Güncelleme Tarihi:
İstanbul’da dericilik yapan Kayserili Seyit Yücetürk (40), 1998 krizinde iflas edince, aynı yıl bir Çinli firmanın davetiyle iş ortaklarıyla birlikte Moğolistan’a yakın petrol bölgesi Dağçin’de çalışmaya gelmişti. Ortakları Türkiye’ye geri dönünce 1999 yılında Yeni Şehir anlamına gelen Sincan’a geçmişti.
Sıfır sermayeyle Ürimçi’ye geldikten sonra zengin olan Seyit Yücetürk, Sincan’da işe nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Burada birisiyle bir deri fabrikası satın aldım. 24 bin metre kare bir alana sahipti. Kaziven Pigaçan Deri Fabrikasını iki yıl çalıştırdım. Ortaklarla anlaşamayınca “hissem dursun” dedim. Şimdi fabrikanın değeri 21 milyon Yuana çıktı. Biz İstanbul Osmanbey’den kadın elbisesi getirip Uygur halkına pazarlıyoruz. Biz herkesin yaptığının tersini yapıyoruz. Genelde Çin’den mal getirilir, biz Türkiye’den Çin’e mal satıyoruz. Hamur ağırlıklı yemeklere, mantıya, lahman denilen makarna tipi elle yapılan yemeğe meraklı olan Uygur kadınları, bedensel olarak Türk kadınlarına benziyor. Uygur kadınları Türk kadınları gibi toplu olduğundan zayıf Çinli kadınlar için kullanılan kalıplar uygun değil. Türk ürünlerinin Çin ürünlerinden daha kaliteli olması Türk malı elbiselerin kapış kapış satılmasına yol açıyor. Bu yüzden 50 Yuana Türkiye’den getirdiğimiz etekleri pazarda 500 Yuana kadar satabiliyoruz.”
Seyit Yücetürk’ün Kayserili akrabası Veli Halife (46) de 25 yıl Frankfurt’ta ticaret yapıp iflas ettikten sonra 2002 yılında soluğu Ürimçi’de almıştı. İki akraba Sincan’da kader birliği yapıp Kapalıçarşıda ikinci katta iki “Türkstar” elbise mağazası ile üçüncü katta büyük bir depo tutmuşlardı.
FIRSATLAR ÜLKESİ ÇİN
İki Kayseri’li işadamının kuzenleri Burhan Zakiroğlu ve Rahim Zakiroğlu amca ve dayılarını Sincan’da yalnız bırakmamışlardı. Kayserili işadamlarına 4-5 Uygur kızı tezgâhtarlık yapıyordu. Uygur kızlarının durumunu öğrenmek için önce onlarla yakınlık kurdum ama iki yıl önce olduğu gibi onlardan merak ettiğim konularda tek kelime almak imkansızdı. Seyit Yücetürk bana “Burası kapitaslist bir ülke oldu. İş fırsatları çok fazla. Çin fırsatlar ülkesi. Devlet bize yardımcı oluyor. Tek koşul tek kelime politika konuşmayacaksın. Sonra tüm yollar kapanır. Burada işçilik, elektrik, su çok ucuz. Devlet işadamına bedava yer de veriyor” demiş, herşeyi günlük güneşlik göstermişti.
Faruk Zabcı, Sincanlı gençlerle. |
Oysa polis tarafından gözaltına alınmayan hiçbir Türk işadamı yoktu. Bu bilgiyi de bu gidişimde başkalarından öğrendim. Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref Sincan’ı ziyaret ettiğinde Ürimçi’deki Pakistanlılarla birlikte Türkler de bir gün gözaltında tutulmuşlardı.
Ürimçi Kapalıçarşısında İstanbul’daki Kapalıçarşı örnek alınmıştı. Mimarı Çinliydi.
Bizim Türkleri bulmadan önce “Vokko-Türkiy” isimli dükkan dikkatimi çekmişti. İstanbul’da Vakko’yu gören Nur - Mehmet çifti, Türkiye’deki Vakko’nun kolunu Ürimci’de açmaya çalışmıştı ama Vakko kendilerini mahkemeye verir korkusuyla dükkanın ismini “Vokko” diye çevirmişlerdi. Beyoğlu ve Laleli’den elbiseleri getiren dükkanın sahipleri bana “Biz ana Türküz, siz Atatürk’ün Türklerisiniz” diyerek Türkleri ne kadar çok sevdiklerini söyledi.
