Güncelleme Tarihi:
Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde dünyaya gelen Turan Burun 29 yaşında. Henüz 11 yaşındayken her sabah saat 06.00’da uyanıp tarlaya çalışmaya gitmek zorunda kaldı. Ailesi çocuklarının hepsi olmasa da en azından birkaçı okusun diye Turan’ı okula yazdırdı. Okula adım attığında mevsimlik tarım işlerinde çocuk olarak çalışmanın ne kadar zorlayıcı olduğunu daha net bir şekilde anladığını söyleyen Turan, ilkokul ve ortaöğrenimini Viranşehir’de tamamladı. 2015 yılında Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. 2015-2018 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı eğitim kurumlarında öğretmenlik yaptı. 2018 yılından bu yana ise Hayata Destek Derneği’nde, dezavantajlı çocukların güçlendirilmesini hedefleyen psiko-sosyal destek çalışmalarında saha çalışanı olarak görev alan Turan hikayesini ve gayesini şöyle anlatıyor.
OYUN DEĞİLMİŞ
Biz 6 erkek, 7 kız olmak üzere 13 kardeşiz. 13 kardeşten 8’i eğitim alabildi. Eğitim alan 8 kardeşten 5’i eğitim hayatına kesintisiz devam edebildi. Biri öğrenimine hala devam ediyor. Diğerleriyse üniversite mezunu oldu. Eğitim hayatına adım atan 8 kardeşin dışında kalan 5 kız kardeşim ise hiçbir eğitim alamadı. Bundan 13 yıl önce bir yaz günü Viranşehir’de güneşin kavurucu sıcaklığı henüz tepemizdeyken, ailem bir ay öncesinden hazırladığı çadırları ve erzakları bir kamyona yüklerdi. Bu yolculuğa genellikle tanıdık aileler ile bir arada çıkılırdı. 5-6 ailenin çadırları ve erzakları yüklendikten sonra biz de kamyona bindik ve üstümüz bir çadırla kapatıldı. Ardından Adapazarı’na bağlı Hendek ilçesine doğru yola çıktık. Biz çocuklara, başka bir şehre yolculuk eğlenceli geliyordu. Ne de olsa ilk defa göreceğimiz bir yere gidiyoruz, üstelik bir sürü yaşıtımızla aynı yerdeyiz… İlk defa göç yoluna çıkan bir çocuk olarak, bu yeni macerayı güzel hayallerle kurgulamıştım. Evet, bir maceraya atılıyormuş gibi hissediyorsun. Ancak uzun süre bu oyunun içinde kalabilmek pek mümkün değil. Hayat ve sırtınıza binen yük hayli gerçek, hayli ağır. Benim için de bu oyun, ertesi gün sabah saat 6’da tarlaya gitmek için uyandırıldığımda son buldu.
SİL BAŞTAN…
Hızla yapılan sabah kahvaltısından sonra traktörlerle çalışacağımız tarlaya doğru yola çıktık. Büyüklerimiz devamlı ‘siz büyüdünüz ve çalışmalısınız’ diyerek kendilerince bizi karşılaşacağımız zorluklara hazırlıyordu. Darboğaz, geçim sıkıntısı… Eli iş tutan herkes iş başı yapmalı… Sonuçta bir yevmiye bir yevmiyedir. Büyüklerimizin aklından geçenler bunlardı; çocuklarının geleceğinden önce bugünün ihtiyaçları geliyordu. Tarlada yaklaşık 12 saat çalışıyorduk ama fiziksel olarak yetişkinler kadar güçlü değildik. Onlar kadar hızlı olamıyor, onlar kadar çok ürün toplayamıyorduk. Bu defa da bizi yarım yevmiye vermekle korkutuyorlardı. Henüz 11 yaşındaydım. Bütün gün tarlada çalışmanın verdiği yorgunlukla işten dönünce oyun oynamaya ya da koşuşturmaya mecalimiz kalmıyordu. Zaten ertesi gün de saat 6’da uyanıp tarlaya gitmek zorundaydık.. Çocukluğuma dair aklımdan çıkmayan ilk şey, tarla sahiplerinin bize getirdiği sakızlar… Ben sakızları biz çocukları mutlu etmek için getirdiklerini sanırdım ve gerçekten de çok mutlu olurdum. Fakat sonra öğrendim ki bu sakızlar aslında topladığımız fındıklardan yemememiz içinmiş. Unutmadığım başka bir şey de, yağmur yağdığında çalışmayışımız çünkü bu beni mutlu ederdi. Tabii o zamanlar küçüktük, bedenimiz dayanıksızdı ve hasta olmayalım diye bizi çalıştırmıyorlar sanırdım. Oysa çamurlu alanda işimizin verimi düştüğü ve toplanırken fındıklar çamura bulandığı için paydos yapılıyormuş. Son bir şey daha var ki, nedense o çocuk hâlimle benim çok ağrıma gitmişti: tarla-bahçe sahipleri bizimle aynı bardaktan su içmezdi. Oysa biz işçiler, suyu tek bardak ve sürahi ile ya da şişeyi dolaştırarak paylaşırdık. Öyle bir ortamda herkes aynı bardaktan su içerken birine özel olarak temiz bardak getirilmesi, beni çok incitmişti. Bugün o tabloya elbette neyin neden olduğunu daha net anlayarak bakabiliyorum. İkram ettiğimiz yiyeceklerden asla alınmaması, sohbet ortamından kaçınmalar ve bir çocuğun bile hissedip rahatsız olabileceği ötekileştirici bakışlar…
OKULU ÇOK AZ KİŞİ TAMAMLARDI
Çocukluğumda eğitim hayatına adım attığımda mevsimlik tarımda çocuk olarak çalışmanın ne kadar kötü ve zorlayıcı olduğunu daha net bir şekilde anladım. Sonuçta eğitim ortamında yeni ve ilgi çekici şeyler öğrenebiliyordum, kendi sosyal ortamımı oluşturabiliyordum, bir çocuğun temel haklarından biri olan oyun oynama hakkımı sonuna kadar kullanabiliyor, arkadaşlarımla eğlenerek kurduğumuz oyunlarda yer alabiliyordum. Ailem mevsimlik tarıma fındık hasadına gittiği için genellikle okullar kapandığı vakitlerde yola çıkılırdı. Bu sayede okula düzenli devam edebildim. Fakat her çocuk benim gibi şanslı değildi Mart - Nisan ayı gibi olunca sınıfın yarısından fazlası göç yoluna gider ve okul dönemini çok az kişiyle tamamlardık.
