Tüm dünya ile eşit şartlarda konuşuyoruz

Güncelleme Tarihi:

Tüm dünya ile eşit şartlarda konuşuyoruz
Oluşturulma Tarihi: Ocak 16, 2011 02:06

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan sonra Türk diplomasisinin iki numaralı ismi. Yeri geldiğinde Dışişleri Müsteşarı sıfatının üstüne Başbakanın özel temsilcisi sıfatını da alarak gizli görüşmelerde çetin pazarlıklara giriyor. Yabancı liderlerin ve diplomatların çok iyi bildiği bu isim bizdeyse Wikileaks belgelerinde en çok adı geçen Türklerden biri olunca kamuoyunun dikkatini çekti. Türk Dışişleri’nin en “cool” adamlarından biri olarak nam salan Müsteşar Feridun Sinirlioğlu sessiz diplomasi geleneğini ilk kez bozdu. Nice kritik görüşmenin adresi olan bakanlıktaki makamında Hürriyet Pazar’ı ağırladı.

Haberin Devamı

Büyükelçi atamalarının alışılmış pratiğine göre oldukça genç bir yaşta müsteşarlık koltuğuna oturan Feridun Sinirlioğlu bir buçuk yıla yaklaşan bir süredir Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile en yakın mesai yapan listenin başında. Davutoğlu ile gençlik yıllarından itibaren birbirlerinden habersiz aynı adreslerden geçmişler. İkisi de İstanbul Erkek Lisesi’nden ama Sinirlioğlu 1973’te bakandan dört yıl önce mezun oluyor. Ardından Ankara Siyasal. Üniversite bittikten sonra da bir daha dönmemek üzere Ankara’dan ayrılıyor.

Cansu ÇAMLIBEL yazıyor

Gençlik yıllarında “denizsiz yaşadığım tek şehir” dediği Ankara’yı pek sevmediğini anlatırken Yahya Kemal’in meşhur “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü severim” sözüne hatırlatıyor. İstanbul’a dönüş ile birlikte kısa sürede yarım kalacak akademik hayatına adım atıyor. Master ve doktorasını Boğaziçi Üniversitesi’nde yapıyor. Davutoğlu’nun Boğaziçi yılları henüz başlamamış. Akademik camiada 1980 döneminin sancıları yaşanırken o da pek çokları gibi üniversiteden başka bir mecra arayışına geçiyor. Karşısında iki seçenek var; ya pek de hevesli olmadığı ama Siyasal’dan sınıf arkadaşlarının seçtiği diplomatlık ya da gazetecilik. Yazmayı deniyor başta ama sonra dışişleri bakanlığında karar kılıyor. “Yayımlanan yazınız oldu mu?” sorusunun esprili yanıtı aslında bugünlere gönderme: “Doğrudan kendi yazım çıkmadı ama benim görüşlerimi ihtiva eden yazılar okudum.”

Haberin Devamı

KANT ÇALIŞAN DİPLOMAT
Akademideki yıllarındaki ruh halini “Aktif olarak siyaset yapmadım ama siyasete meraklı bir kuşağın mensubuyum. Dünyayı daha iyiye doğru değiştirmeyi hedefliyorduk” diye özetliyor. Yanıt aradığı en büyük soru insan haklarının evrensel hukukun koruması altına alınması için ne yapılması gerektiği. Bu soru Alman filozof Emmanuel Kant’la uğraşmasının, doktora tezinde uluslar arası hukuk ve anayasada insan hakları, özgürlük ve eşitlik problemini irdelemesinin temel motivasyonu oluyor. Bugünse “Kant çalışan bir adam” olarak devletlerarası sistemlerin pratiğini bizzat her gün yaşıyor.

Haberin Devamı

Kendisi gibi diplomat olan eşi Ayşe Sinirlioğlu yakın zamanda Madrid’e büyükelçi gitti. Kanada’da okuyan küçük oğlu ise mezun olarak ağabeyinin yanında başka bir ülkede çalışmaya başladı. Aile fertlerinin zor kesişen rotalarından bahsederken “Bir ara üç kıta ve dört ülkedeydik. Şimdi iki kıta ve üç ülkedeyiz. Yani durumda bir iyileşme var” diye gülüyor. Ailesinden sonra en çok da doyasıya kitap okumaya özlemi var. İş seyahatinde geçen ya da krizlere vakfedilen uzun gecelere rağmen başucunda her zaman beş on kitap var. Tarih ve felsefe vazgeçilmezleri, edebiyatta önem verdiği isimler ise Dostoyevski, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay. 

