Güncelleme Tarihi:
Dünyanın her tarafından fikir lideri kadınlar New York’ta bir opera binasında toplanmış, onları dinlemeye gelen yine çoğu kadın 2 bin 500 kişiyle bir araya gelerek meydan okuyordu... Sadece Afganistan’da kadınları taşlayanlara, Irak’ta Ezidi kadınlara tecavüz eden IŞİD’çilere değil... Amerika’da Donald Trump gibi mizojinlere (kadın düşmanı) karşı da yumruklarını sıkmış bağırıyor... Uganda’da kadınların sağlık ihtiyaçlarından mahrum bırakılmalarına... İran’da kadınların bir eşya gibi alınıp satılmalarına... Suudi Arabistan’da kadınların ikinci sınıf vatandaş sayılmalarına... Sudan’da bitmek bilmeyen savaşlar sürerken kadınların uğradıkları eziyetlere de isyan ediyorlardı. “Dünyada Kadınlar Konferansı”nda herkese kadınların kararlılığını gösteriyorlardı.
TINA BROWN ÖNCÜLÜK ETTİ
Efsanevi New Yorker Dergisi’nin 90’lı yıllarda genel yayın yönetmenliğini yürüten Tina Brown’ın öncülüğünde düzenlenen New York’taki kadın konferansına 23 ülkeden 100’ün üzerinde kadın lider katıldı. Konferansın bu seneki evsahiplerinden biriyse Brown’ın ifadesiyle “Türkiye’nin en etkili kadınlarından” Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’ydı.
Brown’ın “donanımlı, tutkulu, kararlı ve kadın hakları, ifade özgürlüğü savunucusu” olarak takdim ettiği Vuslat Doğan Sabancı’nın geçen sene Hürriyet binasına düzenlenen saldırıdan sonra sergilediği güçlü duruşu övmesi ise gecenin en çarpıcı ayrıntılarından biriydi. Brown’ın kadınlara yönelik söylediği “Türkiye’de Vuslat sizi kollar” sözlerinin ardından sahneye çıkan Vuslat Doğan Sabancı da, açılışta yaptığı konuşmada ifade özgürlüğünün önemine değinip şu mesajları verdi:
• IŞİD ya da diğerlerinin, terörizmin en büyük ortak düşman olduğunu söylersem yanılmış olmam. Ama dünyanın entelektüel ve sosyal açıdan yıkıcı başka bir ortak düşmanı daha var ki, o da ırk, etnisite, din ve siyaset üzerinden gittikçe derinleşen bölünme. Ayrıştırıcı söylemle sürekli büyüyen bir bölünme bu. İslamofobi, bunun sonuçlarından biri ve çok dikkatlice ele alınmalı. Bulaşıcı bir hastalık gibi en sorumlu ülkeleri bile etkisi altına alıyor. Bunu ABD’de de görüyoruz, Türkiye’de de diğer yerlerde de.
• Birey cesur, mücadeleci olmalı ve özgürlüğünü kazanmak için savaşmalı. Hiç kuşku yok ki, bu bireyin hakları için ilk ve gerekli olan adım. Ancak son yıllarda özgür toplumlar yaratmak için sadece bireyin haklarına odaklanmanın yeterli olmadığını da fark ettim. Çözümler üretmek için tartışmaya girmemize olanak sağlayan toplumlar. Ve özgürlüğün gelişmiş tanımını ararken rahmetli anneannemin hatırası bana yardım etti.
• Anneannem Meliha Kantek çok özel bir kadındı. 1920 doğumlu, kendini kadın haklarına adamış, ülkenin ilk feministlerindendi. Klasik tanımıyla bir Atatürkçüydü. Genç cumhuriyetin ilerici reformlarını kucaklamış biriydi. Ancak aynı zamanda inancına çok bağlı biriydi ve ibadetini düzenli biçimde yerine getirirdi. Yani hem inançlı bir gelenekselci, hem de bir reformcuydu. Bu iki kimliği bazen hem değerler açısından hem de yönelim açısından birbirleriyle ters düşerdi. O zaman anneannemin bu iki kimliğini birden taşıması nasıl mümkün oluyordu? İşin sırrı onun iletişim becerilerinde yatıyordu. Çok cesur bir kadındı ve en provokatif düşüncelerini bile söylemekten çekinmezdi. Ama bu düşüncelerini nazikçe ve saygılı bir şekilde dile getirirdi. Aynı zamanda iyi bir dinleyiciydi ve insanların kendi doğrularını paylaşmalarına izin verirdi.
• Anneannemi dinlerken, ben karanlıkta saklı yanlarımı da keşfetmeye ve bunları açığa çıkarıp kendime uyarlamaya başladım. Ve özgürlüğün derin anlamını fark ettim. Ben buna gerçek özgürlük diyorum. Ne demek bu? Bir defa özgürlük istediğin her şeyi söyleme hakkı değildir. Aynı zamanda duyulma, kabul görme, tanınma hakkıdır. Ne istiyorsam söyleyeceğim. Hatta duygularımı, düşüncelerimi bağırarak bile ifade edebilirim. Ama öteki insan kendini kapatır ve beni duymazsa, daha umutsuz olup hayal kırıklığına uğrayabilirim. Bence bugün dünyanın dört bir tarafında yaşanan da bu.
