Güncelleme Tarihi:
Yıllar önce,
Rahmi Kalaycıoğlu tarafından yayınlanan
“Türk Musikisi Bestekarları Külliyatı”nın
Sadettin Kaynak’a ayrılan 5. sayısının hemen başında,
Ünlü bestekarın el yazısı ile bir açıklama var:
“Yukarıda bulunan 14 adet bestemin notaları,
tarafımdan tetkik olunarak, baskısına müsaade olundu...”
İmzanın yanındaki tarih; 21.01.1960.
Yayın tarihi 1967 olan fasikülün ilerleyen sayfalarında,
Muhayyer makamında düyek bir şarkı var; güftesi Vecdi Bingöl’e ait.
Merhum Kaynak, bu eseri 1932 yılında İstanbul-Beyoğlu’nda bestelemiş.
“Bülbülüm gel de dile / Söyle benimle bile,
Sesini duyur ele / Çile bülbülüm çile...”
diye başlayan çok sevilen şarkının notasına bir de not düşülmüş:
“Bu şarkının plak, radyo ve konserlerde okuma hakkı,
kıymetli ses sanatkarlarımızdan Sayın Safiye Ayla’ya satılmıştır...”
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün web sayfasında,
“Telif Hakkı Kaç Yıl Süreyle Korunur?” sorusuna,
“Koruma süresi, eser sahibi yaşadığı sürece ve ölümünden itibaren 70 yıldır.
Eser sahibi tüzel kişiyse, koruma süresi aleniyet tarihinden itibaren 70 yıldır.
Sahibinin ölümünden sonra alenileşen eserlerde koruma süresi ölüm tarihinden sonra 70 yıldır.
Eser sahibi belli değilse, koruma süresi eserin aleniyet kazanmasından itibaren 70 yıldır.
Koruma süresi eser alenileşmediği sürece işlemeye başlamaz.
Koruma sürelerinin dolmasıyla birlikte eser sahibine tanınan mali haklar sona erer.
Bu sebeple koruma süresi dolmuş eserler,
eser sahibinden izin alınmaksızın serbestçe kullanılabilir” yanıtı verilerek
hayli açıklık getirilmiş olmasına rağmen,
şarkının, telif hakları açısından bugünkü durumunu net olarak bilmiyorum.
Tek bildiğim, alaturka sevenlerin dillerinden düşürmedikleri,
hatta son “çile”den sonra “Allah” nidalarıyla parlatılan meşhur bestenin,
“klozet temizliğinde kalıcı hijyen” söylemiyle kirletilerek,
bir reklam filminde ayağa düşürüldüğüdür.
Gerçi, “yoktan” bir reklam olmaktan fazla bir varlık gösterebileceğini sanmıyorum ama,
kitlelere malolmuş bir sanat eserinin, “serbest kaldı” diye,
sahneden indirilip “hela”ya sokulması, yaratıcılık filan değil,
en hafif tabiriyle, sanatçının-sanatçıların hatırasına saygısızlıktır.
Bazı şeyler, kanunla korunmaz, korunamaz; gerek de yoktur.
Onları sevgiyle, saygıyla, sanat algısıyla, estetik kaygısıyla,
kültür tarihinize sahip çıkarak, incelikle ve özenle koruyabilirsiniz.
Aksi taktirde, varlık sebebinizi,
sindirim sistemleri bir “hazım borusu”ndan ibaret olan kargalarla
aynı seviyeye indirirsiniz.
İnsana, aradaki fark sebebiyle “eşref-i mahluk”
(yaratılmışların içinde en şereflisi?!) diye seslenilmiştir.
Belki de diyeceksiniz ki,
Bach’ın Re minör Toccata ve Füg’ü, Mozart’ın 40. Senfonisi,
cep telefonu melodisi olarak kullanılmıyor mu? Ne var bunda bu kadar abartacak?
İkisi arasındaki farkı, sadece “Edep Ya Hu” isyanıyla açıklamak mümkündür.
Aynı coğrafyada, “Varşova Frédéric Chopin Havalimanı” da var çünkü...