Güncelleme Tarihi:
Türkiye’den kırgınlıkla gidenlerden biri değil Özararat. Nitekim Türkiye’deki geniş çevresiyle sıkı tuttuğu bağlar onu yıllar sonra Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme çabalarının kilit adamı haline getirdi. 12 gün önce yine telefonu çaldı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu 4 yıl sonra yapacağı Erivan ziyaretinde kendisine eşlik etmesini teklif ediyordu. Kendisi açısından duygusal yanı yüklü bu ziyarete tepkileri ve Ankara’nın yeni hamlesinin donmuş süreci çözüp çözemeyeceğini konuştuk.
TAŞLAR TÜRKEŞ İLE YERİNDEN OYNADI
-1993’de Paris’teki gizli Türkeş-Petrosyan buluşmasına önayak olan insansınız. 20 sene önce bu olabildiyse bugün hâlâ neden ilişkilerin normalleşmesi için beklenen aşama kaydedilemedi? Ya da aslında kaydedildi mi?
Gelişme yok denemez. Birçok taş yerinden oynadı ama benim beklediğimden çok daha yavaş gidiyor. Ermenistan’ın yeni bağımsız olduğu yıllarda, Türkiye’den herhangi birisi bu meseleye eğilmeye kalksa Başbuğ Türkeş’ten çok çekiniyordu. Benim de çok korktuğum bir insandı. ODTÜ’de okudum. Deniz Gezmiş’le aynı yurtta kalıyorduk. Kendisini de arkadaşlarını da iyi tanıyordum. Bizi de zaten solda diye fişlemişler. Halbuki benim solculuğum solculara hakaret olur. O dönemlerde Türkeş benim çekindiğim, sevmediğim bir insandı. Ama baktım ki anahtar insan. Türk-Ermeni ilişkilerinde ilk önce oradan başlamak lazım. Türkiye’deki en büyük engel Türkeş’in bakış açısıydı o zamanlar. Evet Türkiye, Ermenistan’ı ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştu ama bir hareket oluşmamıştı. Kendisini tanıdıktan sonra çok sevdim, saygı duydum. Düşünceleri beni şaşırttı. Dost olduk bile diyebilirim.
-Sizi şaşırtan neydi?
Bana Türklerle Ermenilerin yakınlıklarını anlatmaya başladı. İstanbul’un fethinde Ermenilerin oynadığı rolü anlattı, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında savaşan Ermeni subaylarının tek tek isimlerini saydı. Malazgirt’te iki halkın beraber savaştığını anlattı. Mimar Sinan’dan bahsetti. Alfabeyi yazan, Türk Dil Kurumu’nun kurucusu Agop Martayan’ın sonradan soyadının Dilaçar olarak değiştirildiğini anlattı. Bunların bazılarını ben de bilmiyordum o zaman. Hatta bir süre acaba benimle alay mı ediyor diye düşündüm. Irkçı olarak bildiğim Alparslan Türkeş’ten bunları duymak beni şaşırtmıştı. Zaten onun Levon Ter Petrosyan ile Paris buluşması bu yaklaşımın eseridir.
DAVUTOĞLU’NUN ERİVAN’A GİDEREK SÖYLEDİKLERİ ÖNEMLİ
-Eğer bu işe en uzak görünen bir Türk lider 20 sene önce bunu yapabildiyse bugün Türkiye Cumhuriyeti açısından temel sıkıntı kaynağı nedir?