GEÇMİŞTE TUTUKLUK VARDI
Son dönemde Türkiye’nin yürüttüğü diplomasiye getirilen eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Hangi işe ele atsak “Bizim bunu yapacak donanımız var mı, çok mu dağıldık, çok mu imkanlarımızı zorluyoruz?” gibi yorumlar yapılıyor. Bunlar yıllarca defansta kalmanın getirdiği şeyler. Türkiye’de genel bir aşağılık kompleksi var. O da aslında 200 yıllık bir sürecin neticesi. Batıllaşma sürecinde bize empoze edilmiş, bizim de içselleştirdiğimiz bir şey. Birçok alanda artık bence “bu ne haddimize” demeyi üstümüzden atmamız lazım. Bankacılıktan tıbba, mühendisliğe pek çok sektörde dünya çapında rekabet edebilecek nitelikte insanlarımız var. Dolayısıyla her konuda söz söylemeye hakkımız var. Biz diplomasi kurumu olarak işimizin gereği dünyayla temas halinde olduğumuz için hep bu bakımdan önde olmuşuz. Ama bizim ağabeylerimizde de vardır o tutukluk. Mütevazılık ya da çok fazla özgün tavır geliştirmekten kaçınma, çekinme gibi. Türk dış politikası hiçbir zaman maceracı olmamıştır ve olmaz da ama yaratıcı ve insiyatif geliştirici olmak durumunda. 

Haberin Devamı

MESAJLARIM YERİNİ BULMUŞ
Wikileaks’de Türkiye konusunda şimdiye kadar çıkan kriptolarda neredeyse en çok adı geçen isimsiniz. Kapalı kapılar ardındaki görüşmelerinizi satır satır gazete sayfalarında görünce ne hissettiniz?  

Olayın kendisi şaşırtıcıydı. Yanlış bir raporlama olduğunu söyleyemeyeceğim. Aşağı yukarı verdiğim mesajlar yerini bulmuş. Tabi bazı yorum farkları ve algılama farkları olabilir. Tesadüfen benim görüşmelerimle ilgili telgrafların basında yayınlandığı gün Amerika’daydım sayın bakanımızla birlikte. O gün sizlerin ortak görüşmemizi okuduğunuz ABD Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Burns ile yine toplantıdaydık. Hatta karşılıklı latife yaptık birbirimize.

Haberin Devamı

Aklınızdan geçmedi mi bu kez bazı şeyleri söylemeyeyim diye?
O bana “aynı açıklıkla konuşacak mıyız birbirimizle” diye şaka yaptı. Ben de “hiç merak etme, biz zaten içerde ne söylüyorsak dışarıda da aynısını söylüyoruz onun için bizim açımızdan bir şey değişmeyecek. Ama sizin inandırıcılığınız bakımından bunu iyi yönetmek lazım” dedim.

Bu olayla Amerikan diplomasisinin inandırıcılığına bir gölge düştü mü?
Elbette ona yol açabilirdi bu olay. Olmaması için Amerikalıların çaba sarf etmesi gerekti. Bir de düşünmek lazım, diplomatlar arasındaki görüşme diplomasinin en önemli araçlarından biri. Onun yürütülmesine zarar verilemesinin kimseye yararı yok. Onun için bu işin kontrol altına alınması için hep birlikte işbirliği yapmamız gerekiyordu.

Haberin Devamı

Kriptoların ortaya çıkmasıyla birlikte Amerikan diplomatları kullandıkları üslup nedeniyle çok eleştirildi. Bu nokta üzerinden Amerikan diplomasi ekolü ile Türk ekolünü karşılaştırsanız…?
Bütün diplomasi ekollerinde her diplomat duyduğunu, gördüğünü ya da bir olayla ilgili yorumunu yazabilir. Ama bunun başkente gönderilip gönderilmeyeceğine karar veren büyükelçidir. Bizde tüm kriptolar merkeze büyükelçinin ismiyle gider. Bazı ekollerde büyükelçi “bu bilgiyi gönderme” diyebilir. Ama Amerikalılarda anlaşıldığı kadarıyla, mesela o dedikodular, iddialar, iftiralar, onlarla ilgili bir diplomat yazıyor ama büyükelçi “gönderilsin ya da gönderilmesin” demiyor. Her türlü şeyin gönderilmesine izin veriyor anlaşılan büyükelçiler. Bizde öyle değildir. Bizde dedikodu, itham, iddia yazılması adetten değildir. Eğer bir şey duyarsak bunun doğruluğuna birkaç yerden teyit edebilirsek göndeririz. Bir de devlet adamlarıyla ilgili böyle abuk sabuk espriler yapmayız. Teflondu bilmem ne idi. Onlarda telgrafı okunur kılmak için çarpıcı ifadeler kullanmak adettenmiş ve de makbulmüş. Bizde halbuki hiç makbul değildir, tam tersine koridorda alay konusu olursunuz. Ondan da çekinirler.

