Güncelleme Tarihi:
Bu projeyle Büyükşehir, orta halli ve orta halin altındaki ailelerin kapısını çalıp 15 günde bir 4 litre süt bırakıyor. Tam 46 bin aile... Biz de sabahın erken saatlerinde takıldık ekiplerin peşine, kapıları çaldık. Her kapının ardında başka bir hikaye, her kapının ardında başka hayatlar... Elbette çoğu; güler yüzlü insanların, hüzünlü öyküleriydi. Şehir tüm hızıyla akarken aşağıda, yukarılarda gizli saklı kalan,
kimsenin görmediği hayatlardı onlarınki...
Fazla söze hacet yok... O öykülerden sadece üçü...
Çocuk çoktur geçinmek zordur
Onlara kalabalık aile adını taktım... Sokağa araçlar girer girmez karşılaştık hepsiyle birden! Önde çocuklar, arkada kucağı bebekli anneler... 20 yıl önce Van’dan iş umuduyla göçüp gelmişler. 6 kız 5 oğlan. Burada evlenmişler. Yan yana odaların sıralı olduğu eve giriyoruz. Hayatın tüm renklerini taşıyan yer minderlerine oturuyoruz. Altı elti üç görümceyle başlıyoruz sohbete. Hepsinin en az üç çocuğu var. Büyükler okulda, ortancalar bahçede, küçükler ise kucakta. Narin, Elif, Gülperi, Mustafa, Berat Efe...
En büyükleri Vesile anlatıyor; “Çocuğumuz çoktur. Çoğu da burada yoktur. Okuldalar. Beylerimiz hepsi inşaatta alçı işi yapar. Yevmiyeyle çalışırlar. Geçinmek zordur. Bir sürü çocuk var. Süt istesek de alamıyorduk önceden. Okulda haftada bir sefer ya içer, ya içmezlerdi. Şimdi hepsi sokakta bekliyor. Arabayı görünce, ‘Süt kuzusu geldi’ diye koşuyor çocuklar. Başka şeyler de yapıyoruz. Yoğurt da yapıyoruz. Geldiğinde seviniyoruz, hepimiz birbirimize haber verip koşuyoruz. Mahallede hareket oluyor. Devam etsin hiç bitmesin!”
Kapıda yollara bakıp beklediğim oluyor
Zeliha Çetin... Tırmanarak çıktığımız yokuşun orta yerinde duruyor onun yuvası... Minik bahçesinde, ağaçların altında, çekyatlardan bir oturma grubu yapmış. Kapıda karşılıyor bizi genç kadın; kucağında 8 aylık bebeği Fatmanur ve bacaklarından çekiştiren 4 yaşındaki oğlu Kemal ile... Büyük oğlu ise okulda. Güler yüzüyle buyur ediyor bizi. Penceresinden bakınca tüm İzmir sanki ayaklarımızın altında. Minicik evi Zeliha’nın. Ama anlattıkları o kadar büyük ki!
“Aslında cesur görünürüm. Ama öyle değilim. Pozitif bir insanım ama karamsar olduğum da oluyor. 20 yaşında evlendim. Ailem vermedi. Biz de kaçtık. Mahalleden tanıyorduk birbirimizi. Komşuydu. Bomboş bir eve kaçtım. Bir düğünüm olsun, bir gelinlik giyeyim hep istedim. O benim içimde bir yaradır. Hayallerim vardı... Eski eşyaların içine girdim. Kayınvalidemle yaşadım. Çok çektim. Aslında böyle olmaması gerekiyordu. Çok güzel bir kızdım. Ailem bir dediğimi iki etmezdi. Böyle gördüğüm zaman şaşırıyorum kendimi. Beni ayakta tutan çocuklar. Çocuklarımın yüzünü görünce yüzüm gülüyor. Eşim asgari ücretle çalışıyor. 300 lira ev kirası, elektrik, su, pazar alışverişi, oğlanın okul masrafı derken geriye bir şey kalmıyor. İşte bu yüzden bu süt bizim için çok şey demek. Duygularım bambaşka. Bazen ağlamaklı oluyorum. Zaten durumumuz belli. Bir de üç çocuk... Eşim bir firmaya girdi. Yeni tutundu. Hep işsizdi. Zor şartlar altındaydı. Yeri geldiğinde alamadığın şeyler oluyor çocuklara... Bebeğin iyi gıda alması gerekiyor. Aziz Bey’in sütlerini içiriyorum. Duygulanıyorum. Gelmediği zaman ‘Acaba tarihini yanlış mı biliyorum’ diye kapıdan yollara baktığım oluyor. ‘Bu çocuk bugün süt arar’ diye düşünüyorum. Ağladığım oluyor. Duygulanıp ağladığım oluyor çocuklarımdan dolayı. Yaşlanıncaya kadar devam etsin. Sadece kendi çocuklarım için değil, belki bir ekmeğe muhtaç olan çocuklar var. O çocuklar da faydalanıyor. Aziz Başkan’a çok teşekkür ederim. Çocuklarımın ikisi onun sütüyle büyüyor desem yeri var. Bir kere görsem tanışabilsem...
