Güncelleme Tarihi:
BEKİR Altınok'un şiire ilgisi, sanatsever her genç gibi lise çağlarında başlamış. 1950'lerden sonra da yazmış ve hatırı sayılır dergilerde görünmeye başlamış, Türk Dili ve Varlık gibi. Bu hesaba göre Bekir Altınok tam 50 yılı aşkın bir süredir şiir yazıyor. Dile kolay, çoğu kişinin ömründen uzun bir süreyi, o ak kağıda bir ömrü satır satır dökmekle geçirmiş. Bekir Altınok'un çocukları var mı, onlara mal mülk bırakacak mı bilemiyorum. Ama elimdeki kitabı ‘‘Deniz Diyen Çocuk'' eğer varsa, çocuklarına bırakacağı en güzel miras bence.
DENİZ Diyen Çocuk'ta sanatçının, Türk Dili ve Varlık'ta yayınlanmış şiirleri ile yayınlanmamış yapıtları yer alıyor. Dili de anlatımı da yalın Altınok'un. Hiç süslemeden, konuşur gibi. Çok basit gibi görünen, ancak en zor anlatım türlerinden biri. Hele, şiirinin oluştuğu, olgunlaştığı 1955-1960 yıllarında, şiirimizi kasıp kavuran İkinci Yeni girdabına düşmeden böylesine yalın kalıp, kendini koruyabilmesi bana göre başlı başına övgüye değer.
Betimlemelerindeki içtenlik ve ustalık, şiirini okuyanı da oralara alıp götürüyor. Kuzeyde ormanlar içindeki dereye duyduğu özlemi siz de içinizde duyuyorsunuz onunla birlikte. Sanırım sanatçının çocukluk anılarından kalma bu özlem, sizi de sarıveriyor:
Kuzeyde ormanlar içinde
Bir dere vardı bilirsiniz
Taşlar, topraklar arasından
Denize bir deli gibi koşuyordu
Aşktan, acıdan habersiz
Üstünden bulutlar akıyordu.
Aslında denize koşan, kuzeyde ormanlar içindeki dere değil, ‘‘aşktan acıdan habersiz'' çocukluk günlerimizdi belki. Eyfel Kulesi'ni anlattığı şiirinde, ‘‘bulutlar alışmamış buralara'' derken, alışmayan kendisiydi belki. Deniz Diyen Çocuk da içimizdeki hiç yaşlanmayan çocuktu belki.
Can ile Canan arasında
Her satırında, denize özlemin, izlerini gördüğümüz Altınok, İzmir ile İstanbul arasına sıkışıp kalmış bir ruhun dalgalanmalarını ustaca yansıtıyor okuyana. İki kentten de vazgeçemeyen, hangisini daha çok seveceğini, tercih edeceğini bilememenin kararsızlığındaki sanatçı, belli ki denizlerin sonsuz enginliğinde huzur buluyor. Bu huzur duygusunu yalnızca kendisi duymuyor, bunu bize de aktarıyor. Örneğim şimdi ben, nerede olduğunu bilmediğim, var olup olmadığını bile bilmediğim Harmason Tepesi'nden denize bakmayı öyle çok istiyorum ki... T.K.
HİKAYE
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz.
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz.
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz.
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz.
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz.
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin
Benim doğduğum köyler de güzeldi
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz.
Cahit KULEBİ
BİR KIŞ GECESİ
Kamersiz bir gece
Her yer ıssız ve beyaz
Etrafta kol geziyor soğuk, ayaz
Esen fırtınayla tipi de cabası
Yıldızlar bile semada
Bir üzüm karası.
Soğuktan donmak üzere olan
Bir garibin iniltisi
Ve aç kurtların uluması
Rüzgarın uğultusunu boğuyor gibi.
Dışarıda her yer kar
Bu ayaz gecede
Dallarda titreşir kuşlar.
Ey kadın gelme
Dizlerin yorulur,
Ayakların kara batar üşürsün
Bu kış mevsiminde ben mahzun,
Gece mahzun.
Hayır sakın gelme!
Ocak sönmüş, lamba ışıksız
Bırak beni yapayalnızlığıma
Ne olur gelme
Bu boş kalan soğuk odama...
Metin DİKİŞ .....
KAL YÜREĞİMDE
Gözlerini çizdim
Mavi denizlere.
Kahkahanı çizdim
Esen rüzgara.
Ayın şavkından koparıp
Dudağını çizdim.
Nefesini çizdim
Yıldızların sıcaklığında
Tamamladım seni, tamamladım
Nokta nokta.
Sevdanı çizdim
Tanrı'nın yüreğinde
Kopardığım aşkla.
Yakaladım sonsuzluğu,
Ölüme bir çizik
Zamana bir duman
Sensizliğe bir çığlık,
Yokluğa bir işaret çizdim.
Gönlüme çizdim, karaladım
Doyuncaya kadar
Buldum aradığımı,
Sevginin ışık kümesinde
Çizdim güneşi gözlerine,
Sen güneş gibi doğ
kal yüreğimde.
Selahattin SERT
Haftanın şiiri
ELVEDA DEĞİL, MERHABA AYRILIK
Canı sıkılmalara direnemiyor duygularım.
Yanar çimen, üzülür yağmurun gidişine.
Bakar gözüm, damlar iki pınarım.
Dediğin, gidişinize şiir yazmayacağım.
Dalıp merdiven başının sabah tebessümlerine
Yetim günaydınları ağlatmayacağım.
İyi de, ayrılığın elvedasına,
Hiç alışamıyor, hiç dayanamıyorum.
Daha yüzyıl olsa da kahvenin hatırına,
İçimdeki bir yüreklik isyanı durduramıyorum.
Biz, elvedalara değil, merhabalara alıştık.
Diyorum ki şimdi, anlaşalım bir inceden.
Bir çarpı koyalım elvedasına ayrılığın
Ve bir anlık dinlenişinizdeki soluk alıştan
Ve bir rüzgarlık esintide, o gün batışından
Elveda değil, merhaba ayrılık.
Ali İŞÇİMEN
BU KİMLİK SİZİN
Yazın kadınlar
Kaydedin/ raptedin
Zaptedin kendi hayatınızı
Kalemle kağıda yazın
Fırçayla tuvale yazın
İğneyle kumaşa yazın
Işıkla fotoğrafa yazın
Notaları havalara savurup
Türküye yazın
derdinizi/ neşenizi
öfkenizi / çilenizi
yazın çizin kaydedin
var olana var deyin
Belge kalsın hepinizden
Oğullarımıza, kızlarımıza
Kara gözlülerimize
‘Bu anamızdan kaldı' desinler
‘‘teyzemizden, halamızdan,
yengemizden, ninemizden miras' desinler.
Kim olduğumuzu bilsinler
Yüzyıl, bin yıl sonra bile
Yaşadığımızı belgelesinler.
Dökün kimliğinizi kumaşa,
nakışa, taşa, tuvale, kağıda, filme
Soyunuzdan olan, olmayan kişiler
‘Bir Nimet halamız varmış' desinler,
‘Bir Süheyla Ninemiz gelmiş geçmiş,
Bak şu işlediği nakış, yazdığı şiire,
Yaptığı resme bi bak!
Ne kadınmış ama' diye ansınlar.
Yeniden kurgulasınlar sizin yaşadıklarınızı,
İbret alsınlar ürettiklerinizden
Üstüne isminizi de yazın hanımlar/canlarım/
Utanmayın kimliğinizden
Ayşe Lahur KIRTUNÇ