Güncelleme Tarihi:
NORMAL şartlarda diyalog yoluyla aşılabilecek bir sorun, Hollanda ile Türkiye arasında örneğine az rastlanır bir diplomatik krize dönüştü. Kriz her ne kadar iki ülke arasında gözükse de, dolaylı olarak da olsa, Avrupa Birliği çapında etki yaratma potansiyeline sahip. Almanya ile başlayan gerginliğin Hollanda’ya sıçraması ve 16 Nisan referandumuna kadar başka ülkelerle de gerginlik yaşanma potansiyelinin bulunması popülizmin ana akım partileri bile etkilediği, önemli üyelerinde kritik seçimlerin yapılacağı, Avrupa Birliği tarafından da yakından ve endişeyle izleniyor.
‘ÜLKELERİN İNİSİYATİFİNDE’
Türkiye’nin, ‘tepki vermemekle’ eleştirdiği AB, gelişmeleri yakından izlese de sorunun ‘ikili’ olduğu görüşünde. Gelişmelerin ciddi bir diplomatik kriz haline dönüşmesini değerlendiren bir AB yetkilisi, “Olayları net şekilde incelerseniz bunların ulusal makamların yetkisine giren nitelikte olduğunu görürsünüz. Ülke sınırları dışında kampanya yürütülmesi konusunda ortak bir AB politikası ya da kuralı yok. Bu ilgili ülkelerin inisiyatifinde, bazı AB üyeleri bu uygulamada sorun görmezken, bazıları hoş karşılamıyor. AB’nin ortak bir yasak getirme ya da yeşil ışık yakma gibi bir durumu yok” dedi.
Aynı yetkili, tarafların soğukkanlı davranmasının önemine dikkat çekerken kriz aşamasına gelinmesinin tüm boyutlarıyla değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durdu ve “Tansiyonun düşürülmesi herkesin yararına” dedi. Türkiye’nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nde de üst üste gelen gerilimlerden duyulan bir rahatsızlık söz konusu.
OY KAYGISI ÖN PLANDA
Son gerginlikte, Hollanda’da çarşamba günü yapılacak seçimlerin yarattığı ortamın etkisi azımsanmayacak düzeyde. Hollanda seçimleri sadece bu ülke için değil, bir bakıma geleceğini şekillendirmeye çalışan AB için de büyük önem taşıyor. Kriz ortamlarından en fazla fayda sağlayan kesimi popülist söylem benimseyen siyasi partiler oluştursa da son dönemde merkezdeki partilerin de oy kaybı korkusuyla benzer nitelikte söylemleri kullanması dikkat çekiyor. Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin seçim kampanyasında kullandığı, “Eğer burayı beğenmiyorsanız terk edebilirsiniz” ifadeleriyle aşırı sağcı Özgürlükler Partisi’nin (PVV) lideri Geert Wilders’in görüşleri arasında ton dışında büyük bir fark olduğunu söylemek oldukça zor. Bu ülkenin Türkiye ile yaşadığı krizin, son dönemde anketlerde eskisine oranla daha düşük bir performans gösteren Wilders’in oylarına olumlu katkı yapacağı yorumları arttı. Rutte’nin, kriz yönetimi konusundaki yaklaşımının ‘mecburiyetten’ kaynaklandığına yönelik yorumlar da azımsanmayacak düzeyde.
Rutte, Hollanda medyasına yaptığı açıklamada, krizin tırmanmaması için Başbakan Binali Yıldırım ile sekiz telefon görüşmesi yaptığını söyledi. Bu düzeyde yoğun temasa karşın çözüm bulunamaması tarafların konuya bakışındaki derin görüş ayrılığına bağlanıyor.
WILDERS’İN GÜÇLENMESİ AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN TEHDİT
Son dönemde Hollanda iç siyaseti açısından ‘belirleyici’ isimlerden biri haline gelen Geert Wilders’in, seçimleri kazanması durumunda bile, normal şartlarda, hükümet kurma şansı bulunmasa da elde edeceği her kazanım AB açısında eksi puan oluşturacak. AB, üye ülkelerindeki popülist ve aşırı sağcı akımların güç kazanmasından endişe duyuyor ve bu kazanımları geleceği açısından tehdit olarak görüyor. Wilders ya da Fransa’daki Marine Le Pen ‘tehlikesi’, 2017’de atlatılsa bile AB yetkilileri aynı tehlikenin tekrarlanma potansiyelini yüksek görüyor.