Güncelleme Tarihi:
Şubat ayından bu yana devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, bu hafta başında yeni bir dönemece girdi. Kırım'la Rusya'yı birbirine bağlayan Kerç Köprüsü'ne yönelik sabotajın ardından Moskova, başta başkent Kiev olmak üzere çok sayıda Ukrayna şehrine yoğun füze saldırıları başlattı.
Bu saldırılar Ukrayna Savaşı bağlamında daha önce görülmemiş bir hamle olsa da tarih kitaplarında birçok benzeri var. Nazi Almanya'sının İkinci Dünya Savaşı'nda Londra'ya bombardıman düzenlemesinden bu yana tüm büyük savaşlarda uzun menzilli füzeler ve savaş uçaklarıyla şehirler bombalandı. Amaç neredeyse her seferinde aynıydı: Hedefteki ülkenin liderlerini geri çekilmeye hatta barış istemeye zorlamak.
Birçok ülkede önemli kültürel anıtlar da ekonominin işleyişini sağlayan temel kurumlar da başkentte yoğunlaşıyor. Başkentlere yönelik bombardımanlar bu yapıları tehdit ediyor ve hedefteki ülkenin liderinin risklerinin büyümesine neden oluyor. Saldırılar aynı zamanda hedefteki ülkelerin vatandaşlarının savaşa olan desteğini zayıflatmayı da amaçlıyor.
Ne var ki 1940'ların başından günümüze uzanan 80 yıllık süreçte bu taktiğin başarılı olduğu örneklere pek rastlamıyoruz. Aksine başkentlere düzenlenen saldırılar tam ters bir etki yapıyor. Saldırıya uğrayan ülkelerin liderlerinin ve vatandaşlarının savaşa dair kararlılığını güçlendiriyor. Birçok örnekte hedefteki ülkelerin bombardımanlar sonrası geri çekilmek şöyle dursun daha da kuvvetli bastırdığı görülüyor.
DRESDEN VE TOKYO'DA BAŞARILI OLDU AMA…
Tabii istisnalar da yok değil. İkinci Dünya Savaşı'nı zaferle tamamlayan müttefikler, şehir bombardımanı stratejisini ısrarla uygulamıştı. Zaten bombardımanların bu kadar yaygınlaşması da ondan sonra oldu. Ama şu da unutulmamalı: Dresden ve Tokyo gibi şehirleri yerle bir eden bombardımanlar sonucu yüz binlerce sivil hayatını kaybederken milyonlarca kişi de evinden yerinden oldu.
Günümüzde tarihçiler şehir bombardımanlarının bu ülkeleri pes ettirmekteki rolünün, halkta ve lider kadrolarda dehşete yol açmaktan ziyade Almanya'nın ve Japonya'nın sanayi üretimine ağır darbe vurulması olduğunu savunuyor. Diğer yandan Mihver Devletleri'nin de aynı agresif bombardıman stratejisini uygulayıp savaşı kaybetmesi, bu stratejinin tek başına belirleyici bir faktör olamayacağına işaret ediyor.
Diğer yandan İkinci Dünya Savaşı'ndan alınan dersler, daha sonraki savaşlarla bu savaşı kıyaslamayı da zorlaştırıyor. Zira İkinci Dünya Savaşı ülkelere askeri üretimi şehir merkezlerinin uzağına taşımaları gerektiğini öğretti. Dolayısıyla sonraki yıllarda düzenlenen bombardımanlar bir daha asla İkinci Dünya Savaşı'ndaki kadar büyük hasara yol açmadı.
AYNI STRATEJİ ASYA'DA DA AVRUPA'DA DA ORTADOĞU'DA DA KULLANILDI
ABD'li liderler bu gerçeği Kore Savaşı sırasında keşfetti. Pyongyang'ın bombalanması Kuzey Kore'nin savaşa ilişkin kararlılığının katlanmasını sağladı.
Aynı taktik daha sonra Vietnam'da da denendi. Ancak New York Times'ın aktardığına göre, ABD Savunma Bakanlığı'na ait bir rapor, Kuzey Vietnam'ın başkenti olan Hanoi'yi vurmanın "geriye dönüp bakıldığında dev bir yanlış hüküm olduğu" sonucuna varıyordu.
