O çocuk kim acaba

Güncelleme Tarihi:

O çocuk kim acaba
Oluşturulma Tarihi: Mart 21, 2000 00:00

Haberin Devamı

BEKİR Altınok'un şiire ilgisi, sanatsever her genç gibi lise çağlarında başlamış. 1950'lerden sonra da yazmış ve hatırı sayılır dergilerde görünmeye başlamış, Türk Dili ve Varlık gibi. Bu hesaba göre Bekir Altınok tam 50 yılı aşkın bir süredir şiir yazıyor. Dile kolay, çoğu kişinin ömründen uzun bir süreyi, o ak kağıda bir ömrü satır satır dökmekle geçirmiş. Bekir Altınok'un çocukları var mı, onlara mal mülk bırakacak mı bilemiyorum. Ama elimdeki kitabı ‘‘Deniz Diyen Çocuk'' eğer varsa, çocuklarına bırakacağı en güzel miras bence.

DENİZ Diyen Çocuk'ta sanatçının, Türk Dili ve Varlık'ta yayınlanmış şiirleri ile yayınlanmamış yapıtları yer alıyor. Dili de anlatımı da yalın Altınok'un. Hiç süslemeden, konuşur gibi. Çok basit gibi görünen, ancak en zor anlatım türlerinden biri. Hele, şiirinin oluştuğu, olgunlaştığı 1955-1960 yıllarında, şiirimizi kasıp kavuran İkinci Yeni girdabına düşmeden böylesine yalın kalıp, kendini koruyabilmesi bana göre başlı başına övgüye değer.

Betimlemelerindeki içtenlik ve ustalık, şiirini okuyanı da oralara alıp götürüyor. Kuzeyde ormanlar içindeki dereye duyduğu özlemi siz de içinizde duyuyorsunuz onunla birlikte. Sanırım sanatçının çocukluk anılarından kalma bu özlem, sizi de sarıveriyor:

Kuzeyde ormanlar içinde

Bir dere vardı bilirsiniz

Taşlar, topraklar arasından

Denize bir deli gibi koşuyordu

Aşktan, acıdan habersiz

Üstünden bulutlar akıyordu.

Aslında denize koşan, kuzeyde ormanlar içindeki dere değil, ‘‘aşktan acıdan habersiz'' çocukluk günlerimizdi belki. Eyfel Kulesi'ni anlattığı şiirinde, ‘‘bulutlar alışmamış buralara'' derken, alışmayan kendisiydi belki. Deniz Diyen Çocuk da içimizdeki hiç yaşlanmayan çocuktu belki.

Can ile Canan arasında

Her satırında, denize özlemin, izlerini gördüğümüz Altınok, İzmir ile İstanbul arasına sıkışıp kalmış bir ruhun dalgalanmalarını ustaca yansıtıyor okuyana. İki kentten de vazgeçemeyen, hangisini daha çok seveceğini, tercih edeceğini bilememenin kararsızlığındaki sanatçı, belli ki denizlerin sonsuz enginliğinde huzur buluyor. Bu huzur duygusunu yalnızca kendisi duymuyor, bunu bize de aktarıyor. Örneğim şimdi ben, nerede olduğunu bilmediğim, var olup olmadığını bile bilmediğim Harmason Tepesi'nden denize bakmayı öyle çok istiyorum ki... T.K.

HİKAYE

Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz.

Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz.

Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz.

Benim doğduğum köylerde

Şimal rüzgarları eserdi

Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır

Öp biraz.

Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz.

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin

Benim doğduğum köyler de güzeldi

Sen de anlat doğduğun yerleri

Anlat biraz.

Cahit KULEBİ

BİR KIŞ GECESİ

Kamersiz bir gece

Her yer ıssız ve beyaz

Etrafta kol geziyor soğuk, ayaz

Esen fırtınayla tipi de cabası

Yıldızlar bile semada

Bir üzüm karası.

