Güncelleme Tarihi:
Bu gözlemlerdeki en ilginç noktalardan biri de kızımın yaptığı yanlışlara biz ebeveynlerin verdiği tepkiler oluyor. Çocukluktan itibaren dil öğrenme sürecinde yapılan yanlışlara karşı son derece katı olan bir eğitim sisteminden gelen bizler, çocuklarımızın yukarıda örnekleri verilmiş ifadelerini çok şirin buluyoruz ve zaman zaman da bu yanlışları tekrarlatıyoruz. Aslında bu yanlışların tekrarlanmaması için çocukların ifadelerinin doğru hallerini duymalarını sağlamalıyız ki çocuklar dil girdisine sağlıklı bir şekilde maruz kalsınlar.
DUYGU OLMADAN ÖĞRENME OLUR MU?
50 Soruda Dil Öğrenme isimli kitabımda insanların en çok merak ettiği soruların başında “Anlıyorum ama konuşamıyorum.” cümlesinin doğru olup olmadığı geliyordu. Kitapta derinlemesine analiz ettiğim bu cümleyi tartışacağım bu yazıda, çocukların yanlış yaparken yetişkinlerin verdikleri tepkileri- dil edinim sürecinin duygusal boyutunu- hepimizin diline pelesenk olan “Anlıyorum ama konuşamıyorum” cümlesi açısından ele alacağım. Daha sonra çocukların dil edinim süreciyle benzerlik gösteren boyutlar ile bu cümlenin gerçeği ne kadar yansıttığına bakacağım. Son olarak da bu cümlenin ilk kısmında bulunan “anlıyorum” ifadesinin tam olarak ne anlama geldiğini/gelmesi gerektiğini irdeleyeceğim. Başlayalım mı?
Duygu olmadan öğrenme olur mu?
Üniversitedeyken Carl Rogers’in şu cümlesiyle karşılaşmıştım.
“Bireyler, fiziksel ve bilişsel olduğu kadar da duygusaldır.”
O zamanlar çok bir şey ifade etmese de aslında öğrenim sürecinde duygusal etkenlerin ne kadar önemli olduğunu anlatması açısından üzerinde durulması gereken bir cümle, değil mi? “On Becoming A Person” (Kişi Olmaya Dair)” isimli kitabında duygusal etkenlerin kişiliğin oluşumundaki rolüne vurgu yapan Rogers, aslında yabancı dil öğrenme sürecindeki “Anlıyorum ama konuşamıyorum” cümlesini dolaylı da olsa açıklıyor. Yabancı dil öğrenmeye çalışmış pek çok kişinin bu süreci başarıyla tamamlayamamalarının bir sonucu olarak anlayabildiğini ama konuşamadığını söylemeleri bu başarısızlığın kısmen de olsa açıklanabilir olduğunu gösteriyor. Başka bir dilde kendini ifade edebilmek için risk almanın önemi üzerinde duran pek çok araştırmanın ileri sürdüğü gibi, bireylerin konuşmaya cesaret edemediği durumlarda böyle bir cümleye sığındıkları sıkça gözlemlenen bir durumdur. Risk alıp kendimizi bir yabancı dilde ifade etmeye çalışırken etrafımızdaki insanların verdikleri akıl almaz tepkiler, sevgili dostum eğitimci-yazar Dr. Bahar Eriş tarafından “El Alem Ne Der Lobisi” olarak ifade ediliyor. Haksız da sayılmaz. Siz de bu anlamsız tepkilere fazlasıyla maruz kaldığınız için anlayıp da konuşamıyor olabilir misiniz? Bir düşünün isterseniz.
ÇOCUKLAR ÖNCE ANLAR SONRA KONUŞUR MU?
Dil gelişim süreçlerinde çocuklar konuşabildiklerinden daha fazlasını anlarlar. Başka bir deyişle hayatlarının ilk yıllarında dinleyerek ve bol miktarda dil girdisi alarak ancak hazır olduklarında konuşma aşamasına geçerler. Çocukların yetişkinlerle kurdukları pek çok iletişimde kendilerine söylenenleri anladıkları ve sözsüz tepkiler verdikleri görüldü. Ancak iş, bu anladıklarını ifade etmeye, kendilerine verilen sözel tepkiyle aynı biçimde karşılık vermeye gelince bunun pek mümkün olmadığını görüyoruz. Stephen Krashen ve Tracy D. Terrel tarafından geliştirilen Doğal Yaklaşımda yabancı dil öğrenim sürecinde bireylerin tıpkı bebeklerin/çocukların ilk dönemlerde olduğu gibi sessiz dönemden geçtiklerine işaret edilir. Bireyden bireye farklılık göstermekle birlikte yeterli miktarda anlaşılır dil girdisine maruz kalan bireylerin dil üretimini hemen gerçekleştirmemesi şeklinde yorumlanabilecek bu dönem yabancı dil öğrenim sürecinin sabırla yürütülmesi gerektiğini gösterir. “Anlıyorum ama konuşamıyorum” cümlesinin ilk kısmındaki anlıyorum ifadesi de böyle bir mantıkla açıklanabilir. Yeterli miktarda dil girdisi almamıza rağmen henüz istendik düzeye ulaşamadığımızdan dolayı konuşamıyor olabiliriz. Çünkü yabancı dil öğrenme aşamasında konuşmak anlamaktan daha sonra gerçekleşir. Diğer bir deyişle; okuma ve dinleme becerileri anlama becerileri olduğu için anlatma becerileri olan konuşma ve yazma becerilerinden yeterlik düzeyi olarak daha önde ilerlerler.
