Güncelleme Tarihi:
Bu hayaline, 2’nci Meşrutiyet ile kavuşan Osmanlı aydını ve siyasetçisi, kurulan partiler, sorunlu geçmiş olsa da yapılan seçimlerle birlikte ciddi siyasi tecrübeler kazandı. Öyle ki, 2'nci Meşrutiyet sonrası açılan Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Bey’in konuşmasında asıl vurgu, milli egemenlikti. Bilindiği gibi milli egemenlik, millet egemenliği demekti. O devirde bunun ilk anlamı, seçimler dışında Padişah’ın Meclis önünde anayasa üzerine yemin ederek anayasaya bağlı kalması olurken ikinci ve esas anlamı, yasama organının icra üzerindeki denetim yetkisini elde etmesiydi. Bir başka deyişle Padişah’ın yasama ve icra üzerindeki yetkisi, sadece Sadrazam ve Şeyhülislamı atamasıyla sınırlı kalarak protokoler bir devlet başkanı statüsüne kavuşmasıydı.
Açıkçası, 2'nci Meşrutiyet’ten sonra meclis, milli egemenlik ve milli irade gibi kavramlar, hem Osmanlı siyasi literatürüne girmiş ve hem de ortalama Osmanlı insanı tarafından içselleştirmişti. Bunun tipik örneği, Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’da bulunduğu sıralarda (13 Haziran 1919) Sultan Bayezid Camii Vaizi Abdurrahman Kamil Efendi’nin işgalin sona erdirilmesi için “tek kurtuluş yolu halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini ele alması ve iradesini kullanmasıdır” şeklinde konuşmasıydı. Bir din adamının dilinden telaffuz edilen bu milli irade vurgusu, Amasya genelgesi ile Erzurum ve Sivas kongreleri beyannamelerinde de kendini gösterdikten sonra TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan 1920 tarihli konuşmasına da yansımıştı. Ona göre “İrade-i milliye, vatan ve milletin gayelerine yürüme yolunda bir dayanak noktasıydı.” Bunun için yapılması gereken ilk iş, yeni kurulan meclisin üzerinde herhangi bir siyasi gücün olmadığını ilan etmekti. Bunun daha ileri aşaması, Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk’da belirttiği gibi milli iradeye dayalı yeni bir milli idarenin kurulmasıydı. Nitekim öyle yapılmıştı. Artık bundan sonraki bütün aşamalar, TBMM merkezli bu amaca ulaşmaya yönelik olacaktı.
TBMM İSMİNİ NASIL ALDI?
Şurası bir gerçek ki, Anadolu’da meclisin açılma süreci 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgaliyle hızlanmıştı. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, Sivas kongresi günlerinden itibaren Anadolu’da meclis açılması gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesinin önü 19 Mart 1920 tarihli genelgeyle açıldı. Bu genelgenin amacı, “olağanüstü yetkilere sahip bir meclis” açılmasını sağlamaktı. Bir taraftan seçimler yapılırken diğer taraftan yeni meclisin adı ve hangi tarihte açılacağına dair tartışmalar, 11 Nisan’dan beri sürdürülüyordu. Meclisin adı konusunda, muhafazakarlar, Meclis-i Kebir veya Meclis-i Kebir-i Milli adında ısrar ederlerken Türk Ocağı taraftarları Kurultay, Osmanlıcılar ise Meclis-i Mebusan üzerinde duruyorlardı. İnkılapçılar ise Büyük Millet Meclis diyorlardı. Sonunda BMM üzerinde uzlaşıldı. O tarihlerde yer almayan Türkiye kelimesi, 8 Şubat 1921’den itibaren sürekli olarak kullanılmaya başlandı.
MİLLİ EGEMENLİK BAYRAMI
Ayrıca, ilk önce, Meclisin 21 Nisan’da açılması düşünülürken sonunda Ankara- İstanbul rekabeti yüzünden 23 Nisan 1920 Cuma günü açılması kararlaştırıldı. Üstelik bu açılış, Hacıbayram Camii’nde kılınacak Cuma namazından sonra yapılacaktı. Nitekim, BMM, Mustafa Kemal Paşa’nın da katıldığı dualı bir törenle açılmıştı. Bu tarihi an, Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin işgaline uğramış Türkiye’nin bağımsızlık ve milli egemenlik mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıydı.
