anlamlı olduğunu bize gösterdi. Geç saatlerde başlayan dersler, geç saatlerde bitiyor. Verimlilik adına en düşük performansı yaşıyoruz. Öğrencilerin ulaşımının kaymakamlıklar aracılığıyla ücretsiz sağlanmasına rağmen oldukça sıkıntılar yaşıyoruz. Veliler bu konuda eskisinden daha da esnek davranıyor. Yıllardır idarecilik vazifesini severek yapmaya çalıştığım halde konteyner kent koordinatörlüğü görevinin de verilmesiyle birlikte istifayı düşünmeye başladım. Çünkü biz eğitim yönetim görevini seçtik. Sözünü ettiğim koordinatörlük oldukça yorucu ve alt üst olmuş ruh sağlığımızı daha da etkiledi. Bununla birlikte geleceğe dair umudumuz hep diri ve canlı. İnanıyorum ki eskisi gibi olmasa da her durumda canım memleketim canlanacak. Burası büyük bir afet bölgesi, sıradan bir afet yaşanmadı bu topraklarda. Öğretmeni, öğrencisi, velisi ve diğer paydaşlarla ortak kararlar alınmalı, afetin yaşanmadığı illerden farklı uygulamalara yer verilmeli.”
ZOR KOŞULLAR YENİDEN BAŞLAMAK İÇİN ENGEL OLMAMALI
Öğretmen TA’nın sözlerinde zor koşullar altında adanmış ve inanmış bir öğretmeni görmek mümkün. 1921 Maarif Kongresi, milli eğitim politikalarının her koşulda devamlılığını esas almıştır. Okulların açık olması ve öğretmenlere verilen değerin vurgulandığı kongre günümüz açısından daha da değer kazandı. Koşulların zorluğu, başarma inancını zayıflatmamalı. Eğitimde zor koşullar, yeniden başlamak için engel olmamalı. Bir yol varsa o yol bulunmalı.
EĞİTİM TUTUNABİLECEĞİMİZ YEGANE DAL
İçinde bulunduğumuz koşullar bizi derin bir varoluşsal sorgulamayla yüzleştiriyor. Kendimize dair sorgulama ve eleştiriler, düşünme biçimlerimizi de kapatarak yeni bir fikir üretmemize engel oluyor. Koşulların zor oluşu, yaşanılan kayıplar ve bu kayıpların yarattığı travmalar düşünme yetilerimiz üzerinde oldukça sınırlayıcı bir etki yaratıyor. Sağlıklı düşünememek diye tanımlayacağımız bu durum işimizi daha da zorlaştırıyor. Bazen bir nesne gibi hissetmekten kendini alamayan insana dönüşebiliyoruz. Bu koşullarda, yaşamın anlamını yeniden kavramak için ‘eğitim’ tutunabileceğimiz yegâne dal.
Bizler birbirimizi ancak bir arada olacağımız koşullar içinde tamamlayabiliriz. Anlayabiliriz ve anlaşabiliriz. Anlamak ve anlaşılmak empati ile mümkündür. Daha iyi anladığımızda ve anlaşıldığımızda daha hızlı iyileşiriz. Bu nedenle eğitim kurumlarının yapı ve donanım olarak acilen iyileştirilmesi gerekmektedir. Okullar aracılığıyla bir arada olan çocuklar ve gençlerin birbirlerini iyileştirme güçlerinin artacağını varsayabiliriz.
