Güncelleme Tarihi:
UNESCO verilerine göre ise dünyada kendi ülkeleri dışında eğitim alan öğrenci sayısı 6 milyon olarak belirtildi. Bu öğrencilerin 300 bine yakını Türkiye’de eğitim alıyor. Mülteci ve benzeri statüde olanlara baktığımızda ise dünyada 80 milyonu aşan bir nüfusa ulaşan mültecilerin ancak yüzde 5’inin yükseköğretime ulaşabildiğini görüyoruz.
Yükseköğretimdeki gelişmeler dünya akademisi ve ilgili kurumlar tarafından hassasiyetler takip ediliyor. OECD, Dünya Bankası, UNESCO, Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA), Amerika Üniversiteler Birliği, Global Üniversiteler Birliği (GUNİ), Avrupa Araştırma Üniversiteler Birliği (LERU) gibi büyük uluslararası kuruluşlar 2030, 2040 ve 2050 yıllarını hedefleyerek bilginin geleceğini ve yükseköğretimde eğitim politikalarını tartışmaya açan ciddi raporlar yayınlıyorlar. Ülkelerin teknolojinin ve bilimin yönlendirici olduğu, ülkelerin gücü açısından önem taşıdığı bir dünyada kendi yükseköğretim politikalarını çalıştıklarını ve projeksiyonlar içeren yol haritaları inşa etmeye çalıştıklarını görüyoruz.
2025’TE ÇALIŞABİLİR NÜFUS YÜZDE 69 OLACAK
Yükseköğretim ülkemizin geleceği açısından merkezi önem taşıyor. Geleceği medeniyetimizin birikimi, uluslararası alanda çalışmalarından söz ettiren bilim dünyamız, sanayi ve teknolojiye dair çalışmaları üniversitelerimiz ile girişimcilerimizi bir araya getiren yapılarda buluşturan politikalar gibi farklı açılardan tartışmak mümkün. Bu başlıklara eşlik eden önemli bir vurgu ise nüfusumuzun niteliği. Nüfus bilimciler “Demografik Fırsat Penceresi” (DFP) diye bir tanım yapıyorlar. Buna göre; 15 yaş altının yüzde 30’dan az, 65 yaş üstünün yüzde 15’in altında olduğu, çalışabilir yaştaki nüfusun (15-64 yaş aralığı) toplam içindeki oranının arttığı bir aralık olarak tanımlanıyor. Türkiye’de 2025 yılı için çalışabilir yaştaki nüfus yüzde 69 olarak bekleniyor. Bu oran ekonomik gelişme ve dünyada söz söyleme potansiyeline uygun bir nüfus. Türkiye nüfus özelliği olarak, tam da kıymeti bilinmesi gereken bu noktada yer alıyor. Ülkemiz açısından bu fırsatı kullanabilmemiz için 25-30 yıllık bir süremiz var. Bu zaman dilimi, bir neslin ulusal ve uluslararası eğitim ve bilim politikalarına ilişkin projeksiyonları dikkatle inceleyerek inşa edilmiş ve yerel vurguları önemseyen bir sistemde yetiştirilmesi idealini gerçekleştirmek için çok kıymetli.
ÜNİVERSİTELERİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNİ DÜŞÜNMELİYİZ
Ülkemizde, cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi olmak üzere 3 üniversite vardı. Ardından Ege, Karadeniz Teknik, Erzurum Atatürk Üniversitesi ve ODTÜ kuruldu. 1960’larda Türkiye’de 7 üniversite vardı. Bugün cumhuriyetimizin 100’üncü yılında Türkiye’de 208 üniversite bulunuyor. Bu üniversitelerde yüzde 49’u kadın olmak üzere 8.5 milyon yüksek öğretim öğrencimiz var. Zor bir coğrafyada 1000 yıllık güçlü bir tarihe sahip bu güçlü ülkenin en önemli başlıklarından biri olan üniversiteler ve yükseköğretim konusunu, “sürdürülebilir” ve “kapsayıcı kamu politikaları” ile düşünerek inşa etmeliyiz.
