Güncelleme Tarihi:
Su katılmamış kaderci
Heybetli, güçlü görünüşünün ardında iflas etmiş bir kalp taşıdığına kimse inanmak istemiyordu. ‘Hadi Mustafa gel, mezbahaya gidelim, taze dana kalbi bulup, taktıralım’ diye dalga geçenler bile vardı.
Askerden yeni dönen Mustafa Tek, Fadime'yle yuva kurmuştu. Daha birkaç günlük damattı, göğsünde anlayamadığı ağrı, kollarında uyuşma vardı. Nereden çıktı bu ağrılar diye hayıflandı. Yakınmalarının artması üzerine gittiği hastaneden kalp büyümesi teşhisiyle geri döndü. Ağrıları geçince hastalığını boşvermek işine geldi. Korkuyla yaşayacak değildi ya...
Ekmek parasını çıkardığı hızarın başında, gençliğine güvenip hiçbir şey olmayacakmış gibi çalıştı. İlkokul sonrası başladığı marangoz çıraklığından ustalığa uzanmış atölye sahibi olmuştu. Minik kızı Nesibe, tüm yorgunluğunu unutturuyordu. İki yıl önce babasını kaybedince öyle büyük bir acı yaşadı ki, hastalığının sinsi sinsi ilerlediğini o günlerde anladı. Sağlık kontrolünden geçti, doktor teşhisi söyledikten sonra kafasından ‘‘Kalbim iflas etti. Benden bu kadar’’ diye geçirdi. Teşhisi o kadar kolay kabullenmişti ki, doktoru bile hayret etti.
Sanki adapdisit dediler
Sanki apandisit ameliyatı olacak kadar hafife aldığı şey kalp nakliydi. Üstelik ha denince bulunamadığını, yapayının olmadığını, bir krizde tak diye götürebileceğini bildiği halde çok rahattı. ‘‘Ne yapacaktım yani, oturup ağlamanın faydası var mıydı?’’ diye söze başladı, Mustafa Tek. ‘‘Alın yazısının önüne geçilemez’’ sözü onun için en doğru olandı. ‘‘Ölüme çare var mı? Yok... Bugün yarın ya da daha sonra hepimiz bir gün öleceğiz. Bu doğruyu bilerek yaşıyorum. Zaten oldum olası hep iyimser oldum. En olumsuz bir şeyde bile gülümsetecek yan buldum. Kaderde varsa kalp bulunur, nakil olurdum. Yoksa ömrüm kadar yaşar, göçerdim’’ derken, su katılmamış bir kaderci olduğunu ortaya koyuyordu.
Hayat felsefesi zor günlerin aşılmasında en büyük yardımcısı olmuştu. Tek korkusu 5 yaşındaki kızı Nesibe, ikinci bebeklerine hamile genç eşi Fadime'ye rahat bir gelecek bırakmadan ölmekti. İkinci bebeğin oğlan olmasını da o kadar çok istiyordu ki... Onu kucağına almadan terk etmeyecekti dünyayı. İnancı büyüktü, kurtulacağına inanıyordu.
Taze dana kalbi bulalım
Doktorunun önerisiyle Ege Üniversitesi Hastanesi'ne gitti. Kalp nakli olacaklar listesine adı yazıldı. Daha 29 yaşındaydı, üç dört kişinin işini yaptığı günler geride kalmıştı. Gücü kalbiyle bir tükenmişti. Zaten doktor da yasaklamıştı çalışmasını. Evde oturup kalp müjdesi bekliyordu da kimseyi inandıramıyordu nakil olması gerektiğine. Heybetli, güçlü görünüşünün ardında iflas etmiş bir kalp taşıdığına inanmak isteyen yoktu. ‘‘Hadi Mustafa gel, mezbahaya gidelim, taze dana kalbi bulup, taktıralım’’ diye dalga geçenler bile olmuştu.
İKİ ay geçmişti hala hastaneden ses seda çıkmamıştı. ‘‘Zenginde olsan arasan bulunmaz, fakir de olsan. Ya nasip’’ diyordu dualarında. İlaçlarla idare ediyordu. Bir gün atölyedeyken telefon çaldı. Hastaneden arıyorlardı. ‘‘Hemen gel, kalp bulundu’’ denildiğinde, içini buruk bir sevinç kapladı. Bir can gitmişti, belki o can ona hayat aşılayacaktı. Sevincini arkadaşlarıyla paylaşmak istedi ama yine inanan yoktu nakil olacağına, çantasını aldı, hastaneye gitti.
Doğum günü 14 Kasım
14 Kasım 1998, Mustafa Tek'in ikinci hayata başladığı tarihti. Hamile eşi Fadime'nin bir an yanından ayrılmadığı zor günleri, kötü anıları geride bırakarak eve döndü. Ona inanmayan arkadaşlarının fikrini Mustafa'nın nakil haberini veren gazeteler değiştirmişti. Hatta hikayesini herkes öğrensin diye küpürler atölyesinin camına yapıştırılmıştı. Şimdi herkes Mustafa'yı merak ediyordu.
Mustafa Tek, ne bedenen ne ruhen aynı olduğunu savunuyordu, ‘‘Motoru değiştirilmiş araba gibiyim’’ diyordu. Huyu suyu hiç değişmemişti ama ağzına bile koymadığı bulgur pilavını çok özlediğini söyleyerek eşi Fadime'yi şaşırtmıştı. Bu arada ikinci çocuğu dünyaya gelmişti Mustafa'nın, arzuladığı gibi erkekti. Nesibe, Erdem ve Fadime tüm zenginliğiydi, atölye dahil herşeyini hastalık tüketmişti. Günleri yetmediği için sigortadan malulen emekli olamayan Mustafa iş de bulamıyordu. Kimseye el avuç açmayacak kadar onurluydu, ‘‘Kader böyleymiş’’ demekle yetiniyordu.
Yarın: Bizim Barnard’lar