"TÜRK KIZI", "MODA SARAYI", "İSTANBUL" TABELALARI
İkinci katta geziyorum. “Türk Kızı” “Moda Saray” “Moda Show-Turkey” “İstanbul” gibi birçok Türk malı kadın elbisesi satan yer görüyorum.
Türk Kızı’nın sahibi Uygurlu kadın, 3 aylık satış cirosunun 120 bin dolar olduğunu, üç ayda Türkiye’den 3 bin parça getirdiğini söylerken “Türkiye’den mal aldığımız toptancılar çok şaşırıyor. Dünya Çin’den mal getiriyor. Biz ise Türkiye’den Çin’e mal getiriyoruz. Türk malları pahalıya buraya gelmesine rağmen, Uygur kadını alıştı, parasına bakmadan satın alıyor. Türk kadınının bedeni uyduğundan Türk malı elbiseler tam oturuyor. Beş yılda Türk malını burada tanıttık ve Türk etekleri, elbiseleri kapış kapış gidiyor”
15 yaşında Türkiye’ye gidip 40 yıldır Türkiye’de yaşayan ve Çin’de ikinci özel yabancı şirketi kuran Dursun Tarancı (63) ve ortakları , Türk-Çin ticari ilişkilerine öncülük yapıyordu. Dilnur Tursun (41), lisede 5 yıl Uygurca dili öğretmenliği yapmış ve Kapalıçarşıda ilk Türk eteğini satan kişi. Moda Show’u doğum günü olan 5 Mart 2004’de açmış.
Dilnur Tursun, Türkiye’den yaptıkları ticareti şöyle özetliyor: “Doğum günümde Türk mallarının ilk satışını ben başlattım. Arkamdan sekiz ay sonra Seyit Yücetürk dükkan açtı. Elbiseleri Türkiye’den uçakla getirttiğimiz için çok pahalıya geliyor. Herkes “Çok pahalı nasıl satabiliyorsunuz?” diye soruyor. Ben Türk malını Uygur kadınlarına alıştırdım. Önce çevremle işe başladım. Şimdi Kapalıçarşıda 15 dükkan, Türk malı satıyor. Kaşgar’da da şube açtık. Osmanbey ve Laleli’den ayda 1000 parça getiriyoruz. Maalesef kargo ve Türkiye’den direkt uçak yok. Mallarımızı yolcu beraberinde getiriyoruz. Her hafta bir dükkan tanıdık birini uçakla Türkiye’ye gönderiyor. Bazen yolcu beraberinde 700 kilo elbise getirdiğimiz oluyor. Kilo başına 12 dolar ödüyoruz”.
Bavul ticareti sayesinde Çin ve Türkiye’nin ekonomisine katkıda bulunuluyor. 1 milyon dolarlık ham derinin de Sincan’dan Türkiye’ye yollandığı anlaşılıyor.
Kapalıçarşıda satılan elbiseler dışında Türk halılları da gidiyor. Pazarın yakınında bir halıcıdan geçiyorum. Ürimçi’deki Türk işadamlarından Ömer Akkuş, Gaziantep’den her hafta 1-2 TIR dolusu getirdiği makine halılarını tüm Sincan’da pazarlıyor. İpek halıların çıktığı İpek Yolu’nda Türk halılar çok tutuluyor.
İki yıl önce Bazar’ın karşısında İhlâs kamyonlarını görmüştüm. Merak edip üzerinde İhlâs yazan süpermarkete girmiştim. Ülker çikolatalarını, Kırlangıç zeytinyanlarını görünce çok şaşırmıştım.
SİNCAN’DA KÖŞEYİ DÖNEN İHLAS’IN SAHİBİ T.C. VATANDAŞI
Türk ürünleri sayesinde Sincan’da köşeyi dönenlerin başında İhlas’ın Türk pasaportlu sahibi Rozzi Artuş geliyor. Şirketinin Türkiye’deki İhlas’la bir ilişkisi yok. İki yıl önce Saray reklamlarında kaleci Rüştü’yü seyredince duygulanmıştım. Sincan TV’lerini izlerken İhlas’ın reklam filmlerinde Ülker ürünlerini farkettim. Sincan’ın her tarafına yayılan İhlas süpermarketleri Türk ürünleri sayesinde alıp yürümüştü.