Ama anlaşıldığı kadarıyla onlar iddia ve dedikodu yazmaktan çekinmemiş. Başbakana ait olduğu iddia edilen banka hesapları başta olmak üzere…
Bir diplomatın görev yaptığı ülkedeki bir başbakana yönelik asılsız iddia ve ithamları rapor etmesini hiçbir şekilde kabul edemeyiz.

AŞAĞILIK KOMPLEKSİNE KAPILMAM
Hep böyle cool musunuz? Bu bir kişilik özelliği mi yoksa göreviniz icabı benimsediğiniz bir tavır mı? 

BİLMEDEN TAŞIDIĞI İLAÇ HAYATINI KURTARDI

“Günde iki paket sigara içiyordum ama tuhaf bir olay nedeniyle bırakmak zorunda kaldım. İki rahmetlinin tavsiyesiyle (arkadaşım Ömer Tarkan ve babam) dil altı hapı taşımaya başlamıştım. Bir gün İstanbul’dan Ankara’ya arabayla gelirken bir sıkıntı hissettim. Ne olduğunu bilmeden taşımaya başladığım o ilaç sayesinde hastaneye kadar gidebildim. Kalp krizi geçirebilirmişim, geçirmeden durdurmuşum. Birbirinden habersiz hem rahmetli babam, hem de Ömer Tarkan içlerine doğmuş gibi öyle bir tavsiyede bulundular. Bir anlamda hayatımı kurtardılar. Yoksa 45 yaşında son bulabilirdi de hayatım.”


Kişilik özelliği olarak da böyleyim. Ayrıca neyi temsil ettiğimi biliyorum. Çok büyük tecrübe birikimine sahip bir diplomasi ekolünü temsil ediyorum. Dolayısıyla kimseyle karşı karşıya oturduğumda telaşa kapılacak bir şey görmüyorum, ne ele aldığımız konularda, ne de eğer yeni bir mekanizma, arabuluculuk, ya da çatışmayı önleme çabası içindeysek o konuda herhangi bir ülke kadar, hatta onlardan daha fazla katkıda bulunmaya kendimizi ehil görüyorum. Hiçbir zaman, hiçbir yerde kimse karşısında aşağılık kompleksine kapılmadım. Hangi ülkenin temsilcisi olursa olsun kendimi eşit gördüm, öyle görmeye de devam edeceğim. Kendime, ülkeme ve kurumuma güveniyorum.

Meslektaşlarınız Karadenizli damarınızdan, tez canlılığınızdan çok bahseder. Bunun içinde soyadınızdaki gibi sinirli olmak da var mı? Sinirli biri misiniz?
Hiç değilimdir. Tam tersine fazla sakin, özellikle müzakerelerde öyleyim. Ama gerektiğinde sesimi yükseltmeyi bilirim. O konuda da hiç çekinmem. Eğer haklı bir konumu savunuyorsam ki genellikle öyle oluyor, hiç tereddüt etmem. İnandığım, bildiğim haklı olduğumuzu düşündüğüm her konuda sinirlenmeden ama gerektiğinde sesimi yükselterek müzakere ederim.

Emeklilik sonrası siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Siyaset emeklilik işi değil. Yapılacaksa daha genç yaşta başlanmalı diye düşünüyorum. Herhangi bir şekilde şimdiden bir şey söylemek mümkün değil ama siyaseti emeklilikten ziyade daha ciddi bir iş olarak görüyorum. Bilemiyorum şartları. Ama asıl hedefimi akademik hayata geri dönmek. Ciddi bir şekilde tarih çalışmak istiyorum. Bir üniversitede hem teoride bildiklerimi hem de pratikte edindiğim tecrübeleri gençlerle paylaşmak istiyorum.

 

 

 

 

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!