Güncelleme Tarihi:
Toprağın feryadı
ÇEVRE sorunlarını toprak şekillendiriyor. Toprağın kaybına neden olan herşey insan elinden geliyor. Ancak, aynı insan toprak üzerindeki baskısını neredeyse yaşama hakkının gereği gibi görüyor. Toprak, öz niteliklerine uygun ve bilinçli kullanıldığı zaman topraktır. Yerleşim, ulaşım, tarım ve hayvancılık gibi amaçlar için bilinçsizce kullanıldığı zaman, toprak olmaktan çıkıyor. Hem de bir daha geri gelmemek üzere.
EGELİ çiftçiler, verim kaybından yakınırken, çoğunlukla bunun ölçüsünü gelir kaybıyla doğru orantılı görüyor. Suni gübreleme, sulama yoluyla nemi artırma gibi yöntemler verimi yükseltebilir. Ancak, erozyonla kaybedilen toprağın geri gelmeyeceği gerçeği gün gibi ortada. Bu sorunu gündemde tutmak gerçek çevrecilerin işi olmalı.
TÜRKİYE Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA), geçen hafta erozyonu tekrar gündeme getirdi. TEMA İzmir Gönüllü Temsilciliği'nin düzenlediği ‘‘Toprağa Saygı Yürüyüşü’’yle başlayan etkinlikler bir hafta sürdü. Yürüyüşe katıldım. Çocukları gördüm. Hesapsız, katıksız ve gösterişsiz coşkularını paylaştım. Toprağa onlar tarafından sahip çıkıldığını bilmek yarınlar için umut verici.
TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca'nın toprağın kaybıyla ilgili her fırsatta tekrarladığı sözlerini bir kez daha aktaralım: ‘‘1 santimetre toprağın oluşması için en iyi şartlarda 200 yıl, Türkiye'nin erozyonla kaybettiği toprakların geri kazanılması için 5 bin 600 yıl geçmesi gerekir. Yılda 1 milyar 400 milyon ton toprak baraj, göl ve denizlere taşınıyor. 10 ton taşıma kapasiteli kamyonla her yıl 100 bin kamyon dolusu toprağı erozyona teslim ediyoruz. Toprak yasasının çıkmasından başka çaremiz kalmadı.’’
BU sözler çaresizliğin ifadesi. Toprak da bunu söylüyor. Artık bu sese kulak tıkayamayız. Başka çaremiz yok!
Bu fotoğraf, toprağı korumada gösterdiği hassasiyeti nedeniyle kamuoyunda ‘Toprak Dede’ unvanıyla bilinen Hayrettin Karaca’nın objektifinden yansıdı..
Doğa savaşçısı
SONBAHARDA sarı ve kahverengi tonlara bürünen ağaçlar, serin sularla yıkanıyor. Kışla kucaklaşmanın ürpertisini sadece ‘‘Doğa Savaşçısı’’ duyuyor, doğadaki değişiklikleri hep doğal karşılayan ağaçların eskisi gibi olmadıklarını farkediyor. Bir ağaç, bütün ağaçların diliyle sesleniyor: ‘‘Yağmur bütün hızıyla devam ediyor. Yağmuru seviyorum. Acılarıma kar yağarken, güneşimi hatırlatıyor. En çok da onu seviyorum.’’ Doğadaki dengeler bir ağaçla güneş arasına sığan şeyler gibi hassas. Ağaçlar sevgiyle büyüdükçe, doğaki olaylar da acı verici olamaz. Bir ağaca, ‘‘Sevdiğin yağmurla gelen selde yüzerken dallarına tutunmak tek umudum’’ demek, değerini bilenin hakkı olabilir.
‘‘Bazınıza sahip çıkın’’
GEÇEN hafta bu köşede, baz istasyonlarının toplumda yol açtığı infiali yazdım. İzmir Valiliği’nin uyulması gereken koşullara ilişkin gönderdiği açıklama ise özetle şöyle:
‘SAĞLIK ve eğitim kurumlarıyla ibadethanelere yakın istasyonların kaldırılması için çalışmalar yapılıyor. Bunun dışında kalan alandaki kurum ve kuruluşlar, kendi bünyelerindeki bina ve tesislerdeki baz istasyonlarına ilişkin raporları ilçe kaymakamlıklarına bildirecek. Yeni kurulanlar için de, anten merkezi ve maksimum yayın mesafeleriyle yaşam alanları, standart değerler itibariyle belirli nokta ve yükseklikler gözününde tutularak emniyet alanları belirlenecek. Bu durum işletmeciler tarafından konulacak uyarıcı levhalarla mutlaka belirtilecek.’’
BU açıklamayı vermemin amacı İzmir Valiliği'nin aldığı önlemlerle halkın tepkilerinin uyumlu olmasını gözettim.
ÇEVREYLE ilgili yasa, kanun ve yönetmeliklerin hedefi önce canlılar olmalı. Uygulama yoksa, en doğru kararlar bile insanı korumaya yetmez.