Roza Artuş’un Taktakale’de ticareti öğrendiğini bana anlattılar. Sincan’a geleli 5 yıl olmuştu ve Sincan’ın en zenginleri arasına girmişti.
Sürekli İhlas reklamlarını TV’de görünce TV’deki reklam fiyatlarını merak ediyorum. Günde iki kez çıkan bir aylık bir reklam 1500 dolar kadar ucuzdu. İhlas’ın reklam parasını da Ülker ödüyormuş.
İlk günler Uygur mutfağını tanıyana kadar Sincan’da yiyecek doğrudürüst birşey bulamadığım için her yerde peynir aradım. Hiçbir yerde yoktu. Sadeca Carefour’da kaşar peyniri bulabildim. Başta karpuz, kavun, elma, armut, erik, üzüm olmak üzere Sincan’da meyva boldu ama meyva suları yavaş yavaş gelişiyordu. Türkiye’den rakı da getiriliyordu.
HER YERDE G.S. FORMALI GENÇLER:
“TÜRKİYE-ÇİN MAÇINDA TÜRKİYE’NİN TARAFINI TUTTUK”
Ürimçi’de Uygurların yaşadığı bölgelerde gezerken sürekli göğüslerinde ay yıldızlı Galatasary forması taşıyan gençlerle karşılaştım. Sırtında Hakan Şükür, Hagi forması taşıyan gençleri durdurduğumda “Cim bom bom” çektiler.
Bir Uygurlu genç anlattı: “Dünya Şampiyonasında Kore’de oynanan Türkiye-Çin maçında, Çin vatandaşı olmamıza rağmen Türkiye’nin tarafını tuttuk. Bu yılki Avrupa Şampiyonası’nda da kalbimiz Türkiye ile attı çünkü biz Türküz. Sabahın 5’ine kadar oturup Türkiye maçlarını izledik”
Kapalıçarşıda gezerken Türk forması giyen Uygur öğrenci kızlara rastlıyorum. Avrupa Şampiyonası için özel Türkiye formaları diktirmiş ve Çinlilerden korkmadan ay yıldızı göğüslerinde taşıyorlardı. Uygur çocukları arasında Hasan Şaş’a hayranlıklarından Hasan, Ümit Davala’ya hayranlıklarından Ümit isimleri çok yaygındı.
Çin-Türkiye maçında oynayan Türk futbolcular Uygur Türklerinin hafızalarından gitmiyordu. Bu arada ilginç birşey öğrendim. Türk futbolcuların dünya kupasındaki başarılarına yakından tanık olan Çinli futbol otoriteleri, ileriye dönük yaptıkları planlarda Türklerle aynı özelliklere sahip Uygur futbolculara yatırım planlıyormuş ve Çin milli takımında Uygurlu futbolcuları tercih edeceklermiş.
Uygur kitapları satan bir kitapçıda ders kitapları arasında kapakta Hakan Şükür’ün resminin bulunduğu futbol öğreten bir kitabı bulunca çok şaşırmıştım. Bir Uygur Türkü, “Bu ne kitabı ?” diye sorunca çok şaşırdı. “Bu ders kitabı ama Hakan Şükür’ün ay yıldızlı formasıyla resminin kapağa konulmasına Pekin nasıl müsaade etmiş? Demek ki gözlerinden kaçmış” diye konuştu
UYGURLARIN ÇİNLİLERLE DİL SORUNU
SİNCAN’DA FETHULLAH GÜLEN TÜRK OKULLARINA İZİN VERİLMEDİ
Kendimi Büyük Bazar’da emniyette hissediyordum. Herkes bana selam veriyor, çekinmeden benle konuşuyordu. Tanıdığım dükkân sahiplerinin benle konuştular diye başlarını ilerde derde sokmamak için Kapalıçarşı dışındaki kişilerle , çarşıya gelenlerle ve sokaktaki korsan taksi şoförleriyle samimiyet kurdum.