1980'lerde İran-Irak Savaşı kapsamında iki ülke de düşman başkenti hedef alan saldırılar düzenledi. Amaç karşı tarafı geri çekilmeye zorlamaktı. Ama tam tersi bir sonuç elde edildi. Sivillerin yaşadığı bölgelere düşen bombalar iki ülkenin vatandaşlarının da savaşa verdiği desteğin artmasına, savaşın 8 yıllık bir sürece yayılmasına ve bir sonuçsuzluğa sürüklenmesine neden oldu.
Kuzey İrlandalı grupların Londra'daki saldırıları İngiltere'nin çekilmesini amaçlarken tam tersine İngiliz yetkililerin bölgedeki kontrolü artırmasına neden oldu. 2000'li yıllarda Filistinli grupların İsrail şehirlerinde düzenlediği intihar saldırıları da benzer sonuçlar getirdi.
El Kaide'nin 11 Eylül saldırılarını meşrulaştırma gerekçesi, ABD'yi Ortadoğu'dan çekilmeye zorlamaktı. Ancak Amerikalıların büyük çoğunluğu El Kaide liderlerinin umduğu üzere, "Bizim o ülkelerde ne işimiz var?" diye ayaklanmak yerine Afganistan'ın ve Irak'ın işgaline destek verdi.
Elbette her savaş, her çatışma kendi dinamikleriyle değerlendirilmeli. Ancak peş peşe bu kadar benzer örnek yaşanması da boşa değil. Bu durumu savaşın siyasetiyle ve psikolojisiyle açıklamak mümkün ki Rusya'nın Ukrayna işgali de bu açıklamaya ilişkin iyi bir örnek oluşturuyor.
HEDEFTEKİ LİDERLERİN GAZA BASMASINA NEDEN OLUYOR
Başkent saldırıları, hükümetleri uzlaşmaya ya da geri çekilmeye zorlamayı amaçlıyor ama pratikte bu seçeneklerin tamamen ortadan kalkmasıyla sonuçlanıyor. Zira hedefteki liderler bu saldırıları kendileri ve hükümetlerine yönelik daha büyük bir tehdit olarak algılıyor ve bu tehdidi tamamen bertaraf edip zafere ulaşana kadar emniyet sağlayamayacaklarını hissediyor. Dolayısıyla saldırganların umduğu üzere geri çekilmek yerine verdikleri tepkinin dozunu artırıyorlar.
Üstelik barış görüşmeleri yapılması ihtimali de zayıflıyor. Hedefteki ülkenin lideri masaya oturmak istemiyor çünkü bunun başkente yönelik tehdidin sürmesini kabul etmek anlamına geleceğini düşünüyor.
Sadece liderler değil kamuoyu da benzer bir yargıya varıyor: Saldırıları düzenleyen ülkenin yarattığı tehdidin ancak kesin bir galibiyetle ortadan kaldırılabileceği inancı kuvvetleniyor.
Blitz bombardımanlarının ardından Londra sokakları bu haldeydi
LONDRA VURULDU, HALKIN SAVAŞA VERDİĞİ DESTEK ARTTI
Başkent saldırılarının ardından güçlenen kararlılığı hem stratejik hem de duygusal faktörlerle açıklamak mümkün.
En başa dönersek, Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere şehirlerine düzenlediği roket ve hava saldırıları (ya da Almanca adıyla Blitz) İngiltere'nin üretim araçlarını hasara uğratmanın yanında kamuoyunun savaşa desteğini de baltalamayı amaçlıyordu. Böylece İngiltere'nin savaştan çekilmeyi kabul edeceği hesapları yapılıyordu.
Onun yerine, dönemin anketlerinin de gösterdiği üzere, İngiltere halkının Almanya'yla yapılacak barış görüşmelerine verdiği destek azalırken, Londra hükümetinin üzerine savaşın sürdürülmesine yönelik baskıda hatırı sayılır bir artış yaşandı.
Alman liderler, Londra sokaklarını harabeye çeviren bombardımanlar sonrası İngilizlerin savaşta kalmakta ısrar eden politikacılara sırt çevireceğini düşünüyordu. Ne var ki hükümete destek veren İngilizlerin oranı neredeyse yüzde 90'a ulaştı.