DEPREMİN İLK ZAMANLARI
Depremin üzerinden bir yıl geçti. Altı şubat hepimiz için bir yıkımdı. Yıkılan sadece binalar değildi. İnsanların psikolojileri, yaşamın en güçlü bağı olarak toplumsal yapısı, geçim kaynağı olarak ekonomileri de bu yıkımdan zarar gördü. Bir afetin insan yaşamına nasıl etki edebileceğini yaşayarak görmüş olduk. Yaralanan da yarayı saranda çoğu zaman bu acıyı birlikte yaşayan insanlar oldu. Acısı dinmeden bir insanın başka birinin acısına ilaç olması gerekiyordu. Her gün ağardığında çoğu insanın aynı şeyi söylediğine tanık olduk ve olmaya devam ediyoruz. “Yok ya bu gerçek olamaz. Bu kadar da olamaz. Biz ne yaşamışız.” Hatay kadim bir şehir olarak hep gözde bir yerdi. Geriye ne kaldı, gün geçtikçe anlıyoruz. Ancak gün geçtikçe ve geri dönenler çoğaldıkça ümitleniyoruz. Eski günleri eskisi gibi getiremeyeceğiz ama küllerinden Hatay’ı yeniden kuracağız.
HAYATTA KALMAYA ÇALIŞTIK
Sınırda bir şehirde yaşayan insanlar olarak bizler sığınmacı, göçmen ya da mülteci gibi kavramları sıkça duyan insanlardık. Ancak sığınmacı ya da mülteci olmadan onların yaşamlarını anlamak pek mümkün değildi. Hatay, sınırda bir şehir olmanın verdiği zorluklarla var olmaya çalışırken 6 Şubat 2023 depremi ile başka bir dünyaya gözlerini açmış oldu. Zor, acı ve açıklanamaz bir felaketin tam ortasında kaldı. Sınır şehrinde birçok zorlukla mücadele eden Hatay için her şey daha bir zor olmaya başladı.
Depremin ilk günlerinde ne olduğunu anlamak zordu. İlk işimiz hayatta kalmaya çalışmaktı. Hayatta kalma mücadelesinin hemen yanında kaybettiklerimizi bulma ve vedalaşma bir başka ve zor durumdu. Her gün yaralarımızı sararken yeniden ayağa kalkmanın da yollarını milletçe bulmaya çalıştık.
Depremin ilk zamanlarına ilişkin öğretmen DK’nin görüşleri şöyle:
“6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremde ailem ile birlikte Hatay’ın İskenderun ilçesindeydik. Depremde evimiz yıkıldı. Deprem bölgesinden çıkmak oldukça zordu, yollar kapalı ya da büyük hasar almıştı. Etrafta birçok yıkılan binayı, enkazları, enkazların etrafında insanları gördüm. Deprem anını ise ifade edebileceğim bir kelime bulamıyorum. Daha fazla kalamayacağımıza karar vererek depremden sonraki üçüncü gün zorlukla İskenderun’dan çıkarak başka bir yere gittik ve yaklaşık iki ay boyunca orda kaldık.”
BİNLERCE İNSAN GÖÇ ETTİ
Bu süreçte eğitim kurumlarının birçoğu acil eylem planları için kullanıldığından bir süre eğitime dair adım atmak mümkün olmadı. Zaten eğitim sürecini yürütecek sağlam binalarımız da pek yoktu. İlk üç ayda uygun koşullar oluşturularak gönüllü öğretmenler, psikologlar, psikolojik danışmanlar ve diğer gönüllülerle, çocukların ruh sağlıklarının korunması ve iyileştirilmesi için çalışmalar yürütüldü. Ancak yine de binlerce insan şehir dışında yeni yaşam olanakları aramaya başladılar ve göç ettiler.