Aşamadığımız problemler yer değiştiriyor. Bir zamanlar komünizm tehlikesi var diye oluşturulmuş milliyetçi damar vardı. Sonra ‘Ermeniler toprak ister’ korkusunun işlendiği dönemler geldi. Problem sık sık yer değiştirdi. Ama Ermenistan’la yakınlaşmada birkaç mihenk taşı vardır. Alparslan Türkeş’in o görüşmeye razı olması en büyük adımlardan bir tanesidir. Özür kampanyaları, son yıllarda 24 Nisan anma törenlerinin Türkiye’de yapılmasına müsade edilmesi... Bunun yapılabilmesi, buna tolerans gösterilmesi önemli mihenk taşlarıdır. Cemal Paşa’nın torunu gazeteci Hasan Cemal’in Erivan’daki anıta gidip bir çiçek koyabilmesi, sonradan bu konuda bir kitap yazması. Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın cesur davranıp Cumhurbaşkanı Gül’ü Ermenistan’da maça davet etmesi. Sayın Gül’ün vizyoner bir tutumla oraya gitmesi. Bunlar hep buzların erimesini sağlayan noktalar. Eskiden bunların ilerlemesine ulusalcı damarlar mani oluyordu. Şimdi ise daha çok ekonomik ve diplomatik baskılar mani olur hale geldi. Geçen hafta Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Erivan’a giderken söyledikleri de çok önemli. Belki çok normal tehcirin tasvip edilemez olduğunu söylemek. Ama bugüne kadar hiçbir resmi ağızdan duymamıştık. Bunu söylemiş olması bence büyük bir adım. Tarihin bir parçası daha.
ANKARA’NIN 2 REYON SÖYLEMİ GERİ ADIM OLARAK ALGILANDI
-Düşman gibi davranacak ne yapıyor ki Türkiye?
Hatırlarsanız Türkiye protokollere giden süreçte Karabağ kelimesini kullanmayı bırakmıştı. İlgisini azalttığını zannetmiyorum, ama hiç olmazsa söyleminde buna yer vermiyordu. Sayın Davutoğlu’nun son zamanlardaki açıklamalarına Karabağ’ı eklemesi hem de bölgesel bir çerçeve eklemesi, protokoller ile gelinen noktadan bir geriye gidiş olarak algılandı.
-Karabağ meselesine bakışta iki taraf aslında protokoller imzalandığında bile anlaşamamıştı. Ermeni tarafı o gün bugün ‘Karabağ ön koşul olamaz’ demeyi sürdürdü. Oysa bugün Türkiye yeni süreci yine Karabağ’dan değilse bile birkaç reyondan çekilme üzerine kurgulamaya çalışıyor gibi. Yanlış mı?
Bu birkaç reyondan çekilme meselesi 1994 yılından beri konuşulur, yeni bir şey değil. Hep söylenir ama yapılamamıştır. Onun için Türkiye’nin söyleminde geriye dönüşten bahsediyorum. Bu söylem Ermenistan’da bir geri adım olarak algılanıyor.
HAYALİM İKİ ÜLKENİN AYNI GÜN VATANDAŞLIĞINI ALABİLMEK
-Türk vatandaşlığına dönmek istiyor musunuz?
Devletin en yüksek yetkilileri bunu teklif ediyorlar.Benim gibi Türk vatandaşı bir Ermeni olarak doğmuş bir insanın hayali iki ülke ilişkilerinin normalleşmesinden sonra her ikisinin de vatandaşlığını aynı gün alabilmek. Hayal gibi geliyor ama Nasrettin Hoca’nın göle yoğurt çalması gibi “Ya tutarsa”.
BULUŞMALARA ÖNAYAK OLMAYA ÇALIŞIYORUM
-Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Erivan’a beraber gitme davetine şaşırdınız mı? Kabul ederken zorlandınız mı?
Çok enteresan bir durum. Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olarak doğuyorsun. Sonra bir gün vatandaşlıktan atılıyorsun, başka bir ülkenin vatandaşı oluyorsun. Sonra bir aşamada Ermenistan diplomatı oluyorsun. Artık değilsin. Bu sefer de Türk Dışişleri Bakanı ile birlikte Ermenistan’a gidiyorsun. Her insanın başına gelebilecek durumlar değil tabii bunlar.
-Ermenistan diplomatı olarak görev yaparken Ermenistan pasaportunuz da vardı. Onu bıraktınız mı?
