Güncelleme Tarihi:
Benim adım Fatma Nur Aydın. UC Berkeley’de Endüstri Mühendisliği (IEOR), ikinci sınıf öğrencisiyim. 2017'de Üsküdar Amerikan Lisesi'nden mezun oldum ve eğitim hayatıma UC Berkeley gibi dünya sıralamasında ilk 20’de, hatta mühendislik alanında ilk beşte olan bir üniversitede devam etme şansını kazandım. Peki Amerika’da üniversiteye girmek Türkiye’de bir üniversite kazanmaktan nasıl farklı?
Öncellikle, Amerika’da iyi bir üniversitede okumak istiyorsanız bu amaç için çalışmalarınız liseye geçişinizle başlıyor. Çünkü Amerika’daki üniversiteler kabul süreçlerinde en çok lise ortalamanıza, sonra standardize edilmiş sınavlardan aldığınız puanlara daha sonra ise yaptığınız sosyal aktivitelere ve başvuru sürecinde sorulan sorulara verdiğiniz cevaplara bakarak sizi değerlendiriyorlar. Bu üniversitelerin istediği ortalamaları ve puanları sunabilmek içinse lise hayatınız boyunca belirli bir disiplinle çalışmanız gerekiyor.
Standardize edilmiş sınavlara ise öğrenciler genellikle 11'inci sınıfta girmeye başlıyor. SAT ya da ACT olarak adlandırılan sınavlara birden fazla kez girilebiliyor ve bu sınavlardan alınan en iyi skor başvurulan üniversitelere gönderiliyor. Belki de Türkiye’nin üniversite başvuru sisteminden en farklı olan nokta bu: Geleceğinizin tek bir sınava bağlı olmaması. SAT veya ACT’yi birden fazla alma şansı öğrencilerin stres oranını azaltıyor ve öğrencilerin hatalarından öğrenme şansını veriyor.
Peki bütün bu somut işleri yaptıktan sonra ne yapmak gerekiyor? İşte bu öğrencilerin kendilerini diğer başvurulardan farklılaştırdığı nokta oluyor: Lise hayatınız boyunca yaptığınız sosyal aktiviteler ve üniversitelerin başvuruları aracılığıyla size spesifik olarak sordukları sorular. Hayatta neler sizi heyecanlandırıyor? Tutkulu olduğunuz noktalar neler? Bir amaç uğruna neler yaptınız? Liderlik özelliklerinizi gösterdiğiniz aktiviteler neler? Bütün bu soruların cevapları, sizi kağıt üzerinde bir kaç kelime ve sayı olmaktan çıkarıyor ve başvurularınızı okuyan insanların gözünde 'insan' yapıyor. Bu aktiviteler ve sorulara verdiğiniz cevaplar sayesinde, kişiliğinizi ortaya çıkarıyor ve diğer insanlardan nasıl daha farklı olduğunuzu gösteriyorsunuz. Bunların hepsinin toplamı sonucunda da başvurduğunuz üniversiteye giriyor ya da giremiyorsunuz.
Her şeyi yaptınız. Mükemmel skorlarınız ve mükemmel bir CV’iniz var. Üniversite başvurularında size sorulan sorulara verdiğiniz cevaplardan çok eminsiniz. Fakat dürüst olmak gerekirse tüm bunlara rağmen başvurduğunuz üniversiteye girmeniz kesin değil. Bu noktada biraz da şansa ihtiyacınız var. O sene alınmak istenilen öğrenci profiline uyuyor musunuz veya başvurunuzu okuyan kişi sizin o üniversiteye uygun olduğunuzu düşünüyor mu tarzındaki faktörler, hakkınızda verilen son kararı etkiliyor. Yani hiçbir şey kesin değil. Türkiye’de olduğu gibi spesifik bir puanı tutturduğunuzda, istediğiniz üniversiteye gireceksiniz gibi bir kesinlik yok. O yüzden Amerika’da okumak gerçekten de biraz şans işi.