ARAŞTIRMALARIN FONLANMASI İÇİN RADİKAL DEĞİŞİKLİKLER GEREKİYOR
İçinde bulunduğumuz çağı; bilim, teknoloji, piyasa ekonomisi, hızlı ve güçlü dijital dönüşüm gibi dinamikler yazıyor. Bu kavramları konuşurken yükseköğretimde, uluslararası ilişkilerin, öğrenci ve akademik personel hareketliliğini hiç olmadığı kadar yoğun olduğuna da vurgu yapmak isterim. Üniversitelerimiz, bulundukları bölgenin dinamiklerini, akademik yapılarını ve dünyada öne çıkan alanları takip etmeli, kendi yapısını ve stratejik planını belirlemeli, tekrara düşmeyen, var olan bilgiyi sistematik olan kullanabilen yenilikçi araştırmaları desteklemeli. Bilim dünyasının bir parçası olmak için, uluslararası araştırma toplulukları ile çalışma alanı yaratmalı ve işbirliği yapmalılar. 2022’de Çin, uluslararası bilimsel dergilerde 788 bin 287 yayın ile bilim dünyasına en fazla katkıda bulunan ülke oldu. Amerika Birleşik Devletleri, 766 bin 789 yayın ile Çin’in gerisinde kaldı. Dünya literatürü Çin’in bu başarısını, uluslararası araştırmacılar ile birlikte yürüttüğü çalışmalara bağlıyor. Türkiye’nin de ivedilikle araştırmaların değerlendirilmesi ve fonlanması için radikal bir reforma ihtiyacı vardır. TÜBİTAK gibi iyi çalışan kurumların tecrübelerini bu noktada değerlendirmek ve özellikle üniversitelerin Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) birimlerini yeniden yapılandırmak gerekiyor. Özellikle uluslararası araştırma fonlarına ülkemizin verdiği katkının ötesinde bu fonlardan faydalanacak araştırma yapılarını iyi tasarlamalıyız. Üniversitelerimizdeki araştırma merkezleri ve araştırma enstitülerimiz birlikte iş yapma ve birlikte geliştirme süreçlerini, hatta fonlamalarda bile yakın işbirlikleri konusunu ajandalarına almalılar. Süreçte araştırmacıların kendilerinin kurduğu ve takiben üniversite tarafından desteklenen ilişkilerin daha verimli olduğu ifade ediliyor. Araştırma ekiplerinin yaygın olmadığı bilim alanlarına da destek verilmeli ve belirli konularda öne çıkan, ülkemizin öncelikli alanlarını dikkate alana araştırma grupları büyük projeler ve araştırmalar için farklı disiplinlerde yaygınlaştırılmalı.
SIRA BÜYÜK VERİDE
2030-2040 yıllarına doğru plan yaparken bilgi ve iletişim teknolojileri eğitimi, gelişmekte olan ülkeler için hayati önem taşıyor. Dijital veri hacminde çarpıcı bir artış söz konusu. Üniversitelerimiz için veri konusunda hemen bu yıllardan itibaren ele alınması gereken bir diğer başlık. Dünyada ‘Büyük Veri’ şimdilik, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin’in elinde. ABD yüzde 73, Çin yüzde 18 paya sahip. Avrupa teknoloji dünyasına onca hâkimiyetine rağmen bu büyük platformlara sahiplik oranı sadece yüzde 4’lerde. Dünyada, 2018’de 33 zettabytes olan veri hacmi, 2025’de 181 zettabyte'a ulaşacak. Yani dünyada veri yedi yılda 5 kattan fazla artacak. Bir zettabyte kabaca 1 milyar terrabyte’a denk bir veri olarak hayal edilebilir. Bu bir patlama olarak değerlendiriliyor. AB Komisyonu 2021-2030 dönemini Avrupa’nın dijital on yılı ilan etti ve bu konuda stratejik hedefler koydu.
Ülkemizde de Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı benzer şekilde kurumlar arası çalışmalar üretiyor ve başarılı çalışmaların yanı sıra kurumlar arası birlikte çalışma kültürüne de önemli katkı sunuyorlar. Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) ve özellikle Almanya 28 Ekim 2021’de veri konusunda Alman Araştırma Fonu ile çok ciddi bir çalışma programı oluşturdu. Türkiye’de Yüksek Öğretim Kurulu, 2017 de başlattığı “Yüksek Öğretimde Dijital Dönüşüm” politikalarını sürdürüyor. Ancak Eurostat verilerine göre, ülkemizde dijital beceri oranının yetişkin nüfusta halen oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Ayrıca OECD verilerine göre, Türkiye, hesaplamaya dahil edilmiş 34 ülke arasında dijital erişimde yoğun farklılıkların yaşandığı ülkelerden biri olarak gözüküyor.
