Güncelleme Tarihi:
İZMİR Çiğli’de, Özbek Ailesi’nin evi... Bundan yaklaşık üç ay önce... Anne Nazife Özbek, yıllardır öğretmen olma hayaliyle okuyan, sınavlara giren kızı Tuğba’yla salondaki kanepenin üzerinde oturuyordu. Tuğba hayatının en mutlu gününü yaşıyordu. Sonunda öğretmen olmuş, ataması gelmiş, edebiyat öğretmeni olarak Van Erciş’e gidecekti. Anne Nazife Hanım ise kızına, “Gitme” diye adeta yalvarıyordu. Etraftan, “Doğu’da çıkabilecek en güzel yer” yorumları gelse de anne yüreği kızının ülkenin öbür ucuna gitmesine razı gelmiyordu işte!
Sonunda dayanamadı, kızının ayaklarına kapandı, “Gitme” diye gözyaşı döktü. Ama Tuğba öğretmenin gözü, bir an önce öğrencileriyle buluşmaktan başka bir şey görmüyordu. “Gidiyorum” dedi. Aradan iki ay geçti. Tuğba öğretmen adeta kuşlar gibi uçarak gittiği Van’dan, babası ve birkaç aile dostlarının omuzlarında döndü.
Buse Kafe’de yakalandı
Tuğba Özbek, 7.2’lik depreme Buse Kafe’de yakalanır öğretmen arkadaşlarıyla. 17 saat sonra enkazdan çıkarılır ancak Erzurum’a helikopterle nakledilirken durup iki kez çalıştırılan kalbi hastaneye girer girmez son kez durur. Baba Recep Özbek, birkaç aile yakınıyla gider Erzurum’a, kefeninden tabutuna her şeyini kendi hazırlatır kızının. 250 TL kargo ücretini, uçak biletlerini alır ve İzmir’e yola çıkar.
Nazife Hanım ve Recep Bey tüm bunların koymadığını anlatıyor, Tuğba’ya, “Gitme” diye yalvardıkları kanepenin tam karşısında. Nazife Hanım’ın gözleri o koltuğa dalıyor ve “Bir bayrağı hak etmedi mi benim kızım? O acının içinde en çok ona üzüldüm. Kefeniydi, cenaze masrafıydı hiç önemli değil. Ama bari bir bayrak bulsalardı o tabutu sarmaya” diyor. Ve başlıyor, “İlk Öğretmenler Günü’nü öğrencileriyle kutlayamadan melek oldu” dediği kızını anlatmaya:
O hepsinden farklıydı
Diğer kızlarınız içinde Tuğba’nın yeri nasıldı?
- Babaları Yozgatlı.. Ben Erzincan’ın Tercan kazasındanım. Yıllar önce İzmir’e geldik. Çocuklarımın hepsi burada doğdu. Altı kızımız vardı. Biri daha önce vefat etti. Tuğba’dan sonra da şimdi dört kızımız kaldı. Eşim işçi emeklisi, ben ev hanımıyım. Kızlarımızı okuttuk. Tekstil, muhasebe okudular. Tuğba ise hep öğretmen olmak istedi. Çok çalışkandı. Kendi kendine çalışıp kazandı hep sınavları. Bir tek üniversite sınavında dershaneye gitti. Ablaları da okudu ama o farklıydı.
Atama için çok bekledi mi?
- Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans yaptı. Geçen sene mezun oldu. İlk girdiği KPSS’den çok yüksek puan almıştı. O sınavlar kopyanın ortaya çıkmasıyla iptal oldu. O moral bozukluğuyla ikinci sınavda biraz daha düşük almış. Ağustosta ataması yapıldı. Orayı hak etmemişti. Sonuçlar açıklanana kadar Menemen’de bir dershanede çalışmıştı. Stajyer öğretmen olarak gitti Van’a.
Ayaklarına kapandım
Van’a atandığını duyunca sevindi mi? Siz ne yaptınız?
- Önce hepimiz çok mutluyduk. O, havalara uçtu. Sonra Van olduğunu öğrenince çok yalvardım. Şu karşıdaki kanepede ayaklarına kapandım, “Gitme” dedim. Tanıdıklar, “Van, Doğu’da çıkabilecek en rahat yer. Terör az” dediler. Çok yalvardım ama dinletemedim. Her gün, belki dayanamaz döner diye bekledim.
