Güncelleme Tarihi:
SİNCAN’A İKİNCİ GİZLİ ZİYARET
Çin'in Uygur bölgesine ikinci ziyaret
İlk defa 2006 yılı Nisan ayında gizlice girdiğim Sincan Uygur Özerk Bölgesi hakkında önce birşeyler yazma ihtiyacını duymadım. Benim o zamanki izlenimlerim olumluydu ve herşey sanki günlük güneşlikti. Human Rights Watch, Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları savunucusu örgütlerin raporlarındaki kötü koşullara ben Sincan’da rastlamamıştım. Kaldığım üç hafta zarfında en ufak bir insan hakları ihlaline tanık olmamıştım. Sadece camiye namaza gitmek isteyen memurların işlerini kaybettiklerini saptayabilmiş, okullarda Uygurcanın ikinci plana atıldığını farketmiştim. Herkes içki içiyor, sevgilileriyle geceleri eğlence âlemlerine katılıyordu ve tek bir kişi bile bana hayatından şikayet etmeye cesaret edememişti. Nasırlaşmış korkuyu ancak bu son gidişimde şekillendirebildim.
Geçtiğimiz mart ayında Çin, olimpiyatları sabote etmek isteyen radikal Uygur teröristleri ile ilgili açıklama yapınca bu bölgeye duyduğum merak geri geldi. Olimpiyatlar sırasında Çin’in iddialarının doğru olup olmadığını yerinde incelemek istedim. Sahiden Uygurlar, Tibetliler gibi baş mı kaldırıyorlardı?
Çin gizli polisine yakalanmadan Sincan’a nasıl girileceğini çok iyi biliyordum. 2006 yılında işadamı hüviyetime bürünerek turist olarak Uygur bölgesine , Hong Kong ve Pekin üzerinden gitmiştim. Resmi makamlara başvurmadığım için Pekin’den yanıma hareketlerimi kontrol edecek bir rehber verilmemişti. Pekin Havaalanı’nda kim olduğumu farketseler elimi kolumu sallaya sallaya Sincan’a beni sokmazlardı.
Londra’da aldığım istihbarata göre, bu yıl olimpiyatlar öncesi Uygur Türkleri üzerine baskı inanılmaz şekildi artmıştı. Daha önce bana Sincan’da yardımcı olmaları için adresleri verilen kişileri bu yıl aramamam için bana sıkı sıkı tembih edildi: “Hayatlarını tehlikeye atarsın. Sizle konuşurlarsa başları belaya girer. Özellikle İngilizce bilen Uygurlar, yakından izleniyor. Gittiğinizde onları telefonla bile aramayın. Zaten size telefonla bile bilgi veremezler. Tüm telefonlar dinleniyor. Olimpiyatlar öncesi baskı arttırıldı. Şüphelenilen herkes içeri atılıyor. Hapishanelerde yer kalmadı”
Bu durumda iki yıl önce beni Sincan’da gezdiren Uygurlarla hayatlarını tehlikeye sokmamak için görüşmeyecektim. Zaten bu kişiler bana hiçbir şey söylemedilerdi. Bana sundukları tablo, Uygurların Sincan’da mutlu olduklarıydı.
SİNCAN’A GİREBİLEN SON GAZETECİLER
2006 yılındaki bölgeye en son girip Uygur Türkleri ile röportajlar yapabilen tek gazeteci bendim. Hong Kong’daki Human Rights Watch görevlisi bile bölgeye en son 2005 yılında girebilmişti. Uluslararası Af Örgütü’nün şu anda Çin’de bir temsilcisi yoktu. Çin Halk Cumhuriyeti, Batılı gazetecilerin Sincan’a gelip sorunları deşmelerine izin vermiyordu.
Beş yıl önce olan Kaşgar depreminden sonra aynı nedenle yabancı gazetecilerin bölgeye gelmelerine izin vermemişti. Korkuları Uygur halkına yapılan baskının ortaya çıkmasıydı.
Benden sonra da Sincan’a araştırma yapmaya gelen gazeteci duymadım. Sadece birkaç ay önce AP ve Reuters fotoğrafçıları Sincan’dan resim geçtiler. O da kontrol altında. Kimse Uygur halkıyla röportajlar yapamadı. Benim avantajım Uygurlara çok benzememdi. Şüpheli hareket etmediğim sürece yakalanıp sorgulanmam zordu. Çin, dünyanın gözü üzerlerinde olduğu için olimpiyatlar öncesi yabancılara açıklarını göstermemek için elinden geleni yapıyordu. Bir İsveçli araştırmacı, Kaşgar’da iki kez kalmayı başardı fakat sonunda atkuyruğu saçını traş edip onu Kaşgar’ı terketmeye zorladılar. İlk ziyaretinde benim gibi kimseyle görüşemeyen bu İsveçli araştırmacı, ikinci ziyaretinde Uygur Türklerinin güvenini kazandı ve kaldığı fakir Uygur evlerinde çektiği resimleri sergi yaptı. Resimlerinde zengin Çin evleri ile fakir Uygur evleri arasındaki büyük tezat ortaya konuldu.
10 yıl önce Uygur bölgesine Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde Başbakan Yardımcısı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, Uygur bölgesine resmi ziyarette bulunmuştu. Bakan olduğu için Uygur Türklerine yakınlaşabileceğini sanan Ersümer, Çinliler’in etrafına ördüğü ağ yüzünden hiçbir Uygur Türküyle konuşamadan Türkiye’ye geri dönmüştü.
