Prof. Dr. Fevzi DEMİR - Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2008 23:35
ÜLKEMİZDE kadına bakış açısının köklü bir değişiminin
Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in ilanı ile başladığını biliyoruz. Gerçekten o güne kadar dinimizin kadına "iyi davranılması" şeklinde özetlenebilecek "tavsiyesinin" yerini, artık "kadın hakları" kavramı alıyor. Çağdaş bir Devlet yaratma ve bu anlayışı ülkede yerleştirme savaşımının önde gelen lideri Atatürk, kadınsız bir gelişme olamayacağı gibi, çağdaşlaşma da olamayacağını, uygarlaşmanın kadına toplumdaki gerçek yerinin ve değerinin verilmesiyle, ona erkeklerle birlikte "eşit haklar" tanınmasıyla ve bu hakların "hukuki güvenceye" bağlanmasıyla sağlanabileceğini biliyor. Atatürk’ün bu bakış açısını şu sözleri gayet güzel ifade etmektedir: "Şuna inanmanız gerekir ki, yeryüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. Bir toplumda cinslerin yalnız birinin çağdaşlık gereklerine uyması halinde o toplum yarı yarıya düşkünlük içinde kalır. Bir ulus gelişmek ve uygarlaşmak isterse bu noktayı temel ilke olarak bilmek zorundadır...". Atatürk’ün sadece "üreme" sürecine değil, "üretim" sürecine de kadınların katılmaları gerektiğini, kadının çalışmadığı bir toplumun sakat kalacağını, uygarlaşmanın ve sağlam bir toplumun ancak böyle yaratılabileceğini gören 85 yıl önceki bu anlayışının, kadınları eve kapatan, "çalışan kadının aldatacağını" söyleyen, "9 yaşındaki kızların evlendirilmesini vacip" gören anlayışla ne derece bağdaşabileceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
TARİHSEL SÜREÇNitekim, tarihsel süreç içinde Osmanlı toplumunda "kadınlar üzerinde oynanan oyunları" iyi bilen Atatürk, 1924 Anayasası ve 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu sayesinde, tam bir "devrim" niteliğinde sayılabilecek "kadın haklarını" tanımakta gecikmiyor. Gerçekten, bugün de Anayasamızın temel ilkelerinden olan "kanun önünde eşitlik" ilkesinin bir sonucu olarak, kadın-erkek eşitliğine dayanan ve Devletin denetim ve koruyuculuğuna bağlı bir "aile hukuku" yaratılıyor:- Öncelikle, medeni nikahla ve tek kadınla evlenme zorunluluğu getiriliyor. Dini nikah ancak medeni nikahtan sonra yapılabiliyor. Halen Sudan, Pakistan ve Bangladeş gibi bir çok İslam ülkesinde dini nikahın ve çok eşliliğin hakim olduğu hatırlanacak olursa, çağdaşlaşma yolundaki bu değişimin önemi daha çok anlaşılır kanısındayız. - Boşanma hakkı sadece erkeğe değil, kadına da tanınıyor. Nitekim, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 2003 yılında yapılan bir araştırmada halen boşanma davalarının yüzde 40’ını kadınların açtığı; bunların yüzde 60’ının üniversite mezunu, yüzde 30’unun öğretmen, yüzde 15’inin memur, yüzde 5’inin işçi, yüzde 5’inin hemşire olduğu saptanıyor. Unutulmamalıdır ki, kadınların kapanmasının (örtünmesinin) zorunlu, çok eşliliğin hüküm sürdüğü birçok İslam ülkesi gibi, Cumhuriyet öncesi erkeğin kadını "boş ol" diyerek boşamasından kadının haberi bile olmazdı.- Miras hakkı da eşitleniyor. Daha önce ikiye bir pay alan kadının erkekle eşit pay sahibi olması sağlanıyor. Halen İslam ülkelerinden iran’da bile kadının mirastaki payının erkeklerden az olduğunu hatırlatmakla yetinelim.- Mahkemelerde "iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşit" sayılıyor. Kadın için onur kırıcı, aşağılayıcı bu usul kaldırılıyor.- 1924 Anayasası ile "tüm Türk çocuklarına" tanınan "eğitim-öğrenim" hakkı, günümüzde de olduğu gibi, kız ve erkek ayrımı yapılmaksızın "ilk öğretimi zorunlu ve devlet okullarında parasız" kılıyor. Halen iran’da karma eğitime izin verilmediği gibi, bekar kızlar yükseköğretim göremiyor, sadece evli kadınlar erkeklerden ayrı yerlerde yükseköğrenim hakkına sahipler. Bir sayın Bakanın ifadesiyle, "İran halkının mücadelesi sonucu yaptığı devrimin" sonucu bu... Suudi Arabistan’da da kadınlar ancak kapalı devre televizyonla yüksek öğrenim görebiliyorlar.
1930’DA HAK VERİLDİ- Nihayet, ilk defa kadınlara 03 Nisan 1930 tarihli Belediye Kanunu ile tanınan Belediye seçimlerine "seçmen olarak katılma" hakkı, 05 Aralık 1934 tarihinde tanınan parlamentoya "seçme ve seçilme hakkı" ile devam ediyor. Bu tarihe kadar sadece abd (1918) ve İngiltere’de (1918) kadınlara 30 erkeklere 21 yaşında tanınan "seçmen olma" hakkı, bu tarihten sonra Fransa’da 1944, İtalya ve Japonya’da 1945, çin’de 1949, yunanistan’da 1952 ve İsviçre’de 1971 yılında tanınıyor. Dünya’da, 1990 yılında seçme ve seçilme hakkını kaybeden Cezayirli kadınlar dahil, birçoğu maalesef İslam ülkesi 70 kadar ülkede kadınlar hala oy kullanamazken, Türkiye’de Batı ülkelerine göre çok daha erken gerçekleşen "seçme ve seçilme hakkının" tanınmasının nedeni, Atatürk devriminin kadın haklarını geliştirmeyi ekonomik ve kültürel kalkınmanın, kısaca uygarlaşmanın ayrılmaz bir parçası saymasından ileri geliyor. Türk milletinin her şeyini ona borçlu olduğuna inanıyorum. Nur içinde yatsın...