UC Berkeley’de okumak ise gerçekten büyük bir şans. Amerika’nın en büyük devlet üniversitelerinden biri olan bu okulda, 41 bin öğrenciyle beraber okuyorsunuz. Profesörlerinizden bazıları Nobel ödülü kazanmış bilim insanları, en sevdiğiniz dergilerin editörleri oluyor. Dünyanın dört bir yanından gelmiş, birbirinden zeki ve yetenekli öğrencilerle beraber okuyor, yanı başınızda bulunan Silikon Vadisi'nin temsilcileriyle birebir iletişim halinde olma imkânı buluyorsunuz. Fakat ne yazık ki böyle bir okulda hiçbir şey size altın bir tabakta sunulmuyor. Sürekli gündemi takip edip, fırsatları kollamanız ve istediğiniz her şey için mücadele etmeniz gerekiyor. Belki de bu yüzden buradaki eğitim sizi gerçek hayata hazırlıyor.
Araştırma projesinde çalışmak istediğiniz bir profesör mü var? Bu profesörü bulup, kendisiyle konuşmak ve istediğiniz pozisyon için sizden başka diğer 50 kişiden daha uygun olduğunuzu kanıtlamak tamamen size kalıyor. Bir derste zorluk mu çekiyorsunuz? Profesöre gidip anlamadığınız soruları sormak, okulda verilen etüt hizmetlerine gitmek hatta öğrencilerin kendi aralarında oluşturduğu çalışma gruplarına katılmak tamamen sizin elinizde. Kimse size gelip bir fırsattan bahsetmiyor. Pek çok olanak var ama bunları bulup kullanmak tamamen sizin elinizde.
Herkes sizin kadar çalışkan, sizin kadar azimli ve istediğiniz her şeyi çevrenizdeki en az 100 kişi daha istiyor. Bir staja mı başvuracaksınız? Aynı dersi aldığınız en az 10 kişi daha o staja başvuruyor. Her şey için çalışmak, her şey için mücadele etmek zorundasınız. Öyle bir ortamda okuyorsunuz ki 28 tane kütüphanesi olan bir üniversitenin her kütüphanesi her zaman dolu. Sadece vize veya finaller sırasında değil. Her zaman. Çünkü herkes yapabildiklerinin en iyisini yapabilme derdinde. Herkes eğer ellerinden geleni hatta daha iyisini yapmazlarsa geride kalacağının farkında.
İşte bu yüzden UC Berkeley’deki öğrenciler sürekli gelişme, yeni şeyler üretme, inovasyon üzerine çalışma yapma derdinde. Silikon Vadisi'nde en çok öğrenci yollayan okul olarak rekabet duygusu okul kültürünün tam merkezinde ve herkes bunun farkında. Yanınızda oturan kişinin ileride çok büyük bir şirketin CEO’su olabileceğini bilmek sizi çok farklı bir kafa yapısına sokuyor.
Ben UC Berkeley’de okuduğum için her gün kendimi daha da çok şanslı hissediyorum. Çok zor, evet. Sürekli rekabet halinde olmak ve sürekli çalışmak gerçekten yorucu. Ama biliyorum ki bu benim full potansiyelime ulaşmamı sağlıyor. Berkeley’de geçirdiğim iki sene boyunca bir kere bile rahat etmedim. Ama rahat etmeyi asla edindiğim tecrübelere tercih etmem. Belki bizim de Türkiye’deki üniversitelerde yapmamız gereken şey bu. Rekabet duygusunu öğrencilere işlemek ve onları sürekli olarak daha iyisini başarmaya itmek. Asla fırsatların öğrencilere direkt olarak verilmesi gerektiğini savunmuyorum. Fırsatlar öğrenciler için oluşturulmalı ve bu fırsatları elde etmek için çabalayan öğrenciler bu fırsatları kullanmalı ve hatta bir bakıma sömürmeli. Çünkü başarı, sadece çabalayan ve hak eden insanların olmalı.