HERKES ÜSTÜNE DÜŞENİ YAPTI
Depremin ilk üç ayından sonra eğitimde konteyner dersliklerle tanışmış olduk. Geçici dersliklerde eğitim öğretim büyük bir özveri ile devam ederken bazı bölgelerde böyle bir ortam oluşturmak mümkün olmadı. Özellikle Antakya merkezdeki okulların çoğu yıkılmıştı. Bu bölgede sağlam konut yoktu. Yaşanabilir bir alan olmadığı için çevrede oluşturulan konteyner kentlerde eğitim ve öğretime ağırlık verilmeye başlanmıştı. Bu dönemde, depremin etkilerini kayıplarıyla travmatik olarak yaşayan öğretmen ve yöneticiler başka illere tayin isteyerek gittiler. Tayin yoluyla ayrılanların sayısının fazla olması eğitimde zorlu koşulları daha da artırdı. Özellikle öğretmen yetersizliğine bağlı olarak kalabalık sınıflar, eğitim ve öğretimi zorlaştırdı. Öğrencilerin derslere devamlarını sağlamak mümkün değildi. Deprem bölgesinde kalan öğretmenler zorlu koşullarda öğrencileri okul ortamında tutarak bu süreçte sağlatımlarını gerçekleştirmeye çalıştılar. Milli eğitimde ilk, orta ve lise kademelerinde verilen eğitimler süreçte kesintili olsa da bir şekilde gerçekleştirildi. Herkes üzerine düşeni fazlasıyla yapmak için çalıştı. İnsanlar, acılarını içine atıp yeniden yola koyulmanın, ayağa kalkmanın derdine düştüler. Okullar bu süreçte en iyi sağaltım merkezleri oldu. Okullarda; çocuklar, gençler, veliler, öğretmenler kısacası herkes bir arada daha güçlü ve daha dayanıklı olmayı öğrendiler.
ZORLUKLARA RAĞMEN EĞİTİM TAMAMLANDI
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde de dersler 27 Mart’ta başladı. Uzaktan eğitim olarak başlayan eğitim ve öğretimde, uygulamalı dersler için yüz yüze şartı getirildi. Tıp, diş hekimliği, sağlık bilimleri fakültesi, veterinerlik fakültesi ve eğitim fakültesinde uygulamalar yüz yüze gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ancak koşulların elverişli olmaması yüzünden birçok alanda verimsiz bir süreç yaşandı. Özellikle ilk, orta ve lise eğitimlerinde okulların zorlu koşulları, öğretmenlik uygulaması alan üniversite öğrencilerinin yaşamını zorlaştırdı. Öğrenciler, sadece uygulama eğitimleri için başka şehirlerden gelerek uygulama eğitimlerini sürdürmeye çalıştılar. Ancak bu süreçte geldiklerinde kalacak yer olmadığı için uygulama eğitimlerinden gereken verim alınamadı. Uygulama öğretim elemanlarının da şehir dışında olması, uygulama öğrencileri için şehre gelme yükümlükleri öğretim elemanlarının da süreci yönetmesinde olumsuz bir etki yarattı. Bütün zorluklarına rağmen uygulama eğitimleri ve uzaktan eğitim süreci temmuz ayında tamamlandı. Bu süreçte üniversite yönetici ve öğretim üyelerinin fedakâr katkıları önemli ve değerliydi.
YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM YILINA BAŞLARKEN
Eğitimde yeni döneme (2023-2024 eğitim öğretim yılı) daha planlı bir yaklaşımla başlandı. Okullar yaz döneminde gözden geçirilerek, gerekli incelemeler sonucunda açılıp açılmayacağına karar verildi. Birçok okul birleştirilerek ikili öğretime geçildi. Okulların Eylül 2023 tarihi itibariyle açılması elzem ve öncelikliydi. Bu nedenle hiçbir çocuğun eğitimsiz kalmaması için yeni koşullar oluşturulmaya çalışıldı. Konteyner okulların bu dönemde daha yaşanabilir olmasına özen gösterildi. Yeni atamalarla öğretmen kadroları güçlendirildi.
Açılan okulların sayısı artırıldı. Var olan okullarda eğitim öğretimin devam ettirilmesi için gereken fiziksel ve sosyal koşullar oluşturulmaya çalışıldı. Şehrin yıkıklığı ve enkazların çoğunluğunun kaldırılmasıyla oluşan ürkütücü görüntü eğitim için bir başka sorun alanının oluşmasına neden oldu. Öğrencilerin sürekli enkazlar arasından geçerek okula ulaşmaları, konteyner kentlerde yaşamanın getirdiği zorluklar eğitim öğretim sürecinin sağlıklı işlemesinde yönetici, öğretmen ve öğrenciler için engel oluşturmaya başladı.
