Güncelleme Tarihi:
BİR kentin değeri, o kentin sakinlerinin yaşadıkları yerlere gösterdikleri özenle bire bir ilişkilidir.
İzmir, tabiatın ayrıcalık tanıdığı bir yer.
Denizin kıyısında bir Akdeniz kenti.
Geçmişten gelen bir tarım ve ticaret merkezi.
Yanı sıra hizmetler sektörüne ilişkin büyük bir potansiyel barındırıyor.
Ancak bu kalitelerin günümüze tam anlamıyla yansıdığı söylenemez.
Her şeyden önce iç körfezin tertemiz olması gerekiyor.
Amacımız ne olmalı
Plajları, marinaları, kıyı parkları, kafeleri, yüksek standartlı yeme–içme mekanlarıyla bezenmiş bir İzmir’i oluşturabilmek farklılık yaratabilmenin ön koşulu.
Şüphesiz bir yeri lezzetlendirebilmek için tarihi ve kültürel ortamların, otantik alışveriş merkezlerinin de hayatın içine dahil edilmesi icap eder.
Tüm bunlar neden önemli?
Hiç kimse İzmir’e dair çılgın bir metropol koşuşturması hayal etmiyor. Ancak, İzmirli gibi yaşamaya devam ederken, yüksek katma değerli bir hizmetler sektörü oluşturmak, başta yerel yönetimler olmak üzere hepimizin amacı olmalı.
Zenginlik ve refah, bir kentin yüksek moralli olması demektir.
Zenginliği sadece gelir yaratıcı boyutuyla almamak gerekir.
Böylesi bir İzmir’de, herkesin, hepimizin, her seviyede sahip olduğu gayrimenkullerin değerleri bugünkünü katlayacaktır.
Bugün İstanbul, metrekaresi 15-20 bin ABD dolarına satılan gayrimenkullerden geçilmiyor.
30 yıl öncesinin mezbeleliği Barcelona’da, diyelim heves ettiğiniz bir yer almaya kalkın, istenilen rakamların İzmir’e kıyasla kaç kat olduğunu gördüğünüzde eksiklerinizin giderilmesinin öneminin farkına varırsınız.
Katkı için düşünmeli
Monaco’dan Cannes’dan hiç bahsetmiyorum, içiniz acıyor, hırslanıyorsunuz. İşte, bu bir “dolayısıyla zenginleşmek”tir.
Sözümüzü Ege Cansen’in bir saptaması ile tamamlayalım.
Bir ülkenin sahip olduğu patrimuanın (servetin) değeri, o ülkede yaratılan milli gelirin 20 katıdır. Tıpkı kiradan hareketle gayrimenkullerin değerlerinin belirlenmesi esası gibi, bu anlamıyla 800 milyar dolarlık bir ekonomiye sahip Türkiye’nin mülk değeri 16 trilyon dolardır. Bu rakama ormanlar, keşfedilmemiş ve kullanılmayan madenler... vs dahil değildir.
Dolayısıyla, menfaatlerimiz bu kadar açıksa, tüm İzmirlilerin ortak bir bilinçle kentin katma değerine katkı koyabileceği bir çaba içerisinde olması gerekiyor.
Diyeceğimiz, körfeze bir kibrit çöpü bile atan hepimizin şerrinden korkmalı, ötesinde “ben ilave ne taş koyabilirim” diye düşünmeye başlamalıdır.
Bugün yeni bir şeyler söylemek lazım
BU kadim topraklarda, Bizans’tan Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Türkiye’ye, ilk defa halk oyu ile bir devlet başkanı seçilecek.
Vaka, 1950 yılında bir başbakan seçmiştik ama cumhurbaşkanlığı bir ilk.
Üstelik hiçbirimiz demokrasi dışı bir yöntemle seçimimize bir engelleme geleceği endişe taşımıyoruz ya da asla kabullenmeyeceğimizi biliyoruz.
Geçmişe göre demokrasisini güçlendirmeye çalışan ve ekonomik gücünü gün geçtikçe artıran bir Türkiye’de, bu yeni iklimin ihtiyaçlarına en iyi yanıtı verebilecek kişi Cumhurumuzun yeni başkanı olmaya hak kazanacak.
Muhalefet sadece izliyor
Açık söylemek gerekirse, bu yeni sürece en hazır lider Tayyip Erdoğan gözüküyor. Gündemi belirliyor, yepyeni kavramlar ortaya atıyor, geniş kitleleri ikna ediyor, uluslararası toplumun bazı kurnaz uygulamalarına karşı çıkıyor, içinde Türklük kavramının ön planda olmadığı bambaşka bir “millilik” kavramını tartışmaya açıyor, Kürtlerle tarihi bir uzlaşmayı, ağır aksak olsa da kararlılıkla sürdürüyor, bu arada kırıyor, döküyor ama hep şaşırtıyor, kitlelerin heyecanını diri tutuyor, kendi doğrusu konusunda müthiş bir “ikna enerjisi” ortaya koyuyor.
Buna mukabil muhalefet partilileri sadece izliyor. Artık, haset mi, kızgınlık mı, kırgınlık mı, ne derseniz deyin, adeta “paralize” olmuş şekilde bir tavır üretemiyor.
Öyle anlaşılıyor ki, yeni Türkiye’de bir “zihniyet ihtilali” yaşamadıkları müddetçe “kenarda kalma” ihtimalleri giderek artıyor.
Bu yorumumuz bir AK Parti methiyesi değildir.
Muhtemelen, hali hazırda laik kesimle yaşadıkları hesaplaşma duygusu bir uzlaşı iklimine evrildikçe, tarafların birbirilerini tasfiye duyguları yumuşadıkça, muhalefetten önce kıyı seçmenini de kazanma taarruzlarına tanık olmaya başlayacağız.
Esasında şartlar çok dengesiz değil. “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni bir şeyler söylemek lazım” sözü hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Muhalefete önerimiz: “Nazar etme ne olur, çalış senin de olur”.