AYNI STRATEJİ VİETNAM'DA FELAKET GETİRDİ
ABD aynı etkiyi defalarca yaşadı. Washington, İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ve Japon şehirlerini yerle bir ederek kavuştuğu zaferi tekrarlamak istedi ama olmadı. Özellikle Kore ve Vietnam Savaşları'nda yaşananlar hatırlamaya değer.
Komünistleri ellerindeki şehir ve kasabaları bombalayarak yıldırmayı amaçlayan ABD, hem bu hükümetlerin hem de buralarda yaşayan halkların "Bedeli ne olursa olsun Amerikalıları mağlup etmezsek bize huzur yok" görüşünü benimsemesine neden oldu.
Bu arada Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının Japonları dehşete düşürüp teslim olmaya zorladığı görüşü de son dönemde tarihçiler tarafından sorgulanır oldu.
Vietnam'da Amerikan güçleri kuzeydeki şehirleri bombalamaya 1966'da başladı. ABD Kongresi'nin 1972'de kamuoyuyla paylaştığı Pentagon belgeleri incelemesine göre, bombardımanların amacı "halkın moralini bozmak" ve "Hanoi'deki liderler üzerine savaşı sona erdirme baskısı oluşturmak"tı.
Ancak saldırılar Kuzey Vietnam'ın liderlerinin Amerikalıları ülkeden kovma stratejisine kilitlenmesine yol açtı. Belgeler Pentagon yetkililerinin kendi içlerindeki konuşmalarda bu etkiyi itiraf etmek zorunda kaldığını gösteriyordu.
Dahası Pentagon analistlerine göre, saldırılar Kuzey Vietnam'ın müttefikleri olan Moskova ve Pekin'i de kızdırdı. Sonuçta bu ülkelerden Vietnam'a gönderilen askeri yardım katbekat arttı.
Saldırıların yarattığı ekonomik ve insani hasarlar da Kuzey Vietnam halkının savaşa ve Komünist hükümete olan bağlılığını hiç olmadığı kadar kuvvetlendirdi.
Bombardımanların üçüncü yılında hazırlanan bir CIA raporu ilginç bir olgunun altını çiziyordu: Kuzey Vietnam halkı, bombardıman tehdidi olan dönemde savaşın zorluklarına katlanmanın bu tehdidin ortadan kalktığı zamanlara kıyasla daha kolay olduğunu ifade ediyordu.
İKİNCİ İNTİFADA DÖNEMİNDE İSRAİL'DE SAĞ PARTİLERİN OYU ARTTI
Bu durum mantığa aykırı görünebilir ancak her an yabancı bir düşmanın havadan saldırabileceği ihtimaliyle yaşamak, savaşın yorgunluğuna bir baskın gelecek bir etkiye yol açıyor hatta işin sonu radikalleşmeye bile gidebiliyor.
2000'lerde İkinci İntifada döneminde bunun çok iyi bir örneği yaşandı. Filistinli grupların İsrail şehirlerinde düzenlediği intihar saldırılarının amacı, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalini sınırlandırmaya hatta sonlandırmaya zorlamaktı.
Ancak o dönemde yapılan araştırmalar, her olaydan sonra saldırılara askeri müdahaleyle yanıt verilmesi gerektiğini savunan sağ partilerin oy oranının yüzde 1,35 artış kaydettiğini gösteriyordu. Bu gidişat ilerleyen yıllarda aşırı sağcı siyasetçilerin oylarının yüzde 6'ya varan oranlarda artmasıyla sonuçlandı.
Bu değişimi sadece politikalara verilen destekle açıklamak çok doğru değil. Zira o yıllarda psikologların gerçekleştirdiği araştırmalar, Filistinlilerin saldırılarının İsrailli Yahudiler arasında güçlü bir dayanışma duygusu yarattığını, daha milliyetçi ve kimliklerine daha sıkı sıkıya bağlı insanlar olmalarını sağladığını gösteriyordu. Üstelik saldırılar sonucu İsrailli Yahudiler arasında Filistin politikasının sertleşmesini isteyenlerin, bir başka deyişle zaferi tavize ya da uzlaşmaya tercih edenlerin oranı da artmıştı.