İKİLİ EĞİTİM SÜRECİ ZORLAŞTIRDI
Okullarda öğretmenlerin tayin yoluyla ayrılmış olmaları, yöneticilerinin değişmiş olması, başka okullarla fiziksel mekânın ortak kullanma zorunluluğu gibi durumlar okullarda yaşamı daha da zorlaştırdı. Bu zorluklar altında yeni döneme öğrenciler, bir dönem derslerinden geri kalmış olarak başladılar. Bir dönem geri kalmış olmak, öğrencilerin geldikleri sınıf düzeyi için hazır bulunuşluklarının yetersizliği sonucu doğurdu. Söz konusu hazır bulunuşluk sorununa derslerin yarım saat ile sınırlandırılması eklendi. Öğretim zamanının sınırlılığı aslında açık olan boşluğun daha da büyümesine neden oldu. Okulların ikili öğretim ile sosyal alanlarının küçülmesi disiplin sorunlarını daha fazla görünür hale getirdi. Farklı eğitim kademlerinin aynı okulda dönüşümlü olarak yer alması, okulda öğrenci ve veli giriş çıkışlarının kontrolünü zorlaştırdı. Böylece güvenli okul ve okulda güvenlik önemli bir sorun alanı oldu. Diğer yandan, öğrencilerin psikolojik olarak zorlu bir süreçten geçiyor olmaları onların, sorun ağının öznesi olmalarına neden oldu.
YENİ BİR PENCEREYE İHTİYACIMIZ VAR
Yaşanılan durumlar bütün eğitim çalışanlarını etkiledi. Deprem bölgesinde yeni eğitim öğretim yılına başlarken daha çok öğretmen ve öğrenci etkenleri üzerinde durulduğunu gördük. Aslına bakılırsa üzerinde durulan alan en çok görünür olandı. Öğrencilerin öğrenme öğretmenlerin öğretme yükümlülüğü ve gerekliliği bu görünürlüğü öne çıkardı. Bu nedenle daha çok okul, daha çok öğretmen ve ulaşılabilecek öğrenci sayılarıyla meşgul olundu.
Bu çerçevede yeni eğitim öğretim yılında depremin ardından bir yıla yaklaşırken yeni bir pencereye ihtiyacımız var. Öğretmen ve öğrenciler için;
1- İyi düzenlenmiş fiziksel ortam,
2- İnsan insana ilişkilerin güçlendirildiği sosyal ortam,
3- Bireyin var oluşunu anlayan ve ona yardım eden psikolojik destek ve ortam,
4- Ailelerle çocuklarını birleştiren ve bütünleştiren uygulamalar,
5- Öğretmenleri sosyal ve ekonomik olarak destekleme yoluyla örgütsel bağlılıklarını artıran uygulamalar,
6- İşten ayrılma niyetlerini azaltan ve onları örgütsel vatandaş olmaları noktasında güçlendiren çalışmalar, yeni eğitim öğretim yılına başlarken herkesin üzerinde fikir birliği ettiği yeni bakış açılarıdır.
DAHA GÜÇLENDİK
Deprem sürecinde öğretmen ve öğrencilerin eğitim öğretim sürecinin odağında olmaları aileleri gölgede bıraktı. Oysa aileler eğitim sürecinde görünmeyen ama etkili bir unsurdu. Biz çoğu zaman gözümüzü okula, öğretmene ve öğrenciye çevirdik ancak aileler olmadan eğitimde başarıyı yakalamak mümkün değildi. İşte bu konuda zorluklar içinde ailelere de yer açılması gerekliliği fazlasıyla önemliydi. Yukarıda değinildiği üzere ailelerle çocukların birleştiği ve bütünleştiği sosyal ve mekânsal ortamlar eğitim sürecinin nitelikli işlemesinde ayırt edici bir yere sahiptir.
