Güncelleme Tarihi:
CUMA akşamı Ödemişliler Derneği'nin düzenlediği geceye katıldım. Böyle gecelere katılmak eski dostları görmek, yeni dostluklar edinmek açısından iyi oluyor. Liseden arkadaşlarım Beyhan Genç- İlhan Genç, Leziz Yılmaz-Abdullah Yılmaz, Hakkı Bey ve eşi aynı masaya oturduk. Bekir Yağcıoğlu ve böyle gecelerde bizi hiç yalnız bırakmayan sevgili öğretmenim Hikmet Saygılı'yla biraz lafladık. Bu sırada Kemal Aydın geldi. ‘‘Usta ne haber’’ dedi ve arkasından kötü haberi verdi. ‘‘Biliyorsun değil mi’’ dedi, ‘‘Şener öldü’’. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Zaten bir süre birşey de demedim.
(Şener bizim ortak arkadaşımızdı. Benim çocukluk, gençlik arkadaşım. Lise yıllarımda tek esnaf arkadaşımdı. O, marangoz suretinde bir sabır ustasıydı. Çoğu günler, Çetin Gacar, Okay Hazer, Ali Bıçakçı, Mahmut Rıfkı Özakıncı ve diğerleri ile birlikte olurduk. Sonra, daha başımızdaki kavak yelleri dinmeden, kimimiz Konya, kimimiz Ankara, kimimiz Balıkesir üniversite ya da eğitim enstitülerine savrulup gittik. Benim payıma İstanbul düştü.)
‘‘Daldın gittin usta’’ dedi Abdullah Yılmaz. ‘‘Eğlenmeye geldik buraya.’’ Çevreme baktım. Yüzlerce Ödemişli, sahnedeki genç şarkıcıya eşlik ediyordu. Herkes buraya eğlenmeye gelmişti. Bu tür geceler de bu yüzden iyi oluyordu. Her ne kadar, her geçen yıl tanıdıklar birer birer azalıp, tanımadık yüzler hızla artsa da.
(1965 yılıydı. bıyıkları yeni terlemiş bir üniversite öğrencisi olarak İstanbul yollarına düşerken, Şener'i ve ilk gençliğimi Ödemiş'te bırakmıştım. İlk gençliğim hep orada kaldı, ama o bir yıl sonra İstanbul'a geldi. Açtığı işyerinin yanısıra, ünlü Bayramoğlu Otel'in marangozluğunu da yapıyordu. Bir gün beni de otele götürdü. Otel sahibine ‘‘Kalfam’’, bana da ‘‘Keyfine bak, ortalıkta da pek görünme’’ dedi. Elbette ki mumumuz, yatsıya kadar yanmıştı. Bir gün plajda güneşlenirken, otel sahibi geldi. ‘‘Kalfa‘‘ dedi, ‘‘Şuraya birkaç kama çak da, yapacağımız balıkçı meyhanesi için ağları tuturalım’’ Ne diyeceğimi şaşırdım. Duyulur-duyulmaz bir sesle, ‘‘Alet-edavat Şener ustada’’ dedim. Ben ne diyeceğimi bilmiyordum ama, o benim bir şey bilmediğimi bilmişti. ‘‘Neyse’’ dedi, ‘‘Şu sandalyelerin bacakları yarısından kes bari’’. O gün kollarım kopana kadar saldalye bacağı kestim ve gücüm tükendiğinde de, kimseye haber vermeden oteli terkettim.)
SICAK GECENİN SOĞUK ANISI
BİRDEN salonda ses kesildi. Sahneye Ödemişlilerin çok sevdiği TRT İzmir sanatçılarından Osman Kalay çıkmıştı. Bana göre Osman Kalay hakettiği yere gelemeyenlerdendi. Gürül gürül bir sesi vardı. Doğrusu şovu da iyi beceriyordu. O sahneye çıkınca, Ege türküleriyle kendimizi buluyor, Ödemişlileri karikatürize ettiği şovunda, gülmekten kırılıyorduk. Salon, mayıs sıcağının etkisiyle boğucu bir hal almaya başlamıştı. Buram buram terliyordum.
