Güncelleme Tarihi:
BU haftaki konuma girmek için iki hikaye anlatacağım.
ÜNLÜ Roma İmparatoru Sezar'a çevresindekiler hep ‘‘Tanrı'' diye hitap ederlermiş. Bu hitap şeklinden çok sıkılan büyük komutan, büyük devlet adamı bir gün en yakın arkadaşına dert yanmış:
BUNLAR bana Tanrı diyorlar ama, Tanrı olmadığımı her gün oturağımı döken adam bilir.
* * *
TAVUS kuşlarının erkekleri belki de dünyanın en güzel hayvanlarından biridir. Bu kuşlar, rengarenk kanatlarını açıp, ‘‘Şu dünyada benden güzel var mı?'' havası içinde salına salına dolaşır, gözleri vücutlarına göre çok çirkin olan ayaklarına baktıkları zaman kanatlarını indirirlermiş.
BURADA çıkan sonuç: Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır.
BİZDE de çok güzel bir láf vardır: Şeyh uçmaz, müritleri uçurur.
* * *
BU hikayelerden sonra asıl konumuza geliyorum. Bilirsiniz; bakanlarımızda, valilerimizde, bürokratlarımızda, belediye başkanlarımızda önü alınamayan bir araba saltanatı vardır. Bu virüs, günümüzde öylesine yayılmıştır ki, neredeyse her bakanlık, her valilik, her belediye araç filoları kurmuşlardır.
LÜKSÜ, güvenlisi, arazisi...
BİRİ ‘‘Bu kadar saltanata ne gerek var'' demeye görsün; cevap hazırdır: Canım koskoca Türkiye'nin koskoca bilmem ne bakanı, bilme nerenin valisi, bilmem nerenin kaymakamı, bilmem nerenin belediye başkanı.
HATTA ilave ederler: Bunlar az bile...
* * *
HER biri 3 haneli milyarlarla ifade edilen Mercedes, BMV konvoyu ile bir kasabada bir kaç dakikalık mola veren bakana yaklaşan bir vatandaş, elektrik yok, su yok, yol yok dese, cevap hep hazırdır: Bütçe malum, yakında ödenek çıkaracağım...
BİR kasabası, ilçesi, hatta il merkezi elektrik, su, yol gibi, bir çok ülkenin en az 50 yıl önce terk ettiği sorunlarla uğraşıyorsa o ülke ‘‘koskaca'' değildir. O bakan da ‘‘koskoca'' bir ülkenin ‘‘koskoca'' bakanı değildir. Onu ‘‘koskoca'' Türkiye'nin ‘‘koskoca'' bakanı diye alkışlayan ‘‘müritleri'' uçurmuştur. Oysa, tavus kuşu örneğinde olduğu gibi, çevresindeki sorunlara bakabilme erdemini yakalayabilse, böyle bir lüks içinde olma hakkına kendisinde bulamaz. Hatta utanır.
* * *
BAZEN arkadaşlarımız bir haber geçer; bilmem nerenin valisi, dağ köylerine rahat ulaşabilmek için özel idare kasasından lüks bir jip aldırmış... Koskoca valinin gittiği, asfalt görmemiş, kanalizasyon tanımamış köyler koskoca mı? Geçtiği yollar koskoca mı?
BİR çok belediye başkanımız, her gün değişik bir makam aracına biniyor. Belki biliyorsunuzdur, yıllar önce alınmış bir karar var:
Büyükşehirler haricindeki belediye başkanları yabancı marka araç kullanmayacak. Ama bir bakıyorsunuz, yerli araca binen yok. Bir yolunu bulup, yasağı delmişler. Bir çoğu da makam otomobilini, Renault Safrane yapmış. Bu bir tür cinlik... Renault'un Safrane'ı yabancı araç değil mi?
MAKAM otomobillerini en iyi markalardan seçen belediye başkanlarının hizmetleri de en iyi mi? Başkanı oldukları kentin altyapısı, yolları, kaldırımları kullandıkları makam araçlarının lüksüne, gelişmişliğine uygun mu? Lafı uzatmayalım... Görünen köy klavuz istemez...
* * *
ŞU ‘‘koskoca'' sözüne öteden beri hep takılırım. İşine geldiği zaman ‘‘koskoca'' láfını kullananlara sormak lazım, bunca sorunlarla boğuşan bir ülke ‘‘koskoca'' olabilir mi? Müritleriniz, sizin ayağınızı yerden kesmiş. Salına salına kabarıp duracağınıza, bir de ‘‘ayaklarınıza'' bakma olgunluğunu yakalayın.
KOSKOCA Türkiye, makam araçlarının lüksü, performansı, modeli ile olmaz. Koskoca Türkiye, sorunsuz kentleri, kasabaları, köyleriyle olur.
HADİ o koskoca Türkiye'yi yaratın, o zaman dilediğiniz makam aracı sizlere anamızın ak sütü gibi helal olsun.
YOKSA, o makam araçlarınız, ‘‘kel başa şimşir tarak''tan başka bir şey değildir.