Unutulmamalıdır ki; zorlu koşullarda eğitim öğretimin niteliğinin artırılması o alanda daha çok politika üretmeyi, sosyal ve ekonomik olarak desteklenmeyi gerektirir. Yeni eğitim öğretim yılında bir dönem bittiğinde daha güçlenmiş olduğumuzu söyleyebilirim. Ancak güçlenmek bir önceki aya ya da birkaç ay öncesine göredir ve tartışmalı. İçinde bulunduğumuz koşullar birçok açıdan fiziksel ve sosyal olarak sorunlu. Sürekli yaşam alanlarının hızlı bir şekilde tamamlanması ve okulların bu alanlarda hizmet vermeye başlaması öncelikli olmalı. Yeni eğitim öğretim yılının ikinci döneminde zorlu koşulları azaltmak ve yönetilir hale getirmek gerekir. Zorlu ve acil koşullar her zaman var. Deprem gerçeği zaten olan zorlu koşulları acil, öncelikli ve görünür hale getirdi. Zorlu ve acil koşulların yönetim gerçeği üzerindeki etkisi eğitim öğretim sürecinin en dinamik yanıdır denilebilir. Görünürde öğretmen ve öğrenci ön planda olsa da yönetim gerçeği başlatıcı bir değişken olarak görülebilir.
ZORLU KOŞULLARDA EĞİTİM VE ÖĞRETİM
Eğitim sisteminin zorlu koşullarda kendisini yenilemesi ve işler hale gelmesi uzun bir süreç gerektirir. Acil ve zorlu koşullar olağandışı bir durum olduğundan işlerin belli standartlarda yürümesi beklenemez. Eğitim, bütün toplum kesimlerini içine alır. Acil ve zorlu koşullara karşı toplumsal dinamiklerin tepki verme biçimleri de farklılaşabilir. Genel çerçevede ulusal eğitim politikaları yoluyla başlı başına acil ve zorlu koşullarla mücadele edilebilir. Bir başka boyutta deprem gibi olağanüstü oluşan bir durum bu zorlu ve acil koşulların yönetilmesini zor bir alana taşıyabilir.
Depremin yarattığı acil ve zorlu koşullar, en üstte politika yapıcıları ve alt sistemlerde il yöneticilerini ve okul yöneticilerini etkiler. Öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının süreç içerisindeki rolleri de önemli bir yer tutar. Depremin yarattığı zorlu koşullar zaten var olan zorlu koşullarla birleştiğinde bu bölgedeki eğitim ve öğretimin özel olarak güçlendirilme gerekliliği ortaya çıkıyor. Örneğin öğrencilerin öğrenme süreçleri tartışmalı. Öğrencilerin kültürel geçmişleri, ebeveyn ve çocuk ilişkileri, ergenlik ve büyüme sorunları, ayrılmış ebeveynler, yoksulluk, bina ve teçhizat eksikliği bu zorluklardan zaten var olanlar. Şimdi bunların üzerine eklenen deprem yeni sorun alanlarının oluşmasına neden oluyor. Aynı zamanda da var olan zorlu koşulları ön plana getirmekte ve yönetilmesini zorlaştırıyor.
TECRÜBELİ YÖNETİCİ İHTİYACI
Yaşanılan zorluklar her ülkenin kendi koşullarında ekonomik, sosyal, kültürel, sosyo-politik olarak ayrı bir yere sahiptir. Depremle birlikte içinde bulunduğumuz sosyal, politik ve ekonomik koşulların zarar gördüğü düşüldüğünde bu alanda oluşan boşluğun doldurulması tecrübeli yönetici ve öğretmenlere gereksinimin arttığını gösteriyor. Okul yöneticileri bağlamında eğitim liderleri, beklenilmeyen acil ve zor koşulların yönetiminde üstlenecekleri rol ve sorumluluklarla eğitim sisteminin işleyişini kolaylaştırabilirler.