GERÇEKTEN ANLIYOR MUYUZ?
Bu ilk açıklamadan sonra isterseniz “Anlıyorum ama konuşamıyorum.” cümlesindeki ilk kısmın tam olarak ne anlama geldiğine geçelim. Yabancı diliniz orta seviye veya üstündeyse (eskiden kullanıldığı haliyle Intermediate veya Upper-intermediate, güncel haliyle B1 veya B1+) ve o dili anlıyorsanız konuşmanız beklenir. Dolayısıyla anladığınız düşündüğünüz şeyi ne kadar anladığınız biraz şüpheli olabilir. Şöyle düşünelim uluslararası bir havalimanında uçağınızın 45 dakika rötar yaptığını anlayacak kadar yabancı diliniz varsa (anons sisteminden gelen sesin ne kadar anlaşılır olabileceğini düşünün) sahip olduğunuz bu yabancı dil seviyesi size belki çok akademik veya entelektüel bir sohbete girme şansı vermese de aynı havalimanında bir kahve siparişi vermenizi mümkün kılabilir. O halde yanıtlamamız gereken soru şu oluyor? Gerçekten anlıyor musunuz? Yoksa anladığınızı mı düşünüyorsunuz? Bireylerin sahip olduğu yabancı dil seviyesi, dil becerilerinden bağımsız düşünülemez. O halde okuma becerisinde çok yüksek bir yeterliliğe (C1) sahip bir bireyin konuşma becerisinde en alt düzeyde (A1) olması beklenemez. Bu cümlede anlamaktan kastedilen belki dinlenilen bir sohbeti genel hatlarıyla ya da okunan bir metni ana fikirden öteye geçmeyecek şekilde anlamak olabilir. “Anlıyorum ama konuşamıyorum.” diyen kişi karşısındakinin kullandığı kelimelerinin yarısından azını (belki %20-25) anlıyordur. Hemen hemen hiçbir cümlesini tam olarak anlayamıyordur. Fakat arada bazı kelimeleri yakaladığı için ne anlatıldığını biraz tahmin ediyordur, muhtemelen de yanlış tahmin ediyordur. Anladığını düşünüyordur. Sonra da anlıyorum ama konuşamıyorum diyordur. Biz buna “dil yeterlik tuzağı” deriz.
REÇETESİ VAR MI?
“Anlıyorum ama konuşamıyorum.” cümlesi; yeterli dil girdisi alma, kişilik özellikleri ve en önemlisi kendine güvenle anlam kazanır. Anlamak için jest, mimik, hedef dildeki kelimelerin ana dile yakınlığı, konuya ilgi ve kendine güven önemlidir. Birey önce duyar ve biriktirir. Bu aşamada anlamaya da başlar ancak konuşma sürecinde , hedef dile zaman ayırmakla yakından ilgilidir. Doğru planlamayla, doğru stratejilerle herhangi bir engele takılmadan ve yabancı dile sınırlı şekilde maruz kalmalarına rağmen pek çok insan yabancı dil öğreniyor. Bu noktada belki de dil öğrenmenin kolaylığı veya zorluğundan ziyade yeni bir şey öğrenmenin, öğrenilen şeyi içselleştirmenin ve hayata geçirmenin uzun ve meşakkatli bir süreç olduğunu anlamalıyız. Bu, dil öğrenmeye de uygulanabilir. Bol miktarda dil girdisini alacağımız şarkı, film ve diziler, öğrenmeyi bireyselleştirmemize olanak tanıyan web araçlarıyla ve sabırla yürütülecek bir süreçle siz de hem anlayıp hem de konuşabilirsiniz. Korkmadan konuşabilirsiniz.
PROF. DR. CEM BALÇIKANLI KİMDİR?
1980’de İstanbul’da doğan Prof. Dr. Cem Balçıkanlı, 2003’te Gazi Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü İngiliz Dili Eğitimi Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. Sonrasında aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladı. Doktora eğitimi sırasında 2008-2009 yılları arasında Fulbright bursuyla Florida Üniversitesi, Avrupa Araştırmaları Merkezi’nde Türkçe okutmanı olarak görev yapan Balçıkanlı, 2013’te doçent, 2019’da da profesör unvanını aldı. Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü bünyesinde yürütülen ‘öğretim programı yazımı’, ‘hizmet içi eğitim’, ‘içerik oluşturma’ çalışmalarında bulundu. Uluslararası yayınevleri tarafından yayımlanmış kitaplarda bölümleri, uluslararası endekslerde taranan dergilerde makaleleri, uluslararası konferanslarda sunulan bildirileri ve çeşitli dergilerde eğitim içerikli yazıları bulunan Prof. Dr. Balçıkanlı, 2011’den beri ESCI endeksinde taranan The Journal of Language Learning and Teaching (jltl.com.tr) isimli derginin editörlüğünü yürütüyor. Halen Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü İngiliz Dili Eğitimi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapıyor.