Güncelleme Tarihi:
Hürriyet Gazetesi’nin bürosunun da bulunduğu Berlin’deki Federal Basın Konferansı Evi’nin koridorlarından geçerken rastladığım her Alman meslektaş, “Nasıl olur da kendileri yaşadıkları Avrupa ülkelerinde her türlü özgürlükten sonuna kadar yararlanan Avrupalı Türkler, Türkiye’de yaşayan kendi insanları için otoriter bir rejime onay verir?” diye soruyorlar.
Alman politikacılar da öyle.
Yıllardır tanıdığım Alman milletvekilleri, eski ve yeni bakanlar, senatörler de benzer içerikli şeyler soruyorlar.
Hatta Almanya’da yaşayan Türk vatandaşları ve Türk kökenli Alman vatandaşlarının demokrasi için bir tehdit ve tehlike oluşturabileceklerini düşünenler bile var aralarında.
Evet, 16 Nisan 2017 tarihindeki referandumda Belçika’da yüzde 76.6, Avusturya’da yüzde 73.9, Hollanda’da yüzde 70.9, Fransa’da yüzde 64.8, Almanya’da yüzde 63.1, Danimarka’da yüzde 60, Norveç’te yüzde 57.2, Lüksemburg’da yüzde 62.9 ‘Evet’ oyu çıktı.
İşte Alman meslektaşlar da, Alman politikacılar da evetçileri anlamakta zorluk çekiyor.
***
Onlara dilimin döndüğü kadar evet oyu verenlerin kesinlikle demokrasi bıkkını, hele hele kesinlikle de demokrasi düşmanı olmadıklarını anlatıyorum.
Avrupa’daki Türkler arasında referanduma evet oyu verenlerin oranının Türkiye’dekinden daha yüksek olmasının, Avrupa ülkelerinin, Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye ve Türklere dönük olumsuz politikalarından kaynaklandığına dikkat çekiyorum.
Türk politikacıların Almanya’da referandum öncesi etkinliklere katılmalarının engellenmesi, hatta Hollanda’da, Danimarka’da yasaklanması yüzünden inadına evet oyu verenler olduğunu hatırlatıyorum.
Türkiye’de düşünceyi ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, gösteri düzenleme özgürlüğünün sınırlandırılmasını haklı olarak eleştiren Avrupalıların, kendi ülkelerinde Türk politikacıların düşüncelerini ifade etmelerine izin vermemelerinin demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığını söylüyorum.
Almanya’nın da, Hollanda’nın da, Danimarka’nın da bu konuda hata yaptıklarını söylüyorum.
Onlara Almanya gibi özgürlükçü demokratik hukuk devletinde tüm özgürlüklerden yararlandıkları halde demokrasiyi devre dışı bırakmayı yeğleyen partilerin, politikacıların bulunduğunu hatırlatıyorum.
***
Nazi uzantılarının oluşturduğu aşırı sağcı, ırkçı, Almanya Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) 1960’lı yıllarda Bremen, Rheinland-Pfalz, Aşağı Saksonya, Schleswig Holstein ve Baden Württemberg gibi eyaletlerde yüzde 5 barajını aşarak eyalet parlamentolarına girdiklerini hatırlatıyorum.
1980’li yıllarda aşı sağcı söylemlerle yollara düşen Cumhuriyetçiler’in (REP) 1989 yılında toplam oyların yüzde 7’sini alarak Avrupa Parlamentosu’na girdiğini, 1992-2001 yılları arasında da Baden-Württemberg’de yüzde 10’un üzerinde oy alarak eyalet parlamentosunda temsil edildiğini hatırlatıyorum.
Demokrasi düşmanı, aşırı sağcı Alman Halk Birliği’nin 1990 ve 2000’li yıllarda Bremen’de, Brandenburg’da, Schleswig-Holstein’da, Saksonya Anhalt’ta eyalet parlamentolarına girdiğini hatırlatıyorum.
Mevcut Anayasal sisteme kafa tutan sağ popülist Almanya İçin Alternatif’in (AfD) kurulduğu 2013 yılından beri Avrupa Parlamentosu ile Almanya’nın 16 eyaletinden 13’ünde eyalet parlamentolarına girmediğini hatırlatıyorum.
Hatta Saksonya Anhalt’ta toplam oyların yüzde 24.3’ünü alarak ikinci büyük parti konumuna yükseldiğini de.
AfD’nin Mecklenburg Vorpommern’de yüzde 20.8, Baden Württemberg’de yüzde 15.1, Berlin’de yüzde 14.2, Rheinland-Pfalz’da yüzde 12.6, Thüringen’de yüzde 10.6 oranında oy aldığını hatırlatıyorum.
Almanya’da demokratik sistemi devre dışı bırakmak isteyen bu partiye oy verenlerin Alman seçmenler olduğunu söylüyorum.
Tabii “Ya sizin evetçilere ne demeli?” diyorum.