Güncelleme Tarihi:
Öncelikle önemli bir gerçeği bir kez daha hatırlatmak gerek:
ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi son 10 yıl içinde üç Ermeni tasarısını daha onaylamıştı.
Genel Kurul’a sevkedilen karar tasarılarının gündeme alınması, üç seferde de dönemin başkanlarının girişimleriyle önlendi.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki meclis aritmetiği ve meclis başkanları nasıl değişirse değişsin, sonuç hep bu yönde oldu.
Bu gerçek ışığında, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın son tasarıyla ilgili açıklamalarını okuyan biri, tarihin bir kez daha tekürrür edeceğinden emin olacaktır.
Yâni 252 no’lu karar tasarısı da Temsilciler Meclisi gündemine gelmeden tarihe karışacaktır.
O nedenle ABD’deki Ermeni lobisinin bir “muharebe” daha kazandığını, ama sonuçta “savaşı” kaybedeceğini (daha doğrusu bitmek bilmeyen bu savaşı kazanma yolunda herhangi bir ciddi zafer elde edemeyeceğini) görmek gerekir.
Peki küçük de olsa bir muharebe daha kaybettiysek, neden buna üzülmek yerine sevinmemiz gerektiğini savunuyorum?
Şu gerekçelerle:
1) 2000’deki tasarı 24 evet’e 11 hayır, 2005’teki tasarı 40 evet’e 7 hayır, 2007’deki tasarı 27 evet’e 21 hayır oyuyla kabul edilmişti. Son tasarı ise 23 evet’e 22 hayır oyu ile kabul edildi. Yâni son beş yılda komitedeki Türkiye oyları hızla arttı ve sonunda fark bire indi. Ermeniler ise Yahudi lobisinin büyük bir bölümünün Türkiye aleyhine döndüğü bir dönemde bile bu trendi durdurmayı başaramadılar. Bu durum, yeni yeni palazlanan Türk lobisine gelecekteki benzer tasarılar öncesi moral destek sağlarken, Ermeni lobisine ilk ciddi psikolojik darbeyi vurdu.
2) Ermenistan ile imzalanan protokolleri ön şartsız olarak meclis onayından geçirmesi için Türkiye üzerinde kurulan uluslararası baskı, bu karar sayesinde en azından bir süre için kalkacak. Eğer tasarı reddedilseydi, Ankara nisan sonuna kadar protokolleri onaylaması konusunda (yâni Karabağ’ı gözardı ettiği için Azerbaycan ile küsmek pahasına) muazzam bir baskı altında kalacaktı.
3) ABD Başkanı Barack Obama’nın bu 24 Nisan’da da “soykırım” sözcüğünü kullanma ihtimali artık ortadan kalkmıştır. Washington, zaten öfkelenmiş olan bir Ankara ile, hele hele İran, Afganistan ve Irak gibi kilit siyasi/askeri konularda yardımına bu kadar muhtaç olduğu bir dönemde, ipleri koparma riskini almaz.
Kısacası Türkiye, bir başka ülkede cereyan eden ve kendi milli çıkarlarına uzun vâdede hiçbir zarar vermeyecek bir gelişme çerçevesinde önemli kazanımlar elde etti.
Bence Ankara, özellikle de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu durumun bilincinde.
Her ne kadar önceki Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un bu kadar kritik bir dönem arifesinde “devlet adabına” yakışmayacak bir algı yaratır biçimde emekli edilmesi gibi kritik bir hata yapsa da, karar tasarısının komiteden geçmesine karşı Ankara’nın hazırlıklı olduğu ve yerinde tepkiler verdiği görülüyor.
Özellikle 24 Nisan’a kadar olan süreçte bu tepkileri bütünlüklü bir strateji temeline oturtması gereken Türk Dışişleri, Beyaz Saray Genel Sekreteri Rahm Emanuel’in o çarpıcı önerisi uyarınca davranmalı:
“Ciddi bir krizi asla boşa harcamamalısınız.”