Eğitim liderleri zorlukların üstesinden gelerek iyi koşullarda etkili ve verimli eğitimi inşa etme sorumluluğuna sahiptir. Okullar için zorlu koşullarda liderler, yeterli ve hesap verebilir olmalı. Öyleyse yeterli ve hesap verebilir yöneticilerin deprem bölgelerindeki okullarda acil olarak istihdamı bir gerekliliktir. Acil ve zorlu koşulların en temel önceliğine fiziksel koşulların iyileştirilmesi etkenini yerleştirmek gerekir. Bu gerekliliğe “neden?” diye sorduğumuzda; fiziksel koşullar insanların birincil ihtiyaçlarını temsil eder. Fizyolojik ihtiyaçlar hayatta kalma güdüsü ile birlikte çalışır. Hayatta kalma ise fiziksel çevre etkenlerinin oluşturulmasıyla anlam kazanır.
BUGÜNE DAİR YAŞANAN DURUM
Bu gün depremin üzerinden bir yıl geçti. Bu süreçte eğitim bağlamında görünür en önemli sonucun psikolojik ve akademik gerilemenin belirgin bir şekilde öğrenciler üzerinde gözleniyor olması. Özellikle depremin hemen ardından yaşanan sorunlar ve yaşam alanlarının yok oluşu öğrencilerin okullardan uzak kalmalarına neden olmuştur. Açılan okulların da daha çok sosyal ve psikolojik uyuma odaklanarak bu süreci yürütmeye çalıştıklarını gözlemledik. Ancak yönetici ve öğretmenlerin kendilerinin bir depremzede olması sürecin işleyişinde yardım verme görevini yeterince gerçekleştirilememesi sonucunu doğurdu.
Süreç içerisinde 2023 Mayıs ayından itibaren daha düzenli eğitim hizmeti verilmeye çalışılsa da süreklilik sağlanamadı. Öğrencilerin istekliliği çoğu zaman fiziksel engellere takıldı. Bu gün bazı okulların öğrenci sayıları azalmış olsa da okul fiziksel koşullarının eksikliği öğrenci azlığını bir avantaja dönüştüremedi. Bu duruma öğrencilerin bozulan psikolojileri de eklendiğinde eğitim öğretimde ikinci dönemin başlayacağı bu günlerde sorunlar hala devam ediyor.
EN VERİMSİZ DÖNEMİMİ GEÇİRDİM
Öğretmen MB’nin süreci ilişkin görüşleri şöyledir:
Ben Hatay Antakya’da görev yapan bir öğretmenim. Depremden sonra ailemle başka bir şehre gittim. Orada 8 ay kadar kaldım. Okullar açılacağı zaman eşim ve bir buçuk yaşında bebeğimle geldim ancak kalacak yer bulmakta zorlandım. Başımızın çaresine bakmak zorunda kaldık. Sonra küçük bir ev bulduk oraya yerleştik. Altı şubat depreminde neredeyse enkazdan çıktığımız için artçı depremler bizi çok korkuttu. Kaç gece ağlayarak arabaya gittik hatırlamıyorum. Hiçbir şeyimizi çıkaramadığımız için maddi manevi anlamda çöktük. Henüz 5 yıllık öğretmen olduğumuz için istediğimiz yerlere tayin de alamadık. Kasım ortasında öğretmenlere konteyner verilmeye başlandı. Ben 19 Ocak’ta konteynera yerleştim. Bu süreç bizi çok yordu. Tabii içine su girmemesi için çatı çadır derken bir sürü masraf da yaptık. Başımızda bu kadar sorun varken bir eğitimci olarak kendimizi ne kadar işimize verebildik tartışılır. Herhalde en verimsiz dönemimi geçirdim. Yeni düzenimize alışmaya çalışıyoruz. Eş durumu tayini istedim ancak plansız şekilde