Güncelleme Tarihi:
Yolumuzu aydınlatanlar
KENTLERİ kent yapan, taşı toprağı, binaları yolları değil, yetiştirdiği ve onu yücelten kişilerdir. Halikarnas Balıkçısı ve Zeki Müren olmasaydı, Bodrum, bugünkü Bodrum olur muydu? Sanmıyorum
ŞÜKUFE Başman da yaşadığı kenti yüceltenlerden biri. Bugün 79 yaşında... Eğitimini en iyi şekilde tamamlamış, gerçek bir Cumhuriyet annesi. Aileden iyi bir eczacı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında yüksek öğrenim görmüş az sayıdaki genç kızlardan biri. 1938 yılında Eczacılık Okulu'na başladıktan bir hafta sonra Atatürk ölmüş, O'nun aziz naaşına Dolmabahçe Sarayı'ndan Haydarpaşa Garı'na kadar eşlik eden müthiş kalabalığın içinde o da vardır. Şükufe Başman okulu bitirdikten sonra, İzmir'e döner. Eczanenin başına geçer. 3 gecede bir gelen nöbetleri kendi tutar. Yalnız nöbet tutmakla kalmaz, o zamanlar bazı ilaçları eczacılar yaptığı için, laboratuvarda, ilaçlar, merhemler, gargaralar, yapar.
BİRGÜN köylülerin getirdiği yaralı bir kartalı tedavi eder, ancak yaşatmayı başaramaz. O kartalı gömmeye kıyamaz ve içini doldurarak, eczaneye koyar. Yıllar sonra kızı, bir ara kartalı kaldırır. Bütün müşteriler sözbirliği etmişcesine hesap sorarlar:Kartalımız nerede, ne yaptınız kartalımıza... O kartal nasıl eczanenin sembolü olduysa, Şükufe Başman ve onun gibiler de Karşıyaka'nın simgesi olmuşlardır artık. Yalnızca Karşıyaka'nın değil, Cumhuriyetin de simgesi olmuşlardır. Çünkü, Cumhuriyet ilkelerinin yaşaması için ne gerekiyorsa onu yapmıştır, öyle yaşamıştır Şükufe Başman.
BİR simge kadının bu örnek yaşamöyküsünü kısaltarak genç gazeteci Cevdet Florat'ın Atadost Yayınları arasında çıkan ‘O Bir Karşıyakalı’ adlı kitabından aldım. Bir Karşıyaka tutkunu olduğu anlaşılan Florat'ın kitabı her İzmirli'nin, özellikle de her Karşıyakalı'nın elinin altında mutlaka bulunması gereken bir kitap. Tertemiz baskısı ve dizaynıyla, doyurucu içeriğiyle, güzelim fotoğraflarıyla bir kaynak kitap. Kitapta, Selçuk Yaşar'dan Sancar Maruflu'ya, Erol Özışıkçılar'dan Kemal Baysak'a Karşıyaka'ya damgasını vurmuş ya da ömrünü adamış 51 kişinin yaşamöyküleri duru, samimi bir üslupla anlatılıyor.
Karlı dağdaki ışık
İSKENDER Iğdır, 17 Ağustos depreminde yaptıklarıyla 65 milyonun gönlüne taht kuran AKUT'un bir üyesiydi. Bu gencecik adam, başka hayatlar kurtulsun diye, girdiği bu gönül işinin parçası olan bir eğitim tırmanışına başlamıştı. Bir soğuk şubat günü, İskender koparılmış bir gelincik gibi karlı kayaların üstüne, acı haberi bir dinamit gibi yüreklerimize düştü. 3 gün düştüğü yerde kaldı. O güne kadar adını bile duymadığımız o genç adam için dualar ettik. Aldığımız hernefesi tutabildiğimizce içimizde tuttuk, ona can olsun diye. İki gün boyunca, o üşümesin diye daha sıkı sarındık yorganlarımıza, battaniyelerimize. Hep umutla bekledik sağ haberini, ama olmadı. İskender, bizim enkaz altındaki, kar fırtınalarındaki oğullarımıza, kızlarımıza nasıl sahip çıktıysa, şimdi İzmir Yalı'dan Gülizar Mantoğlu ve milyonlar ona sahip çıkıyor. Belki de hiç görmediği, o güne kadar adını bile duymadığı İskender için bir şiir yazıyor. Duru, içten ve duygulu:
ŞÜKUFE Başman ve İskender Iğdır... Birbiriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen iki insan. Biri bir meşale gibi Cumuriyetimizin yolunu aydınlatıyor. Onun içindir ki: Bütün iyilikler üstüne yağsın. Bütün sevgiler üstüne yağsın. Değerbilir gençlerin vefası üstüne yağsın.