• O yüzden gerçek özgürlük sadece tamamen bireysel bir davranış değildir. Tüm tarafların sorumlu olduğu kolekif bir haktır. Gerçek özgürlük diyalogdur, monolog değildir. Tek ses değildir, koroyu oluşturan birçok sestir. Bu akşam buradayım çünkü medyanın ve kadının özgürlük ve barışa ulaşma sürecinde büyük bir rol üstlendiklerine inanıyorum.
• Medyanın temel görevi sistemin kontrol ve takipçiliğini yapmaktır. Bu esas görev, aslında aynı zamanda bir sorumluluktur. Bu temel görev ve sorumluluğumuza ek olarak, çatışma yaşayan seslere de kendilerini karşılıklı saygı çerçevesinde ifade etmeleri ve duyulmaları için bir zemin sağlayabiliriz.
• Doğan Ailesi olarak 40 yıldır Türkiye’deki ifade özgürlüğüne bağlıyız. Bağlı kaldık ve aynı istikâmette de devam edeceğiz. Aynı zamanda biz okuyucularımıza tartışma oluşturacak karşıt fikirler sunmanın da işimizin önemli bir parçası olduğuna inanıyoruz. Ben bunun Türkiye’de çok ihtiyaç duyulan demokratik tartışmayı da ilerleteceğine inanıyorum.
• Kadının bu alanda katkı sağlamaya dönük özel bir rolü var. Davranışlarımızdaki nezaket ve düşüncelerimizdeki sevgiyle sadece sizin ve benim değil, herkesin kabulleneceği ve kendini özgür hissedeceği konuşmalara öncülük edebiliriz.
• Medya, korku ve nefret için de bir kanal olabilir, bilgelik ve makul olanın da sesi olabilir. İkisi arasında yapacağımız seçim fark yaratacak ve dünyanın barış ve uyumunda büyük sonuçlar doğuracaktır.
BENİM BURADA ADINA BULUNDUĞUM KADIN
New York Times’ın sahibi Arthur Sulzberger ve Washington Post’un eski sahibi Graham Ailesi’nden Lally Weymouth’un da gecenin onur konuğu Vuslat Doğan Sabancı’ya eşlik edip Doğan Sabancı’yla aynı masada oturdukları gala yemeği öncesi, konferansın ilk gün programının en dikkat çekici kısımlarından biri, kadın liderlerin, dünyanın değişik yerlerinde çeşitli sorunlar yaşayan kadınların sesleri olmalarıydı. “Benim burada adına bulunduğum kadın” başlıklı bölümde örneğin ünlü model Alek Wek, Sudan’da savaşın ezdiği Lucia adına konuştu ve sahnede onun cümlelerini okudu. Ünlü kadın tasarımcı Diane von Furstenberg ise iş hayatı boyunca hep cinsel ayrımcılık yaşayan yakın dostu mimar Zaha Hadid adına konuşup Hadid’in erkeklerle nasıl kavga verdiğini izleyicilere onun cümlelerinden aktardı. Vuslat Doğan Sabancı ise tiyatrocu Gamze Elibol adına konuşup Türkiye’de engellilerin yaşadıkları sorunlara ışık tuttu.
AFGAN FIRST LADY
İlk günkü en ilginç panel ise New York Times’ın ünlü köşe yazarı Tom Friedman’ın Afganistan’ın first lady’si Rula Gani ile yaptığı mülakâttı.
Friedman, Afgan Devlet Başkanı Eşref Gani’nin eşine, Afganistan’daki kadın problemlerini sordu. Rula Gani de dört kadın bakanın bulunduğu Afgan kabinesi ve 67 kadın milletvekilinin görev yaptığı Afgan Parlamentosu’ndaki gelişmelere rağmen kadınların ülkede ne tür eziyetler yaşadıklarını anlattı. Ancak bu sorunların İslam nedeniyle oluşmadığını söyleyen Gani, “Bunu yapanlar sapkın bir mezhep gibi, din değil. Ben geçmişte dini örgütlere de liderlik ettim” dedi.
Friedman’ın kadın haklarına büyük ağırlık veren kocası Eşref Gani’nin bir feminist olup olmadığını sorması üzerine ise Rula Gani, “İki tür erkek vardır. Şovenler ve sıradan erkekler” diye yanıt verdi.
KAHRAMAN MEGYN KELLY
İlk günkü başka bir çarpıcı ayrıntı başta Tina Brown, sahneye çıkan kadınların mizojinlere gösterdikleri tepkiydi. Bunda en öne çıkan isim ise Cumhuriyetçi Parti’nin favori başkan adayı Donald Trump oldu. Brown, Trump’ın kadınları aşağılayan sözlerinden örnekler verip Trump’a ağır sözlerle yüklenirken, 1 Şubat’taki Iowa önseçimlerinden önce Trump’la girdiği bir tartışma nedeniyle gündeme gelen Fox’un anchor’ı Megyn Kelly, ilk günün kahramanlarından biri oldu. Katıldığı panelde gazeteci Katie Couric’in sorularını yanıtlayan Kelly, Trump’a yönelik sözleri nedeniyle salondaki kadınlar tarafından sık sık alkışlanırken, bu olaydan ne ders çıkardığı sorulduğunda, “İhtilaflar aynı zamanda fırsat yaratır” dedi.