Bir yangının ardından Çocuğun Adı: Fula

Güncelleme Tarihi:

Bir yangının ardından Çocuğun Adı: Fula
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 08, 2009 00:00

İki üç yıl kadar önce, İzmir’in Buca ilçesindeki bir ilköğretim okulunda düzenlenen söyleşi ve imza gününde karşıma gelen çocuğa adını sorduğumda:

- Fula, dedi.

Şaşırdım, duraksadım. Ona:

- Bir anlamı var mı? diye sordum. Sana neden bu adı koymuşlar?

- Anlamı var mı, bilmiyorum, dedi. Yenifoça’da bir dağın adı. Babam onun için koymuş.

Çocukla Yenifoça ve Fula tepesi üzerine biraz konuştuk. İlginçti. Belleğime çakılıp kaldı. Düşünün, bir adam, bir dağın, daha doğrusu bir tepenin adını çocuğuna koyuyor. "Sevginin dekatriyası" bu değil de nedir?

O Fula tepesi ki, Yenifoça’nın güneyinde yükselen Şaphane dağının kuzeye doğru bir uzantısı olarak, Yenifoça’nın doğusunda dimdik durur. Yaz günleri güneş kasabanın üzerine onun üstünden doğar.

Yenifoça’da Burunucu’nda, Öğretmenevi’nin önünde ya da merkezdeki plajda denize girerken eskiden beri gözlerim hep dağlara kayagelmiştir. Geniş bir yay gibi Yenifoça’yı saran dağların yemyeşil görüntüsüne göz atmadan, yaşadığım güzelliğin eksik kalacağını düşünmüşümdür sanki.

O yeşilin Şaphane dağından kuzeye gelip, Fula yükseltisinde sanki en koyusuna bürüneni artık yok. Şaphane’den Fula’ya, oradan da ta denize kadar uzanan yangın, yüzlerce dönüm çam ormanını ve bir o kadar da zeytinliği yok etti.

Fula’nın ormanı da kül oldu. Şimdi bütün o yamaçlar gibi Fula da simsiyah bir yükselti halinde. Mustafa Kemal’in Kocatepe’deki silueti de yanıp gitmiş. Artık oraya konsa da anlamı yok.

Fula, Şaphane ve bütün yamaçlar bugün içimizi yakan görüntüleriyle, gözlerimize kaçıracağımız acı tablolar halinde karşımızda duruyor.

Ben, adı Fula olan o çocuğu düşünüyorum. Fula tepesinin bu halini görünce neler hissedecek? Bu adın kavruk yalnızlığını ve çaresizliğini duya duya, nasıl yaşayacak?

Tilkinin son çabası

Yenifoça Öğretmenevi’nin arkasındaki Eskipetre’ye yangının nasıl sıçradığı, akla ziyan bir şey. Yenifoça’yı İzmir-Çanakkale asfaltına bağlayan yolun şarampolüne kadar inmiş yangın. Şarampoldeki otlar yanmış ama karşıdaki şarampoldekiler duruyor. Yangının Eskipetre’de tekrar başladığı yer, yüz metre içerde, yamaçta. Söylentiye göre yangının nedeni, tutuşmuş haliyle canını kurtarmaya çalışan zavallı bir tilki. Can havliyle gidebildiği kadar gitmiş ve düşmüş. Hem kendi yanıp yok olmuş, hem de yangın oradan ta denize kadar uzanmış. "İbret al deli gönlüm!" dedirten ve tüyler ürperten bir durum.

Bir öykü

Fakir Baykurt’un bir öyküsünü anımsıyorum. Bir köylü tarla açmak için ormanı yakar. Yangın alıp başını gittikten sonra pişmanlığı fayda etmeyecektir. Öngöremediği bir durumla karşı karşıyadır çünkü. Ormandaki hayvanlardan canını kurtarabilenler bir kıyıda toplaşmışlar, korku içinde olup biteni seyretmektedirler. Tilkisi, çakalı, kurdu, domuzu, tavşanı, yılanı çiyanı bir yerde, birbirine saldırmayı akıllarının ucundan bile geçirmeden çaresizlik içinde izlemektedirler. Köylü, ömrünün özeti bir ders çıkarmıştır bundan ve çok pişmandır ama iş işten geçmiştir. Bu öykü, bugün hemen her yangında yeniden yaşanmaktır. Adına insan denen ve doğayı uygarca koruması beklenen dünya egemeni yaratıkların çıkardığı her yangında, çekirgesinden karıncasına pek çok canlının çaresiz, yanıp kavrularak yok olduğunu düşünmek bile insanın içinin yanmasına yetiyor, ama her yangından öyle yanık hayvan fotoğrafları kalıyor.