Evet, şu anda yalnız Fransa vatandaşıyım. Türk vatandaşlığından zaten atılmıştım. Ermenistan için yaptığım görev sona erdi o nedenle artık o pasaportum da yok.
-Neredeyse Türkiye 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanır tanımaz devreye girmişsiniz. Kendiniz mi inisiyatif aldınız yoksa birileri sizi davet mi arabuluculuk için?
İlişkinin hiç olmadığı ülkeler arasında bizim gibi insanlar faydalı olmaya çalışır. Aslında herhangi bir ülkenin bana verdiği bir görev değil bu. Benim her iki ülkede de tanıdığım, dost olduğum, ahbap olduğum insanlar var. Onlarla saygı ve güvene dayalı ilişkilerimi pozitif bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. İnsanların bir şeyi çözmek için konuşması, buluşması gerekir. Buluşmak için her fırsatı kullanmak gerekir diye düşünüyorum. Bu buluşmaların oluşmasına önayak olmaya çalışıyorum.
-Böyle bir denklemin içinde sizin konumunuzu ilginç kılan pek çok şey var. Bana göre bunlardan biri Ermenice bilmiyor ve konuşmuyor olmanız.
Evet. Annem ve dedem çok iyi bilirlerdi Ermeniceyi. Konya’da Ermeni okulu yoktu. E tabii babam öğrenememişti. Konya’da nüfus kâğıdında Ermeni yazan son aileyiz. Biz yalnız Türkçe konuşarak büyüdük evde.
ERMENİ LİDERLERLE İNGİLİZCE YA DA FRANSIZCA KONUŞURUM
-Ermenice konuşmuyor olmanız bazen Ermeni tarafında ‘Adam kendi dilini bile konuşamıyor’ diye kaşların kalkmasına neden oluyor mu?
Bazen o soru olarak soruluyor. Ama ben Ermeni yetkililerden, cumhurbaşkanlarından, dışişleri bakanlarından, hiç kimseden negatif bir reaksiyon görmedim. Ermeni yetkililerle Fransızca, İngilizce ve hatta Türkçe konuştuğum oldu.
-Kiminle Türkçe konuşurdunuz?
Cumhurbaşkanı Sayın Levon Ter Petrosyan’ın ailesi Hataylıdır. Kendisi Suriye doğumlu olmasına rağmen ailesi hâlâ güzel Türkçe konuşur. Mesela ağabeyi Telman Ter-Petrosyan ile Türkçe konuşurduk, kendisiyle Fransızca. Cumhurbaşkanları Sayın Rober Koçaryan ve Sayın Serge Sarkisyan ile İngilizce, Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan ile Fransızca konuşuyorum. Benim bu özelliğimi biliyorlar ve anlayışla karşılıyorlar. Kimse mükemmel olamaz, benim de eksiklerim var. (Gülüyor)
-Saydığınız üç Ermenistan cumhurbaşkanının da özel temsilciliğini yaptınız.
Şu anda öyle bir sıfatım yok ama bu görevi yaptım zaman zaman.
ENERJİ İHTİYACI TÜRKİYE’NİN POLİTİKASINI DEĞİŞTİRDİ
-‘Eskiden ilişkilerin ilerlemesine milliyetçi damar mani oluyordu, şimdi ekonomik ve diplomatik baskılar’ derken Azerbaycan’la enerjideki ortaklıkları kastediyorsunuz değil mi?
Tabii, Azerbaycan Türkiye’nin gündelik ihtiyacı olan enerjinin en önemli kaynaklarından biri. Bundan daha da önemlisi ister istemez Türkiye Azerbaycan’dan iş alan önemli Türk şirketlerinin çıkarlarını da gözetmek mecburiyetinde. Bunlardan dolayı Türkiye, 13 Mayıs 2009’da Sayın Erdoğan’ın Azerbaycan Meclisi’ndeki konuşmasıyla politika değiştirmek durumunda kaldı. O günden beri de Ermenistan’ın Türkiye’ye olan bir nebze güveni de tamamen sarsılmış durumda. Sayın Davutoğlu’nun Ermenistan seyahati öncesi, ne iktidar partisinde ne de muhalefette ikili görüşmelerin faydasına inanan kimseyi bulamadım. Güven tamamen yok olmuştu.
