Güncelleme Tarihi:
Çok büyük bir bölümü Almanya’da geçen 56 yıllık bir sanat yaşamınız var. Bunun nasıl bir dökümünü çıkarırdınız?
* Her sanatçının bir rüyası vardır, o da en yüksek yere çıkabilmek, sanat tarihine girebilmek. Oraya kadar ulaştım. Dünya sanat tarihine bir sanatçının ismi yazıldıysa mutlu olur, o yönden ben de mutluyum. Sonra çok güzel bir atölyem oldu, başta eğitim olmak üzere sosyal alanlarda çok çalıştım, Alman yabancı ayrımı yapmadan. Hümanist bir sanatçıyım ama kendi sanatımı üzerine bir yazı yazıp afiş ettirmeden sanat çevresinde yerimi belirledim. Çok çalıştım, şimdiye kadar yağlıboya, suluboya, desen çalışmaları, grafik ve heykel olarak yaptığım eserlerimin sayısı 70 bine ulaştı. Arjantin’den Japonya’ya kadar sanatçı dostlarım, misafirlerim gelir. Birçok ülkede jüri üyesi olarak görev aldın.
Bu sürede resminiz konu ve biçim bakımından nasıl bir döşümün geçirdi?
* Almanya’daki ilk yıllarımda soyut akımın etkisinde resimler yaptım. Çizgiler, kareler, dikdörtgenler, içtenlik ve realiteden uzak resimlerle başlamıştım. Bir gün istasyondan geçerken, öğrencilik yıllarımdan tanıdığım Yozgatlı İbrahim ile karşılaştım. İbrahim bana, “Ne yapıyorsun?” dedi. Ben de, “Resim yapıyorum, satıyorum, sergi açıyorum” dedim. İbrahim, “Görmek isterim resimlerini” dedi. Bir gün atölyeme gelip, resimlerime baktı. “Çok güzel ama bizim hayatımızdan hiç bir şey yok içerisinde” dedi. O beni, lirik anlatıcı ve realist çalışmaya, kendi hayatımızı anlatan resimlere döndürdü. 1991 yılına kadar Türkiye’ye politik nedenlerle 22 yıl gidemedim. Türkiye hasreti ve Türkiye’deki hayat, o yıllarda resimlerin ana konusunu oluşturdu. Bunun ardından uluslararası konulara, savaşlara, kıyımlara, sevda hikayelerine, bütün insanlığı ilgilendiren konulara yöneldim.
Türkiye’de kalmış olsaydınız, bu düzeye gelebilir miydiniz?
* İmkanı yok. Belki Zengin olurdum, ancak sanatsal gelişme yönünden buraya kadar gelemezdim. Ya da arkadaşlarımın uğradığı politik kıyıma, onların akıbetine uğrar, yok edilirdim. Türkiye’deki sanatçıların çalışmaları sınırlı. Şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın, o yasaktır, bu yasaktır. İçindeki düşünceleri ortaya koyamıyorsun, koyduğun zaman cezalandırılıyorsun, koymasan içini yiyor. Bir de, gerçekten bir şey öğrenmek istiyorsanız, gezmeniz, görmeniz lazım. Türkiye’den bir yere çıkmamış kişi, buradaki herhangi bir sanat akımını nereden bilsin.
Türkiye size ne kadar değer verdi? Orada ne kadar tanınıyorsunuz? Türkiye’de sergi açmadığınızı biliyoruz, sebebi nedir?
* Türkiye’de beni sanat çevresi çok az tanıyor, bunu açıkça söylüyorum. Türkiye’de niçin sergi açmıyorum? Açmak isterdim. Fakat burada açtığım sergiyi Türkiye’de açtığım zaman, muhakkak bir problem çıkacaktır. Bir sergi açtım Türkiye’de 1992’de... O kadar gümrük zorlukları yaşadım ki, “Bundan sonra gitmeyeceğim” diye kendi kendime söz verdim.
