Oluşturulma Tarihi: Ağustos 27, 2007 20:38
İzmir Enternasyonal Fuarı süreci, 17 Şubat 1923’te gerçekleşen "İzmir İktisat Kongresi" ile başladı. İktisat Kongresi’nin sokaklara saçılan sergileri giderek gelişti.
Önce eski Büyük Efes Oteli’nin bulunduğu arsada "9 Eylül Panayırları" ismiyle yaşama geçti. Daha sonra Kültürpark’ın içine taşınarak, "İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF)" olarak tarih sahnesine çıktı. 1 Eylül 1936 günü Lozan kapısında yapılan açılış töreninin üzerinden tam 76 yıl geçti.. Dile kolay.. Tam üç çeyrek yüzyıllık bir aşktır bu..
FUAR ile ilgili araştırmalarımda karşılaştığım, "Fuar Tangosu" konulu yarışma ilgimi çok çekmiştir. Fuarın daha ilk yılında, şair ve müzisyenlerin katıldığı ve tam 1000 eserin başvurduğu yarışma ile ilgili tüm belgeleri itina ile toplayıp bir dosya yaptım. "Fuar" ve "tango" kelimeleri, ne kadar birbirine yakışıyor!.. Hele tarih 1936 ise..Üstad karikatüristimiz Cemal Nadir, fuar dergisine çizdiği karikatürde bu olayı, "Tam bin tane tango şairi ve müzisyeni yarattık" şeklinde formüle ederek, Behçet Uz liderliğindeki fuar yaratıcılarına teşekkür etmişti. Bu yüzden büyük zevk alarak, yazımın klişesini "Fuar Tangosu" şeklinde seçtim.
FUAR EGE’NİN ŞENLİĞİİzmir Fuarı denince içim bir hoş olur. Yaşı şimdi elliyi aşan Egeliler’in çocukluktaki fuar hatıraları, bol ışıklı, şıkıdım havalı, rengarenk, şıkır şıkır hayaller ile dopdoludur. Fuar demek, eğlence ve gezinti olduğu kadar, yeni bir şeyler görme, görgü ve zevkini artırma, daha doğrusu, Batı’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya, hatta Sovyetler Birliği’ne dönük hiç bilinmiyen şeyleri hayranlık ile karmakarış duygular içinde öğrenme fırsatı idi.. Fuarları, içinde rol aldığımız bir "sosyal sinema eylemi" veya "halk üniversitesi" olarak tanımlarsak yanlış yapmayız..Bu yüzden, ister İzmirli olsun, isterse Aydınlı, Manisalı, Balıkesirli, Muğlalı olsun, nice Egeli ailenin, çocuklarının elinden sıkı sıkıya tutarak, akın akın koştuğu "İzmir Enternasyonal Fuarı", öncelikle İzmir’e kavuşmak demekti.. İzmir ise deniz demekti.. Dalgalar ve imbat demekti.. Sonra Kültürpark’ta eğlenmek, nice mekanda dinlenmek demek, sonra enternasyonal düzlemde yeniliklerle merhabalaşmak demekti..Belki daha derinlerde, genç cumhuriyetin ekonomik kazanımlarıyla gizlice gururlanmak gibi bir iç huzuru da vardı. Bunların hepsi, tam bir "Ege şenliği" demekti!Fuar TangosuEge’nin genç kızları, ceylan bakışlı kızlarıYiğit kızanlarının nerde bir eşi var?İzmir gecelerine bir güneş gibi doğarZevk saçan neşesi ile Enternasyonal Fuar..Bizim kızlar, kızanlar kalkın biyol tangoyaEğlenin, neşelenin, dansedin doya doyaİzmir’in zümrüt gibi aşk bahçesi bağlarıPınarlarından ses verir çam örtülü dağlarıAramak bulmak için en güzel, en şuh yarıHerhalde dolaşmalı sanat yeri fuarıBizim kızlar, kızanlar kalkın biyol tangoyaEğlenin, neşelenin, dansedin doya doya..