Soğuktan donmak üzere olan

Bir garibin iniltisi

Ve aç kurtların uluması

Rüzgarın uğultusunu boğuyor gibi.

Dışarıda her yer kar

Bu ayaz gecede

Dallarda titreşir kuşlar.

Ey kadın gelme

Dizlerin yorulur,

Ayakların kara batar üşürsün

Bu kış mevsiminde ben mahzun,

Gece mahzun.

Hayır sakın gelme!

Ocak sönmüş, lamba ışıksız

Bırak beni yapayalnızlığıma

Ne olur gelme

Bu boş kalan soğuk odama...

Metin DİKİŞ .....

KAL YÜREĞİMDE

Gözlerini çizdim

Mavi denizlere.

Kahkahanı çizdim

Esen rüzgara.

Ayın şavkından koparıp

Dudağını çizdim.

Nefesini çizdim

Yıldızların sıcaklığında

Tamamladım seni, tamamladım

Nokta nokta.

Sevdanı çizdim

Tanrı'nın yüreğinde

Kopardığım aşkla.

Yakaladım sonsuzluğu,

Ölüme bir çizik

Zamana bir duman

Sensizliğe bir çığlık,

Yokluğa bir işaret çizdim.

Gönlüme çizdim, karaladım

Doyuncaya kadar

Buldum aradığımı,

Sevginin ışık kümesinde

Çizdim güneşi gözlerine,

Sen güneş gibi doğ

kal yüreğimde.

Selahattin SERT

Haftanın şiiri

ELVEDA DEĞİL, MERHABA AYRILIK

Canı sıkılmalara direnemiyor duygularım.

Yanar çimen, üzülür yağmurun gidişine.

Bakar gözüm, damlar iki pınarım.

Dediğin, gidişinize şiir yazmayacağım.

Dalıp merdiven başının sabah tebessümlerine

Yetim günaydınları ağlatmayacağım.

İyi de, ayrılığın elvedasına,

Hiç alışamıyor, hiç dayanamıyorum.

Daha yüzyıl olsa da kahvenin hatırına,

İçimdeki bir yüreklik isyanı durduramıyorum.

Biz, elvedalara değil, merhabalara alıştık.

Diyorum ki şimdi, anlaşalım bir inceden.

Bir çarpı koyalım elvedasına ayrılığın

Ve bir anlık dinlenişinizdeki soluk alıştan

Ve bir rüzgarlık esintide, o gün batışından

Elveda değil, merhaba ayrılık.

Ali İŞÇİMEN

BU KİMLİK SİZİN

Yazın kadınlar

Kaydedin/ raptedin

Zaptedin kendi hayatınızı

Kalemle kağıda yazın

Fırçayla tuvale yazın

İğneyle kumaşa yazın

Işıkla fotoğrafa yazın

Notaları havalara savurup

Türküye yazın

derdinizi/ neşenizi

öfkenizi / çilenizi

yazın çizin kaydedin

var olana var deyin

Belge kalsın hepinizden

Oğullarımıza, kızlarımıza

Kara gözlülerimize

‘Bu anamızdan kaldı' desinler

‘‘teyzemizden, halamızdan,

yengemizden, ninemizden miras' desinler.

Kim olduğumuzu bilsinler

Yüzyıl, bin yıl sonra bile

Yaşadığımızı belgelesinler.

Dökün kimliğinizi kumaşa,

nakışa, taşa, tuvale, kağıda, filme

Soyunuzdan olan, olmayan kişiler

‘Bir Nimet halamız varmış' desinler,

‘Bir Süheyla Ninemiz gelmiş geçmiş,

Bak şu işlediği nakış, yazdığı şiire,

Yaptığı resme bi bak!

Ne kadınmış ama' diye ansınlar.

Yeniden kurgulasınlar sizin yaşadıklarınızı,

İbret alsınlar ürettiklerinizden

Üstüne isminizi de yazın hanımlar/canlarım/

Utanmayın kimliğinizden

Ayşe Lahur KIRTUNÇ

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!