Üç gün resimlerim, gümrükte deponun dışında açık havada bekletildi. Resimlerin bir makine parçası gibi dışarıda durduğunu gördüğümde çıldıracaktım. Benden 78 bin mark katma değer vergisini gümrüğe yatırmamı istediler. O zamanın Kültür Bakanı araya girdi, beni gümrükten geçirdiler. 2700 mark karşılığı Türk lirası katma değer vergisi yatırdım. Geri dönüşte bu parayı alıyorsunuz, ancak Türk Lirası değer kaybettiği için bir ay sonra geri aldığım param bir uçak biletine ancak yetti. Şimdiye kadar bu konuda gümrük işlemlerinde bir kolaylık getirilmedi. Türkiye’de sergi açan arkadaşlarım, resimlerin kaçak olarak götürüp, getiriyor. Ben, şimdi Türkiye’de sergi açmak istesem, 300-400 bin euro katma değer vergisi ödemem gerek, çünkü benim resimlerim değerli, o yüzden katma değer vergisi de yüksek oluyor. Avrupa’da, Amerika’da böyle bir uygulama yok.
Almanya’daki Türklerle ilişkilerinizi nasıl tanımlarsınız?
* Birinci jenerasyon tamamen sanat dışıydı. İkinci jenerasyon birinci jenerasyona göre biraz daha eğitimli, ancak onlar da sanat ile pek ilgili değil. Üçüncü jenerasyon arasında üniversiteye giden bir kesim var. Onlar da daha yeni yeni sanatın ne olduğunu anlamaya başladılar. İçlerinde parmakla sayılan bazı kişiler var, resim satın alıyorlar. Benim resimlerim, 270 mark olduğu seneler, herkes için pahalıydı. Bugün aynı resimler 30 bin euro, çocuğun gücü yetmiyor. O zaman geliyorlar, diyorlar, “Abi, biz bunu taksitle ödeyebilir miyiz?” Evet, taksitle ödüyorlar. Ben de biraz onlara yardım olsun diye indirim yapıyorum, istiyorum ki, öğrensinler çocuklar.
Türk kuruluş ve dernekleri ile ilişkilerim hakkında pek olumlu konuşamayacağım. Dernekler, benden yararlandıkları sürece beni aradılar. “Sergi açalım” dediler, ben geri çevirdim. Açıkçası, ben kaliteyi düşürmek istemedim. Wuppertal’da bir Türk derneği benim sergimi açmış olsa, buradaki galerilerde bir daha hiç sergi açamam. Bunu onlara anlatamadım, herkes diyor ki: İsmail Çoban’ın burnu büyük. Öte yandan, ben buradaki Türklere 50 yılda 50 resim satamadım.
ALMAN VATANDAŞIYIM AMA HİÇ DAVET EDİLMEDİM
Almanya’da yaşamanın sanatsal gelişiminize büyük katkıda bulunduğunu söylediniz. Dışlamaya maruz kaldığınız da oldu mu?
* Evet, dışlama var, bunu inkar edemeyiz. Büyük bir sergiye başvuruyorsun, senden daha kötü olan Almanları alınıyor, Türk olduğun için sen almıyorsun. 1976’dan bu yana Alman vatandaşı olmama rağmen, milli sergilere ben hiç davet edilmedim. Sadece bir sergiye zamanın Cumhurbaşkanı Weizsäcker’in davetlisi olarak gittim. Hıristiyan bir ülkeden gelen sanatçılar, daha çabuk kabul görüyorlar. Hele Türk olmak, işinizi daha da zorlaştırıyor. Türklerden sanatçı çıkmayacağı yönünde bir kanı yaygın.
EŞKIYALAR ÜZERİNE ÇALIŞIYORUM
Son çalışmalarınızı konuşalım biraz.
* Heykel yapıyorum, resim yapıyorum. Bir eşkıya serisi üzerinde çalışıyorum. Her toplumun meşhur bir eşkıyası var. Schinderhannes Almanların, Robin Hood İngilizlerin, Köroğlu Türklerin. Eşkıya, soyguncu değil. Ben eşkıyanın gerçek yüzünü anlatmak istiyorum. Bu adamların amaçları nedir? Niçin eşkıya olmuşlar? Bunları işlemek istiyorum. Bu çalışmayı bitirdiğimde bir de kitap düşünüyorum. Bütün dünyadaki eşkıyalar hakkında bir derleme yapmak istiyorum. Şu ana kadar sekiz resim yaptım