(Oysa 1967'nin kışında ne soğuk olmuştu. Günlerdir kar yağıyordu. Şener'in evinin bulunduğu Kadıköy Meydanına açılan sokaklardan birindeydim. 3 katlı bir Rum evinin üst katında oturuyordu. Kapıda zil yerine çevirdikçe keskin çan sesi çıkaran bir düzenek vardı. Sesi hoşuma giderdi ve kapıya varınca, defalarca çevirir, onu kızdırırdım. O gün hoşlanmaktan değil, donmak korkusundan çevirdim çanı defalarca. Evin içi sıcacıktı. Cumbaya oturduk. Bir güzel konyak içtik. Sanki dünyanın bütün karı İstanbul'a yağıyordu. Sokak lambalarının huzmesinde yere dökülen karlar, müthiş bir fotoğraf oluşturuyordu. Bir de o evin tavanına rengarenk boyanmış tahtadan kuşlar ve güneş nakşetmişti ustanın biri. Ağzında ipliğe benzeyen birşeyler taşıyan tahtadan kuşlarla birlikte, sabrını ve aşkını da nakşetmişti.)
UZAK YILLARDAN
BİRDEN bir uğultu koptu. Sahnede Ödemişlilerin ‘‘Gözlüklü Efesi’’ Yüksel Kabaroğlu ‘‘Hey gidinin Efesi’’ni döktürüyordu. Ona bakarken, ensemden ‘‘Merhaba Talat’’ dedi, uzak yıllardan bir ses. Başımı çevirdim, Çetin Gacar'dı. Tam 35 yıldır görmediğim Çetin. Kurulmuş gibi eski günlerden söz ederken ‘‘Aynur da burada’’ dedi, bir masayı işaret etti. Aynur ortaokul ve liseden arkadaşımdı ve lisede gerçek dostlarımdan Çetin Gacar'ın eşiydi. Tanıyamam, pot kırarım endişesiyle, ‘‘Hangisi oğlum, ayıp etmeyelim’’ dedim. ‘‘Üçüncü masada, baştan ikinci’’ dedi. Kalktım gittim. İnanılmaz derecede değişmeyenlerdendi. Sanki lise yıllarının Aynur'unun bir kaç yaş büyüğüydü. O birşeyler söylüyor, şiir köşesini izlediğini anlatıyor, bense lise yıllarımı sanki yeniden yaşıyordum. ‘‘İnsan’’ dedim içimden. ‘‘Her insan çocukluğunu cebinde taşımalı. Çocukluğu her zaman yanında olmalı ki, gerektiğinde çıkarıp kullanabilsin.’’ Sanki o an, çocukluğumu cebimden çıkarıp kullanıyordum. Sonra salondan çıkıp, serin mayıs gecesine daldım. Otoparkçı, ‘‘Abi, canın sıkkın gibi’’ dedi. Tutup ona, Şener'in öldüğünü söylemenin bir anlamı yoktu. Söylesem ne olacaktı. Şener'i zaten tanımazdı ki. T.K.
UYUMLU ZAMAN
her gün dönümü sen
kızıl çiçeğiydin ufuk çizgimin
yüzümü öperek girdin kanıma
kanım oysa rengindi senin,
yüzündü, güle öykünen
soyunarak
danseden uyumlu zaman
gül taşırdı yüzüme senden
yüzüm şimdi bana
çok uzak
ayrılığı kuşanan
gün de soldu!.. gökyüzü ıslak
ıslak baktı durdu... dilin: eksilen
günlerin hoyrat yolcusu
gibi, eğilirken hüzün
ikindilerinde...
o uyumlu zaman şimdi
akıp giden su, açıp giden
kuş oldu
avuçlarımda
sen geri dönmeyen
geçmişimle aklımda
Ládesimdesin!
