Güncelleme Tarihi:
Kimden mi söz ediyorum? Tabii ki, birçoğumuzun evini süsleyen nazar boncuğundan... İsterseniz önce bu boncuğun çıkış öyküsüyle başlayalım... Nazar, tarih boyunca çok geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş bir olgu... Nazar değmesi de daha çok gözle bağdaştırılmış... Kökeni Sümer, Babil ya da eski Mısır’a kadar uzanan inanışa göre, insanın içindeki kötü düşünceler, ruhun dışarı açıldığı ve bedenin en anlamlı bölgesi olan gözlerden, bakışlarla dışarı çıkarmış... Gözde çıkış yolunu bulan bu vurucu gücü önlemenin ve onun zararlarından korunmanın ilk çaresi olarak da ‘GÖZE GÖZ’le karşı koyma düşüncesini doğurmuş... Bu da göz şeklini andıran nazar boncuklarını ortaya çıkarmış... Tarih öyle diyor...
ÇIKIŞ YERİ GÖRECE
Şimdi dilerseniz kentimizin de simgesi haline gelen nazar boncuğunun nerede ve nasıl üretildiğine bakalım. Burada iki adresimiz var. Kemalpaşa Nazarköy ile Menderes Görece’deki Boncukköy. Her iki köyde de Çin baskısına rağmen geleneksel yöntemlerle üretim devam ediyor. İlk durağımız, bu işin de ilk yapılmaya başlandığı yer olan Boncukköy. Şu anda sadece bir ocak ayakta kalmış. Baba hobisi olan ve 1990’dan bu yana yöreye has el sanatını devam ettiren ikinci kuşak temsilcisi Murat Kayan, normalde çam odunuyla çalışan boncuk fırınlarını LPG ile çalışabilir hale getirmiş. Bir atölye ve satış bölümünün bulunduğu mekanda, çeşit çeşit nazar boncuklarını görmek mümkün. Kayan, “Zor ama güzel bir el sanatı olan nazar boncuğunu yurtiçi ve dışında tanıtma, yeni ürünler üretme çabamız devam edecek” diyor.
KIVIRCIK’TAN BÜYÜK BAŞARI
Şimdiki rotamızda ise kentin öteki ucunda yer alan Nazarköy var. Burada da yaklaşık 37 yıldır bu işe gönül veren, ürettiği el yapımı nazar boncuklarıyla UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ ödülünü alan Mahmut Sür’e, namı diğer Kıvırcık’a konuk oluyoruz. Nazarköy’de 1942’den beri nazar boncuğu üretildiği ve Görece’den gelen bir ustanın bu işi başlattığını anlatarak söze başlıyor Sür. 13 yaşında ailesinin ekonomik durumunun kötü olması nedeniyle amcasının ocağında işe başlayan Sür, bir dönem ara vererek cam dekor işi yapan özel bir şirkette 16 yıl çalışır. 2002’de tekrar nazar boncuğu üretmek için işe koyulur. O süreci dilerseniz Sür’den dinleyelim:
“İşten çıktıktan sonra, ‘ne yapabilirim’ diye düşündüm. Okutmak istediğim bir kızım vardı. Ustalar bu işten para kazanamıyorlardı. Parayı tüccarlar götürüyordu. ‘Nazar boncuğunu ayağa kaldıracağım’ dedim. Bu işi, ‘Kaliteli yapacağım, kimseyi kandırmayacağım’ diye hedef koydum. 2005’te altın yılımı yaşadım, 3-4 rengi 12’ye çıkardım. 2005 sonunda tüccarlar, piyasaya Çin malı soktular. Bir anda köydeki ocak sayısı 12’den 2’ye düştü. Ben atölyemi kapatmadım. Şu anda yedi ocak var. Kalitemle fark yaratıyorum. Türkiye’nin birçok yerine ürün gönderiyorum.”
SÜR BİRAZ KIRGIN
Mahmut Sür, “Yaşayan insan hazinesi” öyküsünü ise şöyle anlatıyor: “2010’da, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Ekici, kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarını yaşatan 16 kişi arasında yer aldığımı söyledi. O yıl, rahmetli Neşet Ertaş da vardı. O, ödülünü 2010’da almıştı. Ben de geçen sene bu ödüle layık görüldüm. Böylece, nazar boncuğu dünya miras listesine girdi. Ama bu ödülü aldıktan sonra İzmir’i yöneten belediye başkanından valisine kimse bir teşekkür etmedi. Bu beni çok üzdü.”
BİLGİSAYAR BAŞINDAN KALDIRMAK ZOR
Üç kuşaktır boncuk üretimi yapan Boncukköy’ün ustalarından Mehmet Erdal, bu sanatı aktaracak kimseyi bulamamaktan yakınıyor. Erdal, ilginç bir tespitte bulunuyor: “Gençler gelip burada bir iş öğrenmek yerine internet başında zaman öldürmeyi tercih ediyor. Bilgisayarın başından kaldırıp o çocuğu ocağa oturtmamız imkansız. Dolayısıyla yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayız.”
Nasıl mı yapılıyor
Sür, nazar boncuğunun yapım süreci hakkında ise şu bilgileri verdi: “Bi--bin 200 dereceye dayanıklı ateş tuğlalarıyla ateş odası örüyoruz. Buraya attığımız camlar erir ve usta bunu kalın demirlerle, güzel bir boyayla özdeşleştirerek karar, yoğurur. Potalarda eriyen camı elindeki cıva çeliğine sarar, merdanla gözünü takar, mertekeyle şekillendirir, ray üzerinde hafif titreşimle vurarak soğutma odası dediğimiz kavaraya atar. Camı bin-bin 200 derece sıcaklıktan aldığımız için kavaradaki ısının 500-600 derecede olması lazım. Fırının ısısının yarısı kadar. Eğer mal büyükse, fırınla beraber soğumaya terk edilir. Ertesi sabah alınır. Eğer mal küçükse akşam 17.00’den sonra kavaradan alıp, hava almayacak bir kaba koyar. Orada bir saatte soğur. Hava alırsa tansiyon yapar, kırılma yapar. Dizmek için eve götürürler. Dizilen boncuk satışa hazır olur. Toptancı ya da kadınlar alır, kolye küpe vs yapıp satarlar. Şu anda çarşıda 30 bungalov dükkan var. Köy kadınları da takı yapıyor, buradan ek gelir kazanıyor.” Mahmut Sür de tıpkı Mehmet usta gibi bu işin geleceğinden kaygılı. Çünkü bu işi devam ettirecek kişi bulmakta zorlanıyor. Ocakta beş usta çalışmasına rağmen bu işi devralmaya kimsenin yanaşmadığından şikayet ediyor.