Hiç dönmek istedi mi?
- Hiç! Hiç dönmek istemedi. Öyle mutluydu ki! Başsağlığı için oradaki okulunun müdür yardımcısı geldi. “Yeni öğretmenler arasında, şartlara en uyum sağlayan Tuğba’ydı. En dayanıklı, en cesaretli oydu” dedi. Öğrencileri çok seviyormuş. Başka sınıftakiler bile, “Keşke bizim dersimize de girseniz” diyormuş. Herkes aradı. Arkadaşları, öğrencileri... Çok narindi, 24 yaşındaydı. Daha 40 günlük öğretmendi.
Evi sapasağlam duruyor
Yalnız mı kalıyordu?
- Yeni bir ev tutmuştuk. Taksitle her şeyini yaptım. Beraber gitmiş, yerleştirmiştik. Yalnız kalıyordu. İki telefonu vardı. Taa lisede almıştı, çok eskimişti. Orada, “Onu ne zaman değiştireceksin” dedim. “Anne yenisini alamam. Öğrencilerin durumu öyle zor ki... İçime sinmez” demişti. Bayramda gelecekti. Biz de aralıkta babasıyla sürpriz yapıp onun yanına gidecektik. Biletleri bile almıştık.
Peki deprem günü? Evi yıkılmamış...
- Evi sapasağlam duruyor. Sadece sonraki sarsıntılardan yan dönmüş. Her gün okuldan gelince ablalarını, bizi tek tek arardı. Bir gün önce yine öyle yapmıştı. O gün son kez konuştuk. Deprem günü seminerleri varmış. Seminerin öğle arası için, orada öğretmenlerin gittiği Buse Kafe’ye gitmişler. Otururken mesaj gelmiş, “Seminerin öğleden sonraki bölümü iptal oldu” diye. Orada kalmışlar. O sırada da deprem olmuş. O seminer niye iptal oldu hala bilmiyoruz. İptal olmasaydı o kadar öğretmene bir şey olmayacaktı. Çünkü seminerin yapıldığı bina da sapasağlam.
NEFES ALIYORSAK ONUN SAYESİNDE
Sonrası?
- Enkazdaki arkadaşları anlattı. Bir masada dört öğretmen oturuyorlarmış. Diğerleri sıkışmış. Tuğba boşluktaymış. Arkadaşları, “Nefes alıyorsak onun sayesinde” diye mesaj attı. Duvarlara vurmuş, “Kurtarın, buradayız” diye bağırmış. Telefonunu aradık. Çalıyordu ama cevap yoktu. 17 saat sonra enkazdan çıkarıldı. Kalbi durmuş, çalıştırılmış. Helikopterle Erzurum’a sevk edilmiş. Helikopterde bir kez daha durmuş, yine çalıştırılmış. Ama Erzurum’da hastaneye girişte tekrar durmuş... Kader diyemeyiz. Kurtarma ekiplerinin çok geç gittiğini söylüyorlar. Çok büyük ihmal var.
CENAZEYİ GETİREMEDİK
Buraya kendi imkanlarınızla mı getirdiniz?
- Babası birkaç yakınımızla gitti. Bilet Van’aydı. Erzurum’a gidince bileti değiştirmek istedik. Onu da iptal etmediler. Babası cenazeyi aldığında kimse ilgilenmemiş. “Bir cenaze daha var, araç onu götürüp geri gelecek. Sizin iki-üç günü bulur” demişler. O da, “Ben kızımı kendim götürürüm” demiş. Kefenine kadar her şeyi kendi yapmış.
İlgilenen kimse olmadı mı?
- Kimse de, “Biz yapacağız” dememiş. 250 TL kargo, uçak bileti, cenaze masrafları... Her şeyi karşıladık. Önemli de değil. Ama bir bayrak bile örtmemişler. O acının içinde, çocuğumu bayraksız gördüğümde çok üzüldüm. Hak etmemiş miydi bir bayrağı? Biz o kadarcık hak etmedik mi? Öğretmeni şehit olarak görmediler, üzerine bir bayrak örtüp cenazesini gönderemediler. Libya’dan yüzlerce yaralıları getirmişlerdi. Biz cenazemizi Erzurum’dan getiremedik. “Burada Milli Eğitim’den arıyorlar ne yapabiliriz” diye ama...