DİĞERi, insanı hangi değerlerin insan yaptığının somutlaşmış bir örneği. Başka yaşamlar kurtarmak için, vurulmuş bir dağ kartalı gibi, koparılmış bir gelincik gibi, 31 yaşında, karların üstüne düşmüş. İnsanlığın yolunu aydınlatıyor. Onun içindir ki: Dünyanın bütün ışıkları üstüne yağsın. Üzerine düştüğü karların beyazlığı üstüne yağsın. Kuş sesleri ve menekşe kokusu ve ulu ağaçların serinliği ve bütün kır çiçekleri üstüne yağsın... T.K.
DAĞLARIN OĞLU
Başı dumanlı, başı karlı yüce dağım
Büyüledin yine,
Dağların oğlu sihrine kapılır.
Buza kesmiş hava kolay değil,
Adım adım zirveye ulaşır.
Bu adsız duygu, sonsuz doyumdur
Hücre hücre can, dolu dolu soluk
Çizgide yaşam soylu mutluluktur.
Ağrı'nın bağrında, gerçeğin kucağında
kar beyazı, güneş aydınlığında
Yaşamdan ölüme
Çoğalıp ışımaktır.
HAFTANIN ŞİİRİ
YAŞAYACAK CUMHURİYET
Bizim çocukluğumuzda
Başka kutlanırdı Cumhuriyet Bayramı.
Meydanlarda kurulan takları süslerdi
Bayraklarla, defne yaprakları.
Çalardı davul zurna,
İsteyen katılırdı, kasapla horona.
Çoluk-çocuk elde bayrak
bir o yana, bir bu yana koşardık
Yaşa, varol nidalarıyla
Coştukça coşardık
İşte, böyle kutlardık biz Cumhuriyet'i
Belki hiç düşünmeden
Cumhuriyet'in nasıl kurulduğunu.
Antep'te Şahin Bey'in vatan aşkı için
Düşman süngüsüyle delik deşik oluncaya kadar
Ölümüne vuruştuğunu...
Hasan Tahsin'in İzmir Konak'ta
Bağımsızlık için,
Düşmanın üzerine bomba atarak
Ölümle nasıl buluştuğunu
Ve Sütçü İmam'ın, Maraşta
Türk'ün şeref ve namusu için
Şahinleşerek
Düşman askerini nasıl vurduğunu...
Derin derin düşünmeliydik
Cumhuriyetin destanını
Cumhuriyet'in doğuşunu...
Düşünmedik, düşünemedik
Cumhuriyet'in değerini.
Susuz kaldı, ışıksız kaldı,
Cansız kaldı Cumhuriyet.
Horlandı, hırpalandı, yoruldu...
Bugün, gafletlere eklenmek üzere ihanetler
Ey toplumun gören gözleri...
Özümüzü, sözümüzü ölümsüzleştiren şairler,
Ey mürekkebi şehit kanından daha aziz alimler,
Ey karanlığa ışık olan aydınlar,
Ve ey halkın nabzını elinde tutan
Halkın kulağı, halkın dili yazarlar...
Hani, neredesiniz?