Günümüze kadar bu meclisin niteliği tartışılıyor. BMM, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın devamı mı? Yoksa, yeni bir meclis mi? Aslında her ikisidir. BMM, son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın da gelen milletvekilleri ile 19 Mart genelgesi sonrası yapılan seçimlerle seçilen milletvekillerinden meydana geldi. Bu bağlamda 23 Nisan açılışında mecliste 115 milletvekili vardı. 18 Ağustos’a gelindiğinde sayı, 365’e ulaştı. Ayrıca bu meclis, sosyolojik olarak milleti temsil yeteneği çok yüksek seviyedeydi. Hatta BMM’nin çoğunluğu sivil bürokratlar olmak üzere serbest meslek sahipleri, askerler din adamları ve yerel yöneticilerinden oluşmaktaydı. Bu meclisin dikkat çekici özelliklerinden biri de yüksek okul oranı yüzde 60 idi. İkincisi, bu meclisin iç tüzüğü dahil 1876 tarihli Kanun-ı Esasi’ye göre faaliyetlerini sürdürdü. Son Meclis-i Mebusan’da görüşülen son kanun tasarısı olan ağnam vergisi, BMM’nin ilk görüşülen kanun tasarısı oldu. Buna rağmen tek gerçek, 23 Nisan 1920’de BMM’nin açılmasıyla milli egemenliğe dayalı yeni bir idarenin kurulması sürecinin başlatılması.
Sonuç itibariyle; milli egemenlik düşüncesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan siyasi bir mirastır. Ama tek farkla… Osmanlı’da milli egemenlik düşüncesi meşruti rejimde hayata geçirilmişken, Milli Mücadele devrinde başlayan radikal değişim, Cumhuriyet rejiminde BMM’de tecelli eden mutlak anlamda millet egemenliğine dönüştü. Ancak bu millet egemenliği biçimsel bir egemenlik anlayışı. İşte 23 Nisan Milli Egemenlik Bayramı’nın anlamı budur.
PROF. DR. MUSTAFA BUDAK KİMDİR?
Aslen Trabzonlu (Beşikdüzü) bir ailenin çocuğu olarak 12 Aralık 1962’de Tunçbilek (Kütahya) doğdu. 1980’de Kayseri Mimarsinan Öğretmen Lisesi’ni, 1985’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. 1987’de “Osmanlı-Özbek Siyasi Münasebetleri (1510-1740) adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yakınçağ Tarih Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi olarak atandı. 1991’de Türkiye Cumhuriyeti Anabilim Dalı’na geçti. Eylül 1991-Şubat 1992 tarihleri arasında yabancı dili ve arşiv çalışmaları için İngiltere (Londra)’de bulundu. Aralık 1993’de “1853-1856 Kırım Savaşı’nda Kafkas Cephesi” adlı teziyle tarih doktoru unvanını aldı. Nisan 1999’da yardımcı doçent, Kasım 1999’da ise Türkiye Cumhuriyeti Tarihi doçenti oldu. Mayıs 2001’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi anabilim dalı doçentlik kadrosuna atandı. 25 Mayıs 2004-30 Haziran 2015 tarihleri arasında Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Prof. Dr. Budak, 27 Mayıs 2015’de İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde profesör oldu. Prof. Dr. Budak, 2018’den beri aynı enstitünün müdürlüğünü yürütüyor.
Prof. Dr. Budak'ın, daha ziyade 19. ve 20 yüzyıllar Kafkasya Tarihi ile Milli Mücadele ve Cumhuriyet devirleri dış politikası üzerinde çalışmalar yapmaktadır. İdealden Gerçeğe Misak-ı Milli’den Lozan’a Dış Politika (Küre Yayınları İstanbul 200), 99 Soruda Lozan (Ketebe Yayınları, İstanbul 2018) ve Osmanlı’dan Cumhuriyete Dış Politika (Ketebe Yayınları İstanbul 2020) adlı üç kitabı ve çok sayıda makalesi bulunuyor.