yapılan aşırı atamadan dolayı bütün okullar öğretmen dolduğu hatta birçoğu norm olduğu için eşimin olduğu yere tayin de alamadım. Anlayacağınız hangi yola baş koyduysak sonuçsuz kaldı ve bin bir türlü zorlukla karşılaştık. Eskiden var olan öğretmen lojmanlarının tekrar gündeme gelip deprem bölgesindeki öğretmenler başta olmak üzere tekrar uygulanmasının yerinde olacağını ve en azından bu kadarını hak ettiğimizi düşünüyorum. Ayrıca görev yaptığım okul başta olmak üzere az hasarlı okulların bir an önce onarılması ve yenilerinin yapılmasının hızlandırılması gerekir diye düşünüyorum. İnsanın başlıca ihtiyacı barınma ve yemek olabilir ancak psikolojinin de bir o kadar önemli olduğu görüşündeyim. Gerek öğrenciler gerekse öğretmenler olarak psikolojik destek almamız gerektiği düşüncesindeyim.”
Görüldüğü üzere öğretmen MB’nin ifadesi süreçte depremden zarar gören bir öğretmen olarak yer almanın yattığı etkilere işaret ediyor. Bir öğretmenin kendi travması içinde yol bulmaya çalıştığı görülüyor. Gelinen bu gün itibariyle canlılığını koruyan sorun alanlarının bir an önce iyileştirilmesi gerekmektedir. Yaşam alanları olarak okullar bu noktada öncelikli olmalıdır. Alanda yapılacak araştırmalarla eğitim öğretim sürecinin işleyişi anlaşılmaya çalışılmalı. Zorlu koşullarda eğitim ve öğretim tüm boyutlarıyla irdelenmeli ve sorun alanlarına yönelik çözüm önerileri getirilmeli.
SONUÇ OLARAK
Deprem, yaşadığımız coğrafyada bizim tahmin edemeyeceğimiz bir yaşantıyla yüzleşmemizi sağladı. Sorun olarak gördüğümüz pek çok şeyin aslında pek de sorun olmadığı gerçeğini yüzümüze vurdu. Kimilerimiz anladı ve aldı alacağını belki, ama insanoğlu bu, hep zamanın acımasız yüzüne yenilir. Unutur. Sonra yeniden yüzleşir. Biz bu yüzleşmede unutan olmadan var olmaya devam edeceğiz. Aksi halde başladığımız yere döneriz. “Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur” misali dönme dolap girdabında bir arpa boyu yol alamayız. Okumak yetmez anlamak da lazım. Anlayalım ki aldanmayalım. Anlayalım ki daha iyi binalarımız olsun, daha iyi yetiştirelim öğrencilerimizi, değil mi? Yunus Emre’nin dizelerinde yer verdiği gibi;
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya bu nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak’kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Atatürk’ün, “Eğitimdir ki, bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” sözünde olduğu gibi daha özgür ve şanlı bir toplum olarak var olma mücadelemizi depremin yarattığı zorlu koşullar altında daha yüksek bir bilinç ve çalışkanlıkla sürdürmeliyiz.
NELER BEKLİYORUZ?
Bu noktadan bakınca neler bekliyoruz;
1. Öğrenciler için hem sosyal hem de akademik rehberlik faaliyetlerinin arttırılması gerekiyor.
2. Öğrencilerin maddi olanakları çok düşüktür. Okullara yapılan kaynak kitap yardımlarında süreklilik ve güncellik sağlanmalı.
3. Öğrencilere ücretsiz servis olanakları sağlanmalı.