Geleceğimiz Asya’da mı? adlı kitabının yazarı Mehmet Öğütçü, İpek Yolu’nu TV programına konu yapan Coşkun Aral ve Sınırlar Arasında’nın yapımcısı Banu Avar yıllar önce Sincan’a girebilen son gazeteciler arasındaydı. 2005 yılında Uygur bölgesine kültür programı yapmak için giren Banu Avar bildiğim Sincan’a girebilen en son gazeteciydi. Sincan’a girebilen gazetecilerin çoğunun, Çin’in bilgisi dahilinde Sincan’ı ziyaret ettiklerini öğrendim. Hatta Çin makamları, Coşkun Aral döndükten sonra develerle yaıtığı görüntüleri yayınlarken Sincan’dan Doğu Türkistan diye bahsetmesine tepki geldiğini bana anlattılar. Ben Çin makamlarından gazeteci izni almadan Sincan’a girip insan haklarının Çin’de ihlal edilip edilmediğini araştırdım. Yanıma birileri iliştirilse tarafsız gözlemci olmam zorlaşırdı.
Londra’da tanıştığım direnişçiler, Sincan’dan çok uzak kalmışlardı. Çoğunun Sincan’ı ziyaret tarihleri beş on yıl öncesine dayanıyordu. Ben son koşulları belki de onlardan daha iyi biliyordum. Gene de Sincan’a uçmadan önce onlarla Londra’nın tanınmış Türk lokantalarından Efes2’de yemekte biraraya gelip Uygur bölgesindeki son durumu görüşme ihtiyacını duydum. İki yıl önce Sincan’a gitmeme rağmen neden yazılarımın yayınlanmadığını merak ettiler.
“Yazılacak birşey yoktu. Kimse, korkularından olsa gerek tek kelime etmedi. Nasıl eğlendiklerini mi yazacaktım? Bana konuşacak adam adresi verin” dedim.
“Kimse sizle konuşmaz. Konuşsalar ortadan kaldırılacaklarını çok iyi bilirler. Sizin Türk gazetecisi olduğunuzu fark ederlerse arkanızdan sizin de izinizi bulamayız. Çin’de herkes ajandır. Siz takip edilmediğinizi sanarsınız, sizi dört beş kişi muhakkak takip ediyordur” diye uyardılar.
Sonunda bana 75 yaşındaki Hacı bir ihtiyar Uygurun telefon numarasını verdiler. “Konuşsa konuşsa bu kişi konuşur. Telefonunu İsveç’teki Kaiser’den aldım dersen sana güvenir ve konuşur”
İDDİALAR
Duyduklarım iki yıl önce gittiğim Sincan’a tekrar gitmemi gerekli kıldı. Ne yapıp yapıp Uygur bölgesine gitmeliydim. İddiaların doğru olup olmadığını çıkartmam gerekiyordu.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Çin Halk Cumhuriyeti Londra Başkonsolosluğu’na gidip turist vizesi için başvurdum. Bu yıl, Olimpiyatlar nedeniyle vize işlemleri zorlaşmıştı. Türkiye’den yapılan müracaatların çoğuna olumlu yanıt verilmiyordu. Türkiye’den Sincan’a vize alıp gidebilenler ise Ürimçi Havaalanı’nda bir saat kadar sorguya çekiliyordu. Bu T.C. vatandaşı kişiler, bir de Uygur asıllı oldu mu yandılar. Orta Asya ülkelerinden turistlere de kısıtlama getirilmişti. Benim şansım İngiltere’den müracaat etmemdi. 5 saatlik vize kuyruğuna İngiliz eşimin girmesinin katkısı oldu ve meslek hanesine “gazeteci” yazmama rağmen bir aylık vizeyi koparabildim. İki yıl öncesinden tek fark bu kez otel ve uçak rezervasyonlarının yapıldığını gösterir belge şart koşuyorlar. Bu belgeleri almak için ertesi günü tekrar kuyruğa girmem gerekti. Eşime 3 aylık vize vermelerine rağmen bana “gazeteci” olduğum için bir aylık vize verdiler. Üç aylık çok girişli vize başvurumu çevirirken Çinli memur kız, sinirli bir ifadeyle “İstediğiniz vize tipini reddettiğimizi bir dahaki başvurunuzda belirtmek zorundasınız” dedi.
Benim için önemli olan Sincan’a girebilmekti. Daha sonra belki olimpiyatlar için Çin’e gidebilirdim ama umurumda değildi. Bu arada Çin’in olimpiyatlar sırasında sınır kapılarını açacağı ve bileti olan herkesi içeri alacağını işittim. Uçak bileti vize yerine geçecekti. Ama Çin’de hergün karar değişiyordu. Olimpiyatlara çok önem verdiği için Çin, uygulamalarda sürekli çuvallıyordu.
Tedbir olarak uçak ve Pekin’deki otel rezervasyonlarımı yaktım ve Pekin havaalanında Çin gizli servisi tarafından karşılanma tehlikesini sıfıra düşürmek için başka bir gün China Air ile Pekin’e uçtum. Sincan’a en uygun uçak, Bakü üzerinden Azerbeycan Havayolları ileydi ama Bakü’den gelen Türkleri çok sıkı sorguladıkları için Pekin üzerinden uçmayı tercih ettim.
Yarın: Pekin Havaalanı ve Guoanbu Gizli Servisi