Güncelleme Tarihi:
Ziyaretleri sırasında Türk kültürüne hayran kalan Kopta ve Edler, 1986’da Türkiye’den ev almaya karar verir. Çeşme, Kuşadası, Selçuk civarındaki tüm köyleri gezerler ancak karar veremezler. Bir gün Selçuk yakınlarında atların dağ yoluna doğru gittiğini görürler. Dayanamayıp takip ederler. Uzun dağ yolu onları 10 haneli Sultaniye’ye çıkarır.
Brigitta Edler, köyü ve köy halkını görüp biraz da zaman geçirince, “İşte yaşamak istediğim yer burası” der. 2 yıl içinde köyün girişine evlerini yaparlar. Ressam Kurt ve seramik sanatçısı Brigitta’nın 11 çocuğu vardır. 12’nci çocukları İsmail, Türkiye’de doğar. Aile artık yılın büyük kısmını Sultaniye’de geçiriyor. Türk kültürünü benimsedikleri ve kaybolmasından korktukları için geleneklere bir Türk’ten de öte bağlı yaşıyorlar. Ailenin 12 çocuğundan 6’sı atçılıkla uğraşıyor.
ADINI ARTIK DUYMAYAN KALMADI
Johanna’nın şimdilerde at eğitimleri ve özel bağı ile dünyada da ses getiriyor. Atçılığın turizmden öteye geçtiği İspanya’da ünlü eğitmenlerden, çiftliklerden davetler alıyor. Ancak Johanna Türkiye’de, özellikle de Selçuk ve Kuşadası civarında atçılığı daha da geliştirilmesinin mümkün olduğunu anlatıyor: “Burada sanki bir dağın arkasında kaldım. Türkiye’deki atların güzelliğini tüm dünya duysun istiyorum. Burada yaptıklarımızdan herkesin haberi olmalı. Bizim yetiştirdiğimiz rahvan atları Selçuk bölgesinde. Yunanistan bu atları koruma altına aldı. Neden Selçuk, Sultaniye atları dünyada duyulmasın? Üstelik; liderlik, hiperaktivite, dikkat eksikliği, otizm gibi konularda atların inanılmaz iyileştirici gücü biliniyor. Dünyada atçılık turizmin de ötesinde. Bizde neden öyle olmasın? Şimdi Okaliptus Horse Rache ve At Çiftliği’nde eğitimlerimiz ve turlarımız sürüyor. Atlarımızı sürü halinde besleyip onlara ihtiyacı olan ortamı sunmak en büyük borcumuz ve özellikle ağırlık verdiğimiz bir konu. Ancak bu şekilde sağlıklı ve verimli bir çalışma mümkün.”
EŞİMİ DE ATLAR SAYESİNDE BULDUM
Hayat arkadaşını da yine at sevgisinin getirdiği tesadüfle bulduğunu anlatan Johanna, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu sevgiyi benimle paylaşan insanın burnumun dibinde olduğunu ve ortak bir hayalimizin olduğunu fark ettim. Evet, başkası için belki basit ve anlamsız ama biz onlara yıllarımızı verdik ve mutlu olduk. ‘Atlar ruhumuzun aynasıdır’ diye eski bir atasözü vardır bizde. Atlar 100 yılardır yükümüzü, faytonlarımızı çeken, çiftimizi süren, hatta bize savaşlar kazandıran hayvanlardır. Teknoloji ilerledikçe o açıdan onlara ihtiyacımız kalmadı sayılır. Peki neden onlar hala bu kadar önemli biz insanlar için? Çünkü atların insana çok farklı bir etkileri daha var. Vazgeçemediğimiz güçleri ve güzelliğiyle bizi her zaman bağlarlar. Onlar bize hislerini net olarak ifade eder, yargılamaz, güvenir ve koşulsuz sever. Aslında onlara her zamandan çok ihtiyacımız var ama farkında değiliz.”