ÇOCUK OLMAK HAKKINA SAHİP ÇIKMAK
2015 yılında mezun olduktan sonra bir süre ücretli öğretmenlik yaptım fakat zaman ilerledikçe farklı bir sektör olan sivil toplum ve özellikle mevsimlik tarım alanında çocuklara yönelik yürütülen çalışmalar dikkatimi çekmeye başladı. Hayata Destek Derneği Türkiye’de çocuk işçiliği sorunuyla mücadele kapsamında, çalıştırılan ve çalıştırılma riski altında olan çocuklara yönelik faaliyetler yürütüyor. Bu konuda özellikle mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarına odaklanıyoruz. Çocukların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, aile ve işverenlerin çocuk işçiliğinin zararları konusunda farkındalıklarının artırılması mevsimlik tarım sahalarındaki öncelikli hedeflerimiz. Yanı sıra çocukların çocuk olma haklarına sahip çıkmak, okullaşmaya yönlendirerek çocuğun güçlendirilmesine katkı yapmak da çalışmalarımızın ayrılmaz bir parçası. Ben de, Türkiye’de nüfusunun çoğu gezici mevsimlik tarım işçiliğinden geçimini sürdüren, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesindeki çalışmalarda görev alıyorum.
KARIŞMA BU BENİM HAKKIM
Çocukların farkındalıkları arttıkça bunun yaşamlarına etkilerini somut bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Örneğin bir çocuk grubuna çocuk hakları başlıklı farkındalık oturumu düzenledikten sonra gruptaki çocukların ebeveynlerinden aldığımız dönütşer bu oturumların gayet etkili olduğunu gösteriyor. Mesela bir anne şöyle demişti: “Çocuğuma burada oynama dediğimde çocuğum, anne bana karışma benim oyun hakkım var, güvenli olduğu sürece istediğim yerde oynarım diye yanıt verdi.’’ Dolayısıyla alıcı beyin olan çocuklar kendilerine aktarılan en ufak bir bilgiyi bile hayatlarına çok iyi şekilde yansıtabiliyor. Yeter ki o kapılar aralansın, yeter ki onlara kıymet verildiğini hissetsinler. Bu bağlamda verdiğimiz bilginin içeriğinin doğruluğu ve yaşa uygunluğu da elbette çok önem taşıyor.
ÇOCUK OYUNCAĞI DEĞİL
Çocukların tarım sahalarında değil; okulda, sokakta, parkta oyun oynamaları gerekiyor ve eğitimlerine devam edebilmeleri için bu döngünün içinden çıkarılmalılar. Çocukların çocukluğunu yaşayabilmesi, temel haklarına erişebilmesi, okula devam edebilmesi, bütünsel olarak desteklenmesi ve çalıştırılmaması için kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve bizlere; yani size, bize, onlara, herkese sorumluluk düşüyor. Yaşı yetişmeden yetişkin olmak zorunda kalmamaları için çocukların en temel haklarına erişimlerinin yolunu açmalıyız. Bu 12 Haziran’da çalıştırılan çocukların fiziksel ve psikolojik olarak aldığı hasara siz de ses çıkarın. Çünkü bu iş çocuk oyuncağı değil.
12 HAZİRAN DÜNYA ÇOCUK İŞÇİLİĞİ İLE MÜCADELE GÜNÜ NEDİR?
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 2002’de, çocuk emeğine ve onu ortadan kaldırmak için gerekli çabalara dikkat çekmek amacıyla bugünü Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü ilan etti. ILO verilerine göre, bugün dünya genelinde 152 milyon çocuk çalışıyor. Çocuk emeğine her sektörde rastlanmakla birlikte, çalışan çocukların yüzde 70’i tarım alanında. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), dünya üzerinde her 10 çocuktan birinin çalıştığını, Afrika ve Asya’da bu oranın daha da yüksek olduğunu ifade ediyor.