Bari o gülsün diye adını Gülümse koyduk
Gülümse... Onların evine Gülümse bebek için geliyor süt... Gülümse’nin annesi Birsen kapıda gülümseyerek karşılıyor bizi. İçeri girdiğinde; ayaklarını uzatıp hareketsiz oturan Nergis ve Özlem’i görünce sarsılıyor insan. Onların hikayesi ağır. Dinlerken insanın gözyaşlarını tutamayacağı kadar hem de...
Asye Teyze ve İbrahim Amca teyze çocukları. 23 sene önce Erzincan’dan göçmüşler. Kızları Nergis ve Özlem, bir de bir aylık Birsen’le. Birsen anlatıyor; “O zaman bütün köy neredeyse akraba evliliğiymiş. Ama bize denk gelmiş. Ablalarım Nergis ve Özlem ortaokula giderken, 13 yaşındayken bir anda böyle elden ayaktan kesildi. Ataksi dediler. Babam tüp şirketinde çalışıyordu. Mecburen emekliye ayrıldı. Tam kızlara alıştık, erkek kardeşim de aynı hastalığa yakalandı. Onun bir akülü arabası var Açık Öğretim bitirdi. Yüksek Lisans yapıyor. Engelli kadrosunda çalışıyor. Ablam Ziynet ve bende bir şey yok. Geçen sene evlendim. Eşim çay ocağında çalışıyor. Geçinemediğim için annemin yanındayım. Çalışmak istiyorum. Yaramız çok ağır. Kimseye vermesin. Ama huzurumuz var. Sabrımız var. Kızıma ismiyle yaşar, biz gülmedik o gülümsesin diye adını Gülümse koyduk. Kaderi güzel olsun. İkinci ismi de Asayra... Hayat vermek demek. Hayat verdi, canlandırdı bu aileyi. Bebeğimi bu sütle büyütüyorum. Yeğenlerim de alıyor. Süt deyip geçiyoruz ama bazen çok şey demek...” Sohbeti Asye Teyze’nin gözyaşları bölüyor. “Biz öldüğümüzde çocuklarıma kim bakacak? Sırtta taşımak, gözünün içi gibi bakmak gerekiyor onlara...” Birsen yatıştırıyor. “Ağlamak yok... Ağlamak yok...” Biz varız anne. Allah büyük. Ağlamak yok.
Onlara “Süt anne” diyorlar
Ekipteki dağıtıcılar, çocukların tatlı ablaları. Çoğu çocuk onları görünce, ‘Süt annemiz geldi’ diyor. “İsimleriyle hitap etmemizi seviyorlar. Sırf kendi adına gidiyor diye süt içen çocuk var. Evine hiç süt alamıyanlar var... Sadece süt değil. Şikayetleri, ihtiyaçlarını da dinliyor, belediyeye iletiyoruz. Ya da bazen kendi aramızda toplanıp alıyoruz. Sadece süt dağıtmıyoruz. Çocuklar soğukta bile bizi dışarıda bekliyor, üstümüze atlıyor. Süt almayı lüks görüyorlar. Çünkü onun başka önceliği var. Kuru yiyeceğimiz yok diyen, dolabını gösteren insanlar var. Dolapları gerçekten boş. Evde yoklarsa vicdan azabı duyuyoruz. İkinci üçüncü kez geliyoruz sütü vermek için. Orta halli ailelere de gidiyoruz. ‘Modern sütçü’ de diyorlar.
97 bin başvuru var
Projenin başında Serpil Keskin bulunuyor. Öyle heyecanlı ki! Ekibinin heyecanı onu daha da heyecanlandırıyor. Koşuşturmaları sabahın erken saatlerinde 07.30’da ofiste başlıyor. Sonra sabah 08.30’da toplanma yerindeki 50 şoför, 50 dağıtıcı, 50 sevimli araçla mahallelere dağılıyor. Ekipler yola çıkmadan önce bir Nadiray Güray konuşma yapıyor. Paydos kimi zaman 19.00’u buluyor. Ekipler son adrese kadar ulaşmak istiyor. Hava şartı, yağmur, fırtına dinlemiyorlar. kapıları çalıp, tutanakla o 4 litre sütü adreslere teslim ediyorlar. keskin projeyi şu sözlerle aktarıyor; “2013 için hazırlıklara başladık. Şu an 97 bin başvuru var. Herkes ‘Bir süt daha nasıl dağıtabilirim’ diye canla başla çalışıyor. Bu arada sütler Tireli üreticilerden, yani Tire Süt’ten geliyor. Çiftçiler de proje sayesinde gelir elde ediyor.”