BİLGİ TEKNOLOJİLERİNE HER ALANDA İHTİYAÇ VAR
Üniversitelerimiz insan kaynağımızı geleceğin dünyasına hazırlıyorlar. Bulut teknolojileri, yapay zeka, büyük veri analizi gibi bütün bu yeni konularda hızla akademisyen ve araştırmacı yetiştirmeliyiz. Kanaatimce halen ülkemizde zaten az sayıda bulunan bu akademisyenler, yeni doktoralarını tamamlayan genç dinamik grup alt yapısı ve akademik kadrosu gelişmiş veya hızla gelişmeye açık üniversitelerimizde yer almalı, seçici yatırımlarla desteklenerek, fonlanarak bu bölümlerde gerek lisans gerekse ön lisans seviyesinde hızla insan gücü yetiştirmeli. Çünkü artık hukuktan sağlığa, mühendisliklerin tüm alanlarında, perakende sektöründen petrokimyaya kadar pek çok farklı sektörde bilgi teknolojileri elemanlarına yoğun ihtiyacımız var.
Uluslararası alanda gerçekleşen toplantılar da benzer konulara vurgu yapıyor. UNESCO 2022’de İspanya’nın Barselona kentinde Dünya Yüksek Öğretim Konferansı’nı yaptı (WHEC 2022), konferansa 130 ülke ve 1800 delege katıldı. Sonuç bildirgesinde öğrencilere yönelik şu önerilere yer verildi;
- Dahil edin ve yetkilendirin, kategorize etmeyin ve ayrımcılık yapmayın,
- Yaşam boyu ve işbirliğine dayalı bir eğitimi benimsetin,
- Bilim ve teknolojiyi insan ve dünyamızın hizmetine sunan bir eğitim ekolojisini teşvik edin.
Sisteme yönelik ise;
- Rekabet yerine mükemmellik için işbirliği,
- Geleneksel hiyerarşik eğitim modelleri yerine ,esnek öğrenmeye yönelmek,
- Hareketliliğin teşvik edilmesini sağlamak (Mobilizasyon),
- Toplumu daha kırılgan ve daha gergin hale getiren faktörlerle mücadele ve düzenlemeler ,
- Yoğun teknoloji karşısında hümanist yaklaşımı geri bırakmamak gibi önerilerinin hâkim olduğunu gördük.
Birlikte verimli, çevik, etkin ve hızla çalışmak gerekiyor. Pandemiden buyana yüksek öğretimde değişen, hırpalanan alanları yeniden tanımlamak ve çabalarımızı sinerji haline getirmek için daha dinamik ortak platformlar yaratmak gerekiyor. Üniversitelerin ülkeler, bölgeler, şehirler, arası dostluklar, işbirliği platformlar yaratması bilgi ve veri paylaşımı bu çağın önemli önerileri arasında.
Bu makale özünde eğitimle birlikte geleceğimizi yeniden tasarlamamızı hedefleyen bir temenni yazısıdır…
PROF. DR. SEZER ŞENER KOMSUOĞLU KİMDİR?
Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu, 1949 yılında Trabzon’da doğdu. Tıp Hekimi ve Nöroloji uzmanıdır. Eğitimini Atatürk, Ankara ve Hacettepe Üniversiteleri’nde tamamladı. İngiltere’de Birmingham Üniversitesi ve Aston Üniversitesi’nde Nörofizyoloji konusunda 3 yıl çalıştı. Türkiye’de Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Kocaeli Üniversitesi’nin kuruluşlarında yer aldı. Nörolojik Bilimler alanında ulusal ve uluslararası düzeyde 250’nin üzerinde bilimsel yayını vardır. 2006-2014 yılları arasında 8 yıl Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü yaptı. Dr. Komsuoğlu, 2015-2022 yılları arasında Yükseköğretim Kurulu Başkan danışmanlığı görevinde bulundu. Bu dönemde yükseköğretimde, Akademide Kadın Çalışmaları Birimini kurdu. Bugün sayıları 117’yi bulan kadın çalışma merkezlerinde akademik ve hizmet odaklı çalışmalar yürüttü. Dr. Komsuoğlu, Avrupa Üniversiteler Birliği’nin (EUA) araştırma ve inovasyon komitesinin seçilmiş 19 üyesinden biridir. Oxford Üniversitesi’nce 2015’te yayınlanan Woman Scientist kitabında Türkiye’den seçilen 3 bilim kadınından biri olarak yer alıyor.. 2021’de Türk Nöroloji Derneği’nin, Bilim ve Hizmet ödülü kendisine tevdi edildi. Dr. Komsuoğlu, Prof. Dr. Baki Komsuoğlu’nun eşi, Prof. Dr. Ayşegül K. Çıtıpıtıoğlu ve Prof. Dr. Feride İpek K. Çelikyurt’un annesidir.