4. Sosyal adaletin sağlanması için alanda yapılacak araştırmalarla adil bir yardım ve destek sistemi kurulmalı.
5. Yetiştirme ve destekleme kurslarında ilk, orta ve lise öğrencilerine bireysel destek sağlanmalı.
6. Okullardaki tasarruf tedbirleri deprem bölgesinde uygulanmamalı.
7. Öğrenciler için acil ve öncelikli kalıcı okul yapı ve donanımları sağlanmalı.
8. Öğretmenlerin ekonomik ve sosyal haklarında gerekli iyileştirmeler bölgeye özgü olarak yeniden düzenlenmeli.
9. Üniversite öğretim elemanlarına uygulanan geliştirme ödeneği oranları deprem bölgesi üniversiteleri için yeniden düzenlenmeli.
10. Öncelikle merkezi sınavlarda dezavantajlı olan bu bölgedeki öğrencilere sınavın ruhuna aykırı düşmeyen ama buradaki gençleri de mağdur etmeyen özel bir uygulama yapılmalı.
11. Okul ihtiyacının hızlı bir şekilde karşılanması için hayırseverlerin daha çok yardım etmesi özendirilmeli.
12. Özellikle güvenlik zafiyetinin oluşmaması adına, okullara güvenlik personeli alınmalı.
13. Dersler şuan zorunluluktan 30 dakikaya düşürülmüş ve ciddi bir zaman sorunu ortaya çıkmaya başladı. Beklenti tekrar 40 dakika olarak derslerin işlenmesi.
14. İlçe, köy ve mahallelerin acil eylem planı çerçevesinde yol bakım ve onarımlarının yapılması sağlanmalı.
15. Öğrenciler ruhsal olarak yorgun durumdadırlar ve disiplin problemleri daha fazla baş göstermektedir. Deprem bölgelerinde öğrencilere mutlaka pedagog desteği gerekmektedir.
16. Yıkılan okul binalarının hızlıca inşa edilmesi, ders sürelerinin ve teneffüs sürelerinin arttırılması açısından elzemdir.
17. Öğretmenlerin barınma yerleri iyileştirilmeli, sosyal aktiviteler arttırılmalı.
18. Şehirde sağlık kuruluşları ve sağlık hizmetlerine erişim çok sıkıntılı. Ancak depremden sonra gerek öğrencilerin gerekse depremzede öğretmenlerin sağlık problemleri yoğun stres, sağlıksız barınma ve yetersiz beslenme sonucu arttı. Özellikle öğretmenlerin birçoğunda tolerans düşüklüğü görülmekte ve stres yönetiminde zorlandıkları gözlemleniyor. Bu süreçte zorlu yaşam stresini azaltmak ve stres yönetimini sağlamak adına psikolojik destek süreci daha sağlıklı yürütülmeli.
PROF. DR. CELAL TEYYAR UĞURLU KİMDİR?
İlköğrenimini Malatya’da orta öğrenimini Malatya ve İstanbul’da tamamladı. 1990 yılında Atatürk Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği programından mezun oldu. Daha sonra 1998 yılında İnönü Üniversitesi Eğitim Yönetimi ve Denetimi lisans programını tamamladı. 2000 yılında aynı üniversiteden Eğitim Yönetimi ve Denetimi anabilim dalında yüksek lisans 2009 yılında ise Doktora derecelerini aldı. 1990 ile 1999 yılları arasında sınıf öğretmenliği, 1999 yılından 2010 yılına kadar ise Sivas, Hatay ve Adıyaman illerinde Eğitim Müfettişi olarak görev yaptı. 2010 yılında Cumhuriyet Üniversitesinde yardımcı doçent ünvanı ile akademisyen olarak görevine başladı. 2014 Şubat ayında doçent, 2019 Temmuz ayında profesörlük unvanlarını alan Celal Teyyar Uğurlu 2021 Eylül ayından itibaren halen Hatay Mustafa Kemal Üniversitesinde görev yapıyor.