Mehmet Sadık KIRIMLI
(Atadost Şiir Yarışması birincisi)
HAFTANIN ŞİİRİ
SESİN NEREDE
Bedelini alamamış yosmalara
Harçlıksız kalmış öğrenciye dönüyorum
Sen yoksan
Kurşun yemiş güvercin
Yolunmuş karanfil oluyorum
Kendi kendimi vuruyorum, vurgun yiyorum
Vurguna getirilmiş
Ağır sağanak sevdamdan
Sen yoksan
Kötü oluyorum
Kötürüm oluyorum
Sen yoksan sövüyorum
Türkümüzü söylüyorum
Makineye kafa atıyorum
İt gibi üşüyorum mart ayazında
Kulübenin camına
İsminin baş harfini yazıyorum ‘‘S’’
Ve tırnaklarımı yiyorum
Sıradakine sataşıyorum
Dayak yiyorum
Acil servis koridorlarında
acil olmayan müdahalelerin
Muhatabı oluyorum
İsmimi soran doktora, senin ismini veriyorum
Küfür yiyorum senin yokluğunda
Faili meçhullerin faili gibiyim
Müştereken imza altına alınan tutanaklarda
Parantez içi müştekiyim
Parantez dışı sanık
İş bu tutanak diye bitiriyor yazıcı
Sen nerdesin, sesin nerede
Salih Zeki MENGE
HOŞGELDİN BEBEĞİM
Sen küçük meleğim
Benim uğur böceğim
Sen nadide çiçeğim
Hoşgeldin sen bebeğim
Günlerdir annenle biz
Hayal kurduk ikimiz
Ya oğlan ya da bir kız
Hoşgeldin sen bebeğim
Bize müjdeler verdin
Evimize hoşgeldin
Yuvanı sen de sevdin
Hoşgeldin sen bebeğim
Yumuk yumuk ellerin
Minnacık o yüreğin
Ne söylüyor dillerin
Hoşgeldin sen bebeğim
Bu dünya seninle hoş
Kalbimiz sensiz bomboş
Tıpış tıpış bize koş
Hoşgeldin sen bebeğim
Mehmet AKÇAY
HAYATIN HIZLI NEHİRLERİ
Hayatın hızlı nehirlerinde sürükleniyoruz
Tanrım şimdi neredeyiz
Yarın neler olacak:
Yaşamak derin bir rüya
Uyanmak istemiyoruz
Mutluluk okyanuslarının derinliklerinde
Bir avuç kum
Gökyüzünde bir parça bulut
Bir ömür onu aramakla geçiyor
Umutsuzluk dağlardan kopan bir çığ
Her defasında bizi farklı yönlere götürüyor
Hayat bir fırtına
Asla tututnamıyoruz
Ayhan DEMİR
SEN DE İYİ MİSİN
Uzun zamandır
Dört duvar arasındayım.
Özlemlerim çoğaldı
Gözlerim yalvarmaya başladı
Ne olur bizi bu kadar ağlatma diye.
Geçen bahardan beri
Bahçemdeki gülleri göremiyorum.
Her halde iyidirler.
Ya sen, ya sen tatlı bebek
Sen de iyi misin?
Uzun zamandır
Yüzünü göremiyor
Sesini duyamıyorum.
Herhalde iyisindir
Öyle değil mi?
İyi olduğunu söyler misin bana
Mutlu olduğunu
Güldüğünü, coştuğunu
Merak edilecek birşey olmadığını
Ama merak ediyorum
Tatlı bebek.
Merak ediyorum ben seni
Herhalde iyisindir, öyle değil mi?
Gülderen KÜÇÜK
SEVGİLİYE ÇAĞRI
Sen gülerken
Güller açar yüzünde
Kapanıp ağlamak
İsterim dizlerinde
Gel sevgilim
Uçalım gökyüzünde
Durmadan koşalım
Mutluluğun peşinde
Bundan büyük bir sevgi
Acaba var mı yeryüzünde
Biçare gönlüm ve kalbim
Yalnız sende
Hadi durma gel
Bir karanlık gecede
Birbirimize sarılıp
Yanalım aşkımızın ateşinde
Mehmet BORA
SEN VARSIN
Gönül tezgahımda şiir dokudum
İlmek ilmek nakışında sen varsın
Aşkın kanunun okudum
Madde madde yazısında sen varsın
Suyusun sen hayat denen şişenin
Sebebisin kadeh ile neşenin
Sevda cephesinde şehit düşenin
Donuk donuk bakışında sen varsın
Seninle herşey bana bahar
Yaprakta yeşilin, gülde kokun var
Yama yama kalbimdeki yaralar
Sıra sıra dikişinde sen varsın
Niğmet TÜRKAN