ASKER-SİVİL AYRIMI ORTADAN KALKIYOR
Rusya'nın hafta başında düzenlediğine benzer saldırıların bir diğer etkisi de savaşı halkın çoğunluğu için somutlaştırıcı bir rol oynaması. Şöyle ki savaş sadece cephe hatlarına sınırlı kaldığında, nüfusun geri kalanı ordu mensuplarının ya da hükümet liderlerinin ne yaşadığını tecrübe edemeyebiliyor. Şehirlere düşen bombalar bütün ülkeyi bir anda cephe hattına dönüştürüyor.
Bu durum Rus halkı için de geçerli olabilir. Zira savaşın ilk gününden bu yana Batı'nın uyguladığı çok sayıda yaptırım sonucu Rusların hayatlarında önemli değişiklikler olsa da milyonlarca insan savaşı devlet medyasındaki sınırlı haberler üzerinden izliyor. Rusya ordusunun performansına dair olumlu tablolar çizen bu haberler, ödenen bedellere rağmen savaşı daha katlanılabilir kılıyor.
Ancak şehir merkezlerine düzenlenen saldırılar asker-sivil ayrımını sona erdiriyor. Yine aynı örneğe dönersek, Blitz sırasında Londra halkının yurt dışında savaşmakta olan İngiliz askerlerine karşı dayanışma hissi artmış bu da orduyu destekleyen toplumsal kuruluşlara katılımla sonuçlanmıştı.
Toplumun geneline yayılan bu dayanışma hissi, zafere giden uzun yolda ödenen bedelleri de hafifletiyor çünkü yukarıda da dediğimiz gibi huzura ulaşmanın en kesin yolunun bu olduğu inancı yaygınlaşıyor.
Kiev'de bir bomba Taras Şevçenko Parkı'nın hemen yanına düştü
KİEV'DE YAŞAYAN SİVİLLERİN SÖYLEDİKLERİ EN TAZE ÖRNEKLER
Rus bombalarının isabet etmesiyle cephe hattına dönüşen Ukrayna şehirlerinde yaşayan sivillerin birçoğu da dünya basınına verdikleri röportajlarda benzer hisler dile getiriyor.
Örneğin Washington Post'a konuşan Kiev sakinleri, önümüzdeki ayların çok daha zor geçmesine hazır ve zafere kader savaşmaya kararlı olduklarını dile getirdi. Elektrik ve gaz kesintilerine karşı önlem alan, yiyecek ve su stoklayan Kievliler, pes etmeye niyetlerinin olmadığını vurguladı.
Bir çocuk parkının yanına düşmüş bir bombanın kraterinin kıyısında konuşan Olga Sali, "Ülkemizin başına gelenler çok yazık. Ama burada kalmaya karar verdik çünkü burası bizim vatanımız" diye konuştu.
İgor Moyseyev ise Kiev halkının savaşın başlarında Rus saldırılarına karşı zayıfken şimdi "çelik gibi güçlü" olduğunu belirterek, "Elbette ailem için endişeliyim. Ama şu an durum Şubat'takinden farklı. Hazırlıklıyız, ne yapmamız, nasıl hareket etmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz" dedi.
Kiev Belediye Başkanı Vitali Kliçko da gazeteye yaptığı açıklamada, sivil hedeflere ve hayati altyapıya yönelik saldırıları kınarken, "Rusya liderleri insanları hizmetsiz bırakıp çaresizleştirmek istiyor ama başarılı olamıyorlar" ifadelerini kullandı.
PUTİN İÇ SİYASETE OYNUYOR OLABİLİR Mİ?
Diğer yandan şehir saldırılarının başarı ihtimalinin çok düşük olması bazı analistlere şu soruyu sorduruyor: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in amacı, savaşın gidişatından memnun olmayan şahin politikacıların itirazlarını bastırmak olabilir mi?
Bunu zaman gösterecek ancak tarihin tekerrür edişinden yola çıkarsak, savaşın gidişatından memnun olmayanların memnuniyetsizliği bombardımanların ardından yaşanacaklarla daha da artabilir.
The New York Times'ın "Bombing Kyiv Into Submission? History Says It Won’t Work." ve The Washington Post'un "Kyiv braces for prolonged hardship as Russia threatens more strikes" başlıklı haberlerinden derlenmiştir.