Beni artık Çin mahallesindeki otelime Uygur şoförler götürüyordu. Bu arada üç tane Uygur kızı şoförüm oldu. Ekonomik koşulları pek parlak olamayan Uygur kızları, aydan 200 -300 dolar yapabilmek için gece gündüz korsan taksicilik yapıyorlardı. Uygur işadamları, resmi taksilerden daha ucuza gittikleri için Uygur kız şöförlerini tercih ediyorlardı.
Bir gece kulüp çıkışı taksi ararken geceyarısından sonra küçük bir özel araba önümde durdu. İçinde iki kız. O saatte daha güvenli olur diye iki kişi taksiciliğe çıkmışlardı. Korsan taksiciliğin para cezası vardı ama kız korsan şöförler yakalandıklarında müşterilerin tanıdık olduğunu söyleyerek yakayı sıyırıyorlardı.
Kızlarla konuştum. Benim Türkçemle zor da olsa onlarla anlaşıyorduk. Gideceğim Çin mahallesindeki otelimin adını ve adresini verdim. Otel, Çin mahallesinde olduğu için yerini bilmiyorlardı. Cep telefonuyla otel resepsiyonunu aradım. Çin resepsiyonisti bizim Uygur kızlarla konuşturdum. Hayretler içinde anlaşamadıklarını gördüm. İçiçe yaşıyorlardı ama Çinlilerle Uygurlar birbirleriyle anlaşamıyorlardı. Mecbur kaldım otomobilden inmeye ve yolda geçen bir Çin’li taksiye binerek otelime gittim.
Uygurlu taksi şoförleri de Çin mahallelerinde yer bulmakta zorlanıyorlardı. Taksilerde müşteri ile şoför arasında parmaklık olduğu için şoförlerle sohbet etmem, yakınlık kurmam zor oluyordu. Uygur şoförler, genelde Uygur parçaları çalan Uygurca radyo istasyonlarını dinliyorlardı. Bazen Türkçe parçalar çaldığında şoförlere “Bu benim memleketimin şarkıları “ diyerek Türk olduğumu belli ediyordum.
Çinliler, Uygur okullarını kaldırmak için plan yapmıştı ama bu gidişimde de okulların tamamen kapatılmadığını farkettim. Oysa Londra’da bana Uygur okullarının bittiği yolunda bilgi verilmişti. Gelgelelim Uygur aileleri, çocuklarının geleceği için Çin okullarını tercih etmek zorunda kalıyorlar ve Uygur okulları ister istemez yokolmaya doğru gidiyordu.
Bir Uygur baba kızlarını Çin okullarına göndermeyi neden tercih ettiğini şöyle anlattı: “Çocuklar Çinceyi iyi öğrenirlerse ilerde daha rahat iş bulacaklar. İyi Çince bilmeyen Uygurların iş bulması zor. Tüm imkanlar Çin okullarında. Çin ilkokullarında çocuklara İngilizce bile öğretiliyor. Uygur okullarında İngilizce bile yok”
İli’de İngilizce öğretmenliği yapan bir Uygur kızı, bana dert yanmıştı : “Ne yazıkki burada İngilizce öğrenen bir tek Uygur çocuğu yok”
Uygur okullarında Uygur çocuklarına İngilizce öğretilmiyordu. Okullardaki çocuklara eğitimde bile ayrımcılık yapılıyordu.
Bu arada Orta Asya’nın birçok ülkesinde Türk okulları açan Fethullah Gülen’e Sincan’da okul açma izni verilmediğini öğrendim. Bir Uygur, görüşünü şöyle belirtti: “Burada çocukların eğitimi için anne babaların fazla parası olmadığı için belki Fethullah Gülen burada okul açmayı tercih etmemiştir ”
Bu arada Pekin, Atatürk’ün sosyalist görüşlü biri olduğuna karar vererek Atatürk’ün kitabının Uygurcaya çevrilmesine izin vermişti. Hatta kitabın tanıtımı birkaç ay önce Pekin’de Türk büyükelçiliği tarafından yapılmış ama Sincan’ın başkenti Ürimçi’deki en büyük kitapçıları gezmeme rağmen Atatürk kitabını bulamadım.
Yarın: Kadın, içki, dans