ARTIK DAHA AÇIK BİR TARTIŞMA ORTAMI VAR
-Protokollerdeki tarih komisyonu da tartışmalı bir husustu. Türk tarafı ‘Soykırımı değil genel tarihi konuşacağız’ dedi. Ermeni tarafı ise ‘Soykırımı konuşacağız, başka ne olabilir ki’ dedi. İki tarafın da sınırlarını çok iyi biliyorsunuz. 180 derece zıt görünen o pozisyonları yakınlaştıracak formül ne olabilir?
Diplomaside birdenbire bir adımı sürpriz olarak atmak mümkün olmayabilir. Türkiye’de konuşulmaya başlanan bazı şeyler var. Bir kere artık daha açık bir tartışma ortamı var. 2005’te Boğaziçi’nde yapılması planlanan Ermeni Konferansı ile bir tartışma başladı. Sonuçta o dönemde yapılamadı ama ben geçenlerde Boğaziçi’nde İslamlaşan Ermenilerle ilgili bir konferansa katıldım. Taner Akçam başta olmak üzere soykırım üzerine çalışan pek çok yazarın kitapları Türkiye’de rahatlıkla basılabiliyor. Bu tür adımlar çoğalıyor, bir açılım var. Davutoğlu’nun tehcirle ilgili yaklaşımının devam etmesinin büyük faydaları olacak.
-Tehcir aslında resmi tarihe baktığımızda bir anlamda devletin soykırım dememek için tercih ettiği bir tanım değil mi?
İşin iki tarafı var. Birincisi, olan olaylar. Ben mesela dedemin başına gelenleri biliyorum. Benim dedem 1915’in yetimi. 17 yaşındayken ailesinin tamamını kaybetmiş. Ailesinden bir fotoğraf bile kalmamış. Ermeniler bilirler ailelerinin başına neler geldiğini. Herkes ona bir isim verebilir. Ama o kelimeyi kullanıp kullanmamak bir tarafa, o insanların acılarına ve başlarına gelenlere saygı duyulması lazım. O saygıyı göstermenin pek çok yolu var. Bence Sayın Davutoğlu’nun söyledikleri bunlardan bir tanesiydi.
TÜRKİYE ‘BİR ŞEY OLMADI’ SÖYLEMİNİ BIRAKIYOR
-Başka bir yöntem ne olabilir?
Her şeyden önce ‘Bir şey olmamıştır’ dememek, ki Türkiye yavaş yavaş onu bırakıyor zaten. Bu söylemlerin yavaş yavaş ortadan kalkması tedavinin bir parçası. Ondan sonra karşılıklı empati yapılabilecek durumlar yaratılabilir. Bahsettiğimiz karşılaşmalar, buluşmalar, konferanslar çoğaltılabilir. Bir gün eğer, tabii öyle bir gün olursa inşallah, Ermenistan’daki sembolik anıt ziyaret edilebilse. O anıt 1.5 milyon Osmanlı Ermenisi’nin sembolik mezar taşı aslında. Neden bir Türk yetkili tarafından ziyaret edilemesin?
-Bu söylediğiniz bir mezar ziyaretinin çok ötesinde bir anlama gelmez mi?
Burada ilk önce ölüye saygı var. Üstelik hepsi Osmanlı vatandaşıydı.
-Diyelim ki devran döndü ve Ankara böyle bir adım atmaya hazır. Ermeniler arasındaki sertlik yanlıları hemen ‘Türkiye dize geldi diye kampanya başlatmaz mı?
Sertlik yanlıları nasıl düşünecek diye yola çıkarsanız hiçbir şey yapamazsınız. Sertlik yanlıları da düşündüklerini söyleyecekler tabii. Ama genel anlamda bana sorarsanız çok büyük bir adım olabilir.