Oluşturulma Tarihi: Eylül 14, 2007 20:47
Ankara'da doğdu, eğitimini İstanbul’da tamamladı, İzmir’de yaşamaya karar verdi. Tarihle yoğurduğu belleği yıllar sonra meyve verdi. Bir bir yayınlandı kitapları. İlginç araştırmalar ve iddialar. Çok konuşuldu. Son kitabı da konuşulacağa benziyor. Araştırmacı, yazar Cahit Ülkü ile söyleştik.
Æ Mimarlık eğitimi aldınız, tarihle ilginiz nasıl başladı ve gelişti?Æ Lisede okutulan tarihin, övgüye dayalı yutturmaca olduğunu sezmiştim. Bu sezgi bana tarihle ilgili elime geçenlerin hepsini okuma alışkanlığı edindirdi. Okuduğumuz tarihin, resmi görüşlerin güdümünde yazıldığını, tarih bilincinin böyle oluşamayacağını saptadım. Böylece tarihe tutkum arttı. Bilgim arttıkça, aktarma sorumluluğu, tarih bilincinin oluşmasına katkı isteği ve geleceğe yaşadığıma dair iz bırakma arzusu, beni yazmaya yönlendirdi. Tabii süreç, onlarca yıl aldı.Æ "Övgüye dayalı yutturmaca tarih" sözünü açar mısınız?Æ Belge nitelikli yapılar, paralar, anılar, mektuplar, söylentiler tümüyle subjektif ve yorumla anlam kazanıyor. Sorgulayıcı ve işlek kafalar gerekli. Ama akademisyenlerin bazıları kolaycı yorumlar yapıyor. Bir örnek vereyim: Bir öyküye göre bir konuğu Osman Bey’e Kur’an verir. Osman Gazi kitabı karıştırınca "Bunu okuyamam, sen oku" der. Çoğu tarihçi buna dayanarak Osman Gazi’nin okuma yazma bilmediğini iddia eder. Ama Osman Bey, Bilecik Tekfuru ile yazılı anlaşmalar yapıyor. Bizans Valisi Mihal Bey’le dostluk kurup arazisiyle hizmetine katılmasını sağlıyor. Osmanlılar’ın yayılma politikası, tarihin en ustaca stratejilerinden birisi. Bunları yapabilen, evini sırtında taşıyan aşiretin okuma yazma bilmez reisi mi?
Siyasetle de ilgilendiCahit Ülkü kendisini şöyle anlatıyor: "Doyasıya mimarlık yaptım. 1980 darbesi, siyasetle yakın ilgilenmeme neden oldu. Bülent Ecevit’le tanıştım. Onun liderliğinde bu görüşü ve bir siyasi partinin nasıl kurulacağına ilişkin düşüncelerimizi yaymaya başladık. 'Kuruluş Hazırlıkları Sürdürülen DSP Geçici Yazışma Merkezi Sözcülüğü' yaptım. Sonra kendi isteğimle siyasetten çekildim. Bir arkadaş grubuyla sigortacılığa atıldık. 2 bin kişilik bir pazarlama örgütü kurduk ve bir yılda 117 bin kişiyi hayat sigortası kapsamına kattık. Daha sonra yazarlık başladı. Bazı derneklerde konferanslar veriyorum; beni en çok heyecanlandıran ise liselerde öğrencilere verdiğim konferanslardır. Ege Bölgesi’nde yayınlanan bir dergide makale yazıyorum."
Beş yıldır üzerinde çalışıyorumÆ "Son Hazaryalı" adlı eserinizde Osmanlı Hanedanıyla ilgili çarpıcı iddialar var. Benzer çalışmalarınız olacak mı? Yeni projelerinizden bahseder misiniz?Æ Artur Koestler batıya göçen Musevi Hazar Türkleri’ni araştırdı. Musevi Hazarlar’ın hepsi batıya mı gitti? Hazarlar’ın baş düşmanı Araplardı. Düşmanlığın, ülkelerini yakıp yıkan Müslüman istilacılara karşı olduğunu söyleyebiliriz. Anadolu’daysa, Hazarlarla dostluk kurmuş, bir imparatorları Hazar kağanının torunu olan Bizanslılar yaşıyordu. Bu coğrafya Hazar Türkleri için Doğu Avrupa’dan kuvvetli çekim merkezi değil mi? O halde Anadolu’ya göç eden Musevi Hazarlar, hangi izleri bıraktı? İki yıldır bunu araştırıyorum. Vardığım sonuca göre Anadolu Alevileri’nin ataları, Anadolu’ya yığılan Musevi Hazarlar’dır. Beş yıldır üzerinde çalıştığım ve II. Selim’in ilginç yaşamını anlattığım romanımda bu konuyu da işliyorum. Yanlış bilgi, yanlış yargılar ürettiÆ Geleneksel tarihe karşı çıkışın kaynağı nedir, tarih bilinci neden önemli?Æ Bizde tarih, ümmetten millet üretme ülküsünü gerçekleştirmek için gereğinden uzun süre ve dozda kullanıldı. Oysa araç olan tarih, kişiyi kısır önyargıların bataklığında eksik bilince sürükler. Irkçı ve ulusçu öngörülerle tarih bilgileri üretmek kitleleri yöneticilerin şakşakçısı haline getirmede etkin yoldur. Ama resmi ideolojiyle güdümlü tarihler uluslaşmayı desteklerken yanlı eğitimin deforme ettiği önyargılı gençler yetiştirir. Bu gerçek dışı tarih üretimi sonucunda çıkan "Cumhuriyet Muhafızları" neyi koruduklarını unutarak "Resmi Tarih" muhafızı oldu, halk yararına çalışan kalıcı bir demokrasinin önünü tıkayarak ülkeye kötülük ettiler. Resmi tarihler hem bazı bilgileri çarpıtır, hem de saklar.
Atatürk, "Misak-ı Milli başımıza bela oldu" dedi dersem, ortalık toz duman olur. Ama gelin İş Bankası’nın yayınladığı "TBMM Gizli Zabıtları"ndan bir pasajı okuyalım. 1. Lozan Konferansı görüşülürken Sırır Bey, "Misak-ı Milli’nin bendeniz muharrirlerindenim," deyince Mustafa Kemal şu yanıtı verir: "Keşke yazmaya idiniz. Başımıza çok bela koydunuz!" Bu söze ders kitaplarında rastlamak olanaksızdır. Kurtuluş Savaşı sırasında askere alınmamak için tetik tutan parmağını kesmiş hayli genç olduğu da pek bilinmez. Bir nesil, savaş yıllarında hainlerin hep çember sakallı hocalar arasından çıktığını gösteren filmlerle yanlışa koşullandırıldı. Oysa işbirlikçiler çoğu kez eşraftan, aydınlardan, bazen askerlerden çıkmıştır. İşte bu yanlış bilgi tabanı, yanlış yargılar üretti. Taassubu önleme uğruna sergilenen gerçeklere aykırı tutumlar milli mücadeleye katkı sağlayan samimi dindarların horlanmasına, giderek cumhuriyete ve cumhuriyetçilere yabancılaşmasına neden oldu. Ne yazık ki, tarihçilerimiz ve aydınlarımız böyle tutumların çarpık sonuçlar üreten gençler yetiştirdiğini, bu yüzden gelişim damarlarınızın tıkandığını fark edemediler ki etkin bir direnç sergileyemediler.