Güncelleme Tarihi:
Sol Parti’den Yeşiller’e, Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi’nden (CSU) Hırıistiyan Demokrat Birlik Partisi’ne (CDU), liberaller olarak bilinen Hür Demokrat Parti’den (FDP) Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) kadar her kesimden politikacılar, tıpkı ağız birliği etmişçesine, hemen “Türkiye’nin iç politik sürtüşmelerini Almanya’ya taşımak istiyorlar. Buna fırsat verilmemeli” şeklinde açıklamalarda bulunurlar.
Hatta “Bir insan iki ülkeye birden sadık olamaz” diyerek Türk kökenli insanların çifte vatandaşlık statüsünü bile sorgulamaya koyulurlar.
Şimdilerde son dönemlerde palazlanan sağ popülist Almanya İçin Alternatif (AfD) de onlara katıldı.
***
İşte Başbakan Binali Yıldırım’ın, Oberhasuen’de, başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden Türkler ve Türk kökenlilere hitaben Türkiye’de yapılacak referandumla ilgili bir konuşma yapacağı açıklanır açıklanmaz, Almanya’dan yine benzer sesler yükselmeye başladı.
Özellikle de Sol Parti ile Yeşiller’den.
Tabii bu kervana CSU, CDU, FDP, SPD ve AfD de katıldı.
Alman medyası da öyle.
Sol Partili bazı milletvekilleri Angela Merkel başbakanlığında CDU/CSU ve SPD’den oluşan koalisyon hükümetine, Başbakan Yıldırım’ın konuşmasını engelleme çağrısında bile bulundular.
Ama nedense Yeşiller’li ve Sol Partili politikacılar, Türkiye’de 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 tarihlerinde yapılan parlamento seçimleri öncesi Almanya’ya gelen ve bu ülkede yaşayan Türk ve veya Alman vatandaşı Türk ve Kürt kökenli insanların katıldığı toplantılarda, Halkların Demokratik Partisi (HPD) liderlerinin konuşma yapmalarına hiç de tepki göstermediler.
“HDP, Türkiye’deki politik sürtüşmeleri Almanya’ya da taşıyor” demediler.
“HDP, Kürt sorununu körükleyip Almanya’da yaşayan Türk ve Kürt kökenli insanları birbirine düşürüyor” da demediler.
Hatta kendileri kürsüye çıkıp DHP liderleriyle boy bile gösterdiler.
Hatta konuşma bile yaptılar.
***
Aslında Alman politikacıların ve Alman medyasının bu yaklaşımı hiç de yeni değildir.
2008 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Köln’de Avrupalı Türklerle bir araya geldiğinde de benzer sesler yükselmişti.
Hatta Başbakan Erdoğan’ın “Asimilasyon (insanların kültürlerini ve kimliklerini kaybettirerek eritilmesi) insanlık suçudur” demesi aylarca tartışılmıştı.
Bu söyleme yoğun tepki gösterilmişti.
O zamanki Başbakan Erdoğan, aynı toplantıda, “Kültürünüzü, dininizi, dilinizi, kimliğinizi koruyun. Ama yaşadığınız ülkeye uyum sağlayın. O ülkenin dilini öğrenin. Başka diller de öğrenin. O ülkenin vatandaşı olun. Çocuklarınızı en iyi okullara gönderin ki, yaşadıkları toplumda en üst düzeyde yer alsınlar!” da demişti.
Ama Alman politikacılar, Başbakan Erdoğan’ın bu sözlerini duymazdan geldiler.
Çünkü onlar kafayı asimilasyona ve insanlık suçuna takmışlardı.
***
İşte Başbakan Yıldırım’ın Oberhausen toplantısı öncesi ve sonrası da, bazı Alman politikacılar kafayı yine ‘sadakat’a taktılar.
Yine sadakat türküsü söylemeye başladılar.
Daha önceki dönemlerde de olduğu gibi “Bir insan iki ülkeye birden sadık olamaz” demeye başladılar.
2000 yılından sonra Almanya’da dünyaya gelen veya 2000 yılından önce doğup da, başvuru yoluyla Alman vatandaşı olan Türk kökenli gençlerin 18-23 yaşları arasında tek vatandaşlıkta karar kılmalarını içeren uygulamaya son verilmesinin bir hata olduğunu söyleyip, “O uygulamaya yeniden dönülsün” diyen politikacıların sayısı artmaya başladı.
***
Resmi verilere göre Almanya’da 4 milyon 300 bin civarında çifte vatandaş statüsüne sahip insan bulunmakta.
Bunlardan 570 binden fazlası Polonyalı.
530 binden fazlası da Rus.
Çifte vatandaş statüsüne sahip Türklerin sayısı da 500 binin üzerinde.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden gelip de Almanya’da yaşayanların çoğu da çifte vatandaş.
Ama nedense Alman politikacılar Rusların, Polonyalıların ve diğer ülkelerden gelenlerin sadakatini hiç sorgulamıyorlar.
Ama sıra Türk kökenlilere gelince, “Bir insan iki ülkeye birden sadık olamaz” diyorlar.
İşte bu mantığı, daha doğrusu bu mantıksızlığı anlamak mümkün değildir.
Tabii kabullenmek de...