Rumuz: EgeliFUARA GİDİŞ
Üç kişilik bir memur ailesiydik. Annem tarih öğretmeni, babam tarım teknisyeniydi. Bendeniz, kısa pantalonlu, ana kuzusu, meraklı ve afacan Karşıyakalı bir çocuktum. 1950’li yılların başıydı.. Oturduğumuz Karşıyaka Zübeyde Hanım Caddesi’ne çıkan Meşrutiyet Sokağı’ndaki evimizden fuara gideceğimiz gün, hepimiz bembeyaz giyinirdik. Babam, beyaz keten takımını ve kendi eliyle boyadığı beyaz ayakkabısını giyer, beyaz şapkasını da kafasına geçirirdi. Annem, baştan aşağı beyazlar içindeydi, ğöğsüne ayyıldızlı bir iğne takardı. Yine beyaz beresini saçlarına yan yatırarak fiyakalı biçimde yerleştirirdi. Benim elimdeki tahta saplı kağıt Türk bayrağının "al" zemini hariç, herşeyim süt beyazdı. Karşıyaka’dan vapura biner, püfür püfür bir keyifle Alsancak iskelesinde inerdik. Hemen iskele önüne taht kurmuş faytonlardan birine kurulup, tıkır tıkır bir saltanatla, Kordon, Gündoğdu derken, Lozan kapısına varırdık.
MACERA GİBİ GEZİFuar gezimiz, benim için "macera filmi" yaşamaktı. İçinde, binbir ülkenin, Lunapark’ın, Hayvanat Bahçesi’nin, Tarzan’dan Tom Miks’e kadar nice kahramanımın ve esrarengiz "Korku Çadırı" veya siluetimi bir şişmanlatıp bir zayıflatan "Aynalar Evi" gibi hayret verici mekanların bulunduğu bu filmde "rol kapmak", benim gibi her çocuğun hayali idi..Fuar gezintimiz, hemen sol taraftaki kocaman ve sükseli Amerika ve Almanya, tam karşısındaki İngiltere ve İtalya pavyonlarını gezmekle başlardı. Sanki minik bir diplomatlar grubuyduk. Kendi ülkemizi temsil ederek, yabancı ülkeleri resmen ziyaret ediyor gibi bir gurur ve kibir içinde olurduk, hiç anlamadığımız broşürleri almak için huşu içinde kuyruğa girerdik. Standların önünde, karmaşa içinde broşür veya hediye isteyen avam kalabalıkları eleştirel bir gözle süzmek doğal davranışımızdı.. Hiç Türkler, yabancıların huzurunda kaos yaratır mıydı, ayıptı ayıp!.. Biz, beyaz elbiseler içinde ulusumuzu temsil ediyorduk sanki. (Yan sayfalarda yayınladığım İsmet Paşa Ailesi fotoğrafındaki, çocukların beyaz elbiselerine dikkatle bakınız. Yeni Türk Cumhuriyeti’nin bembeyaz ve asil ruhunu orada görebilirsiniz)
PARAŞÜT KULESİGöl kıyısından kıvrılıp, Paraşüt Kulesi altında tepeden atlayanları ağzı bir karış açık hayretle izlerdim. Hemen oracıktaki bir gazinoda trança şiş yemek en büyük alışkanlığımızdı. Sonra ver elini Hayvanat Bahçesi, sonra Lunapark.. Dönme dolap, çarpışan otomobiller derken, iki üç saatimiz eriyip gider, bir çay bahçesine doğru uzanıp yorgunluk gidermeye koyulurduk. Semaver geldi mi, babam ve anacım keyifle bir "Gelincik" sigarası yakarlardı.Tariş Pavyonu’ndan şıra içmek, Gül Bahçesi’nde dinlenmek, gece koca sandviçler yemek, mis gibi ayranı da mideye indirmek tiryakisi olduğumuz şeylerdi.Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi asların rol aldığı eğlence bahçelerine de giderdik. Assolistleri keyifle izlerdik.Gece yarısı, yine Alsancak’tan yürüyerek iskeleye gelir, vapur veya lebalep dolu otobüslerle yorgun argın evimize dönerdik.. Bu aşk, yıllar boyu böyle sürdü gitti.