Gün, bu gündür.
Susmak değil, konuşmak günüdür...
Durmak değil, Cumhuriyet'i kucaklamak günüdür.
Duymuyor musunuz,
Edirne'de, Afyon'da, Ağrı'da, İzmir'de
Bir ses yükselmeye başladı Anadolu'da.
Bir ses yükseliyor Ankara'da, Anıtkabir'de
Bu ses, şühedanın sesi
Bu ses, Cumhuriyet'e can verenlerin,
kan verenlerin sesi.
Dinleyin, duyun bu sesi...
Cumhuriyet'i kutlamak yetmez
Korumak, sevmek, inanmak gerek.
‘‘Yaşa, varol’’ demekle
Yaşamaz Cumhuriyet.
Cumhuriyet'e ışık
Cumhuriyet'e güç,
Cumhuriyet'e nefes,
Cumhuriyet'e can ve kan olmak gerek.
Ve şimdi altmış beş milyon insan
Tek bilek, tek yürek, tek nefes
Haykırıyoruz dünyaya, bilsin herkes
Susmak gaflet, susmak ihanet....
Sonsuza kadar yaşatacağız,
Yaşayacak Cumhuriyet
Natık HACIÖMEROĞLU
ADI YOK
Gece yarısını vurunca saatler
Yorgun gönlümden firar eder hüzünler.
Bitkin, uykusuz düşünceler
Alır başını, karanlığa dalar gider.
Oysa, vefasızlığın adı yoktu
Olmadığın zaman hayalinin
Hayal gibi güzel gözlerinin
Deniz kokan ellerinin
Tıpkı vefasızlığın gibi
Adı yoktu...
Nefret ettim senden
Serseri sevginden, unutamadım.
Belki yoktun, belki bir daha olmayacaktın
Ama sevgin, ama vefasızlığın
Bir kurşun olup
Binlerce defa vurdu yüreğimden...
Buna da dayanırım hayat
Buna da dayanırım.
Belki senin için değil de
Sende kalan öbür yanıma ağlarım.
Umursamazsın, bir de üstüne gülüp geçersin
Kimbilir şimdi nasıl rahatsın
Yaşam girdabında ben yalnız
Sense, kendine bile aldırmazsın...
Bülent DEMİR
ÖZLERSEN
Gün gelir ellerimi özlerse bedenin
Rüzgarlara bırak kendini
Usulca dokunurum saçlarına
Pervasızca dolanırım bedenine
Gün gelir öpüşlerimi özlerse dudakların
Yağmurlara çevir yüzünü
Hasretle değerim yanaklarına
tutkuyla damlarım dudaklarına
Gün gelir beni özlersen
Rüyalarda ara
özlemle alırım kollarıma
sevgiyle sarılırım boynuna
Gün gelir özlersen
Gözlerini kapat ve hisset
Ben olurum yanında
Eser ASLANLI
YAĞMUR KAÇAĞI
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yoksa bir bir yıldızlar düşecek
Eğer şairsem beni tanırsan
Yağmurdan korktuğumu bilirsen
Gözlerim aklına gelirse
Elimden tut yoksa düşeceğim
Geceleri bir çarpıntı duyarsan
Telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu'ndan geçiyorum
Akşamsa eylülse ıslanmışsam
Beni görsen belki anlayamazsın
İçlenir gizli gizli ağlarsın
Eğer ben yalnızsam yanılmışsam
Elimden tut yoksa düşeceğim
Yağmur götürecek yoksa beni.
Attila İLHAN
İKİSİ
Her zaman
İki şey
Öldürür beni
Biri ekmek
Diğeri toprağın
Yağmur sonrası
Mis kokusudur...
Ekmek benim
Yaşam kavgamdı
Öldük uğrunda
Yersiz zamansız
Toprağın koynunda
Sarılıp yattığım
Kara sevdamdı
Birini ötekinden
Hiç ayırmadım
Selahattin SERT