Güncelleme Tarihi:
Kitaplarda okuduğunuz ‘‘zümrüt renkli çayırlar'' aslında çok yakınınızda. 50 yıl önce terkedilen Karacadağ Köyü, yeşilin ve zamanın koynunda, uykuda
DİNLENMENİN çeşitli yolları var. Ne bileyim, okursunuz, oturursunuz, uyursunuz, en çok sevdiğiniz işle uğraşırsınız, televizyon seyredersiniz. Ya da yeni yerler keşfetmek için yollara düşersiniz. Geçenlerde bir arkadaşım, ‘‘Gençler artık yürümeyi sevmiyor'' diyordu. Eğer siz onlardan değilseniz güzel bir önerimiz var. Bu haftaki rotamız 1950'lerde terkedilmiş yitik bir köy. Varacağımız yer kadar, yolculuğumuz da ilginç, maceralı. Tam oturarak dinlenmeyi sevmeyenler için. Trackingi seviyorsanız kalkın, sırt çantanızı hazırlayın. Üzerinize sizi sıcak tutacak, ama hafif bir şeyler, ayaklarınıza yürüyüş ayakkabılarınızı giyin, gidiyoruz. Bu hafta Değirmendere yakınlarındaki, 1950'lerde terkedilen Karacadağ Köyü'nü keşfedeceğiz.
Dere geliyor dere
GECE yağmur yağmış. Dağ yolu çamurlu. Toprak, derinliklerine kadar inen yağmur suyuyla yumuşamış. Yamaçta, başları sanki göğe değen, çam ağaçları pırıl pırıl. Dökülüp çürüyen çınar yaprakları ağaçların altında halı gibi. Yapraksız çalılar tomurcuklanmış, tek tük badem ağaçları çiçek açmış. Yumuşak topraktan başlarını çıkarmış mavi çiçekler, bir iki sarı papatya, erken baharı müjdeliyor. Etraf sessiz. Hani sinek uçsa duyulacak gibi. Ara sıra ormandan bir kuş çığlığı geliyor. Duyup bildiklerimden değil. Nerede acaba? Çantamı postacılar gibi boynuma çapraz astım. Eldivenli ellerimi polarımın ceplerine soktum. Mustafa, fotoğraf makinasının çantasını omuzlamış, onun da elleri cebinde. Doğanın ortasındaki bu yürüyüşe hemen yanımızda akan derenin tatlı şırıltısı eşlik ediyor. Mustafa derinden bir türkü tutturdu. Az sonra ona katıldım. Doğanın pırıltısı ve coşkusundan mı etkilendik ne, ilkokul çocukları gibi haylaz haylaz yürüyüp bir ağızdan ‘‘Dere geliyor dere/Kumunu sere sere'' türkü söylüyoruz.
Doğal piknik alanı
DERE iki kez daha yolumuzu kesiyor. Aynı yöntemle karşıya geçiyoruz. Artık bu işin ustası olduk. Yolun meyili düzeldi, yürüyüş daha kolay derken karşımıza balçık haline gelmiş bir gölcük çıkıyor. Çevreden taş toplayıp, geçit yapıyor ve bu zorluğu da aşıyoruz. Çantam gitgide ağır gelmeye başlıyor, yoruLdum mu ne? Parlayan, ancak fazla ısıtmayan güneşin altında yürürken birden doğanın hoş bir sürriziyle karşılaşıyoruz. Ağaçların altında yemyeşil bir düzlük. Doğal bir piknik alanı. Sözcüklerin yetersiz kaldığı bir güzellik. (Köye vardığımızda bu sözü erken kullandığımı farkedeceğim) Virajı dönünce derenin karşı kıyısında yitik köyü buluyoruz.
Sanki masal gibi
DERENİN kenarlarında birbirlerine karışmış ayak izleri. Acaba hangi hayvanlara ait? Kızılderili olmadığıma yanıyorum. O zaman doğayla ilgili her şeyi bilir, domuz mu, tilki mi, keçi mi, köpek mi demezdim diye yakınmam, nedense Mustafa'yı çok güldürüyor. Kayalardan sıçrayarak dereyi geçip, karşı kıyıya çıkıyoruz. Yol boyunca gözümüze çarpan boş fişek kovanları burada daha çok. Belli ki bizim yeni keşfettiğimiz yitik cenneti avcılar çok iyi biliyor.
YIĞMA taş duvarlar, zamanın ve doğanın koynunda sonsuz bir uykuda gibi. Çatılar çoktan çökmüş, duvarlar yıkılmış. Kimbilir kaç kişi bu evlerde doğdu, kaç kişi öldü, kaç kişi evlendi, mutlu, mutsuz, uzun, kısa kimbilir kaç hayat yaşandı? İçimi bir ürperti kaplıyor. Başkasının yaşamlarına giriyormuşum, onların mahremiyetine karışıyormuşum gibi. Tepenin üzerinde mimarisi köyün genel yapılarına benzemeyen büyük bir ev var. Köyün en zengininin evi olmalı. Pencerelerdeki demirler hala duruyor. Yanda yörede avcıların yaktığı ateşlerin izleri. Bir zamanlar hayvanların sulandığı yalağın kenarına oturup, yanımızda getirdiğimiz peynir ekmeği yiyoruz. Etraf göz alabildiğine yeşil, her yerde huzur hakim. Burası gerçekten cennet.
OSMANLI döneminde de yerleşim alanı olduğu bilinen köyün adının nereden geldiğini düşünüyorum. Birden gözlerimin önünde, yeşil çimenler üzerinde oynaşan karacaların hayali canlanıyor. Belki de, ne olduğunu bilemediğim izler karacalara aitti. Bu güzel köy adını alsa alsa doğanın bu zarif hayvanlarından almıştı. Rüzgar çıkıyor, oturduğum yerde üşüdüğümü farkediyorum. Aynı anda Mustafa'nın ‘‘Hadi yolumuz uzun'' diyen sesi beni hayallerimden uyandırıyor. Ben doyamadım. Siz yitik cennette istediğiniz kadar kalın.
Karacadağ Köyü'nün yığma taş evleri, zamana direniyor. Terkedileli 50 yıl olmuş, çatıları çökmüş. Ege mimarisinin özelliği ocaklar, tütmeyeli yıllar yıllar geçmiş.
MÜJDE, soğuk hava bölgemizi terkediyormuş. Yağış da beklenmiyor. Tracking için uygun bir hava.
NASIL GİDİLİR?
ADNAN Menderes Havalimanı'na giderken Menderes İlçesi'nin sapağından dönün. Yol ayrımında Kuşadası'nı gösteren tabelayı izleyip Değirmendere'ye gelin. İlköğretim okulunun sağındaki yolu izleyin. Tahtalı Baraj Gölü'nün çevresini izleyerek yola devam edin. Malta Mahallesi'ne gelmeden tepede beyaz üç katlı metruk bir yapı var. Buraya dönen kırmızı toprak yola girin. Tabela filan yok. Malta Mahallesi'ne kadar gidip yolu sorabilir, otomobilinizi buraya parkedebilirsiniz. Yolda karşınıza çıkacak dereleri ve iri kayaları aşacağınızı düşünüyorsanız, otomobiliniz altı alçak değilse Karacadağ Köyü'ne kadar 7 kilometrelik stabilize dağ yolundan gidebilirsiniz. Ama tracking keyfini alamazsınız. Eğer bisikletiniz varsa, yol bisiklet için çok uygun.