Nedenler ve önlem önerileri

Yangın, yöredeki askeri birliğin bitişiğinden çıkmış. Otluk alanda ilerledikten sonra çalılıklara ve sonra ormana ulaşmış. 1970’li yılların başlarında Foça’da iki gün süren büyük bir orman yangınında şimdi çırılçıplak duran o dağlar yandığında ben yöredeki bir köyde öğretmendim. En büyük yangınlardan biri ise 2001 yılında Bağarası çöplüğünün yakılmasıyla başlayan yangının yeterince soğutulmamasından ötürü başlayanı ve benim köyüm Kozbeyli’nin içine kadar geleniydi. 2500 dönüm orman yanmıştı. Geçen yıl yine Şaphane Dağı’nın Bağarası’na bakan yüzünde bir bölüm yanmıştı. Başka küçük yangın başlangıçları da oldu, ama çabuk bastırıldı.

Sözün kısası, kısa ya da uzun aralıklarla, küçük ya da büyük yangınlara tanık olmaya kanıksadık.

Türkiye’nin pek çok yerinde ormanlar yanıyor, doğal zenginliklerimiz yok oluyor. Doğadaki bitki ve canlı türleri de büyük kayba uğruyor. Ormanların trilyonlarca liralık değeri kül ve duman olup göğe savruluyor. Alınan önlemler ise devede kulak dense yeridir. Onca kayba karşın etkin, köklü çözümler üretilmiyor. Örneğin, trilyonluk kayıpları önleyecek söndürme uçakları ve helikopterler çok yetersiz ve bunlar devletçe kiralanıyor. Neden satın alınıp da her an kullanılabilecek şekilde Orman İdaresi’nin eline verilmiyor? Neden sayıları her yıl artırılarak yangınlara anında ve etkili mücadele için hazır tutulmuyor? Her büyük yangında kaç helikopter, kaç uçak kaybettiğimizi hesaplayamayacak kadar aptal mıyız? Bunca işsizlik varken, yaz için neden çok sayıda geçici işçiyle yeni söndürme ekipleri kurulmuyor? Tek orman yangınındaki kaybın bile, bütün yaz çalıştırılacak insanların giderlerini karşılayacağını kestirmekten aciz miyiz?

Yenifoça yangınından sonra üşenmedim, bir sabah Düzalan’a ve oradan da Şaphane’ye çıktım. Buradaki gümrah ormanın köpüren yeşili ve o yağmurlu sabahın insanı çıldırtan kokusuyla adeta sarhoş oldum. Sonra, Şaphane’deki yangın gözetleme kulesinin yanına kadar sokuldum. Kulenin bir yanı yanmıştı. Yangın Kozbeyli yönüne atladıktan sonra durdurulabilmişti. Tepeden, yanan yerlere baktım. Nelerin yok olduğunu bir kez daha gördüm.

Düzalan’da, şimdi Telekom’un kullandığı, vaktiyle Amerikalılar tarafından füze üssü olarak yapılmış tesislerin yanından geçerken gözüm helikopter pistlerine takıldı. Orada çalışmış bir köylüme sordum. Bu pistlerden dört tane varmış. Küçük bir müdahale ile hepsi de kullanılabilir halde. Ormanın ortasında yaz boyu bekleyecek bir-iki helikopterin anında müdahale ile bu civardaki ormanları felaketlerden koruyabileceğini nasıl var sayamayız?

Yanar durumda atılan izmaritler, motosikletlerini bile ağzında sigara ile kullananlar, mangal yakmadan piknik yapamayanlar, anız yakma alışkanlığını bir türlü terk etmeyenler büyük bir eğitim sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. En büyük orman yitimi bu sorumsuzluklardan kaynaklanıyor. Yol boyu temizliğiyle başlayacak geniş bir önlemler zinciri ise bu sorumsuzluğun getirdiği tehlikeleri bir ölçüde azaltabilir.

Bir başka sorun zeytinliklerin bakımsızlığı. Birçok zeytinlik sürülmeden, bakılmadan, ot basmış halde, yangına davetiye çıkaracak biçimde karşılamaktadır yazı. Zeytinliklerin bakımının yapılması da önlem anlamı taşımaktadır.

Her yangının ardından ağlamak yerine önlemler almak ve yanan alanları hemen yeşertmek ve yeni orman alanlarını hızla genişletmek görevimiz olmalı. Örneğin; Yenifoça’daki yangın yerlerinin ağaçlandırılması için bir kampanya düzenlenmeli ve bu alanlara birkaç yaşına ulaşmış ağaçlar dikilmeli ki, Fula başta olmak üzere o tepeler ve yamaçlar tez vakitte yeşillensin.

Var mıyız, var mısınız?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!