Güncelleme Tarihi:
Mark Synnott kendi kendine "Çok yaklaştım, çok yaklaştım" diyordu. "Bunu başarabileceğime eminim. Şu an pes etmek için çok fazla yol geldim. Bu sırrı kesin olarak çözeceğim."
Everest Dağı'nın Ölüm Bölgesi denen kısmında hava yoğunluğu çok az olduğundan uzun süre hayatta kalmak imkânsızdır. Synnott da tam olarak bu bölgedeydi. Kendisini güvenlik ipinden ayırıp tırmanış arkadaşlarını şaşkın bir halde arkasında bırakmaya ve buzlarla kaplı kayaların arasından bir bilinmeyene doğru inmeye hazırlanıyordu.
Uzun yıllar boyunca profesyonel olarak tırmanış sporuyla uğraşan Synnott, 1924 yılında Everest'in zirvesine ulaşmak için efsanevi bir tırmanış gerçekleştiren ancak bir anda ortadan kaybolan İngiliz dağcı Andrew ('Sandy') Irvine ve tırmanış partneri George Mallory'i bulmak için yola çıkmıştı. Irvine ve Mallory tam olarak Synnott'un bulunduğu sırttan aşağı inerken kaybolmuştu.
Synnott, yanlışlıkla birazcık kaysa, 7000 fit aşağıya Rongbuk Buzulu'nun üzerine düşebilirdi. Hayatını riske attığını biliyordu ama yeterli teknik beceriye sahipti ve eğer cesaretini kaybetmezse, Everest'in en büyük sırrını çözebilecekti.
FİKRİ BİR GECEDE DEĞİŞTİ
İki yıl öncesine kadar Everest'e tırmanmak Synnott'un aklından bile geçmiyordu. Şu an 51 yaşında olan Synnott, 15 yaşından beri tırmanış sporuyla uğraşıyordu. Ancak Everest'teki aşırı kalabalıkla ilgili hikayeler ve en riskli işlerin yerel şerpalara yaptırılmasıyla ilgili etik tartışmalar nedeniyle bu rotadan soğumuştu.
"Gençliğimde keşiflerle ilgili elime geçirdiğim tüm kitapları okudum. Ama klasik Everest kitaplarından titizlikle kaçındım" diyen Synnott, yetişkinliğinde de inatla konuyla ilgilenmemeyi tercih etmişti.
Ancak bu tavrı 2017 yılının ekim ayında bir akşam, arkadaşı Thom Pollard'ın verdiği bir konferans sırasında değişti. Bir Everest uzmanı olan Pollard, 1999 yılında düzenlenen resmi bir Everest tırmanışında kameraman olarak görev yapmıştı. Pollard'ın parçası olduğu ekip 37 yaşındaki Mallory ile 22 yaşındaki Irvine'ın taşıdıkları ve "Yelek Cebi Kodak'ı" olarak bilinen bir fotoğraf makinesini arıyordu.
TARİHİ DEĞİŞTİRECEK FOTOĞRAF MAKİNESİ ARANIYOR
Mallory ve Irvine'ın Everest'in 8849 metrelik (29032 fit) zirvesine ulaşıp ulaşamadıkları bugüne kadar kesin olarak öğrenilemedi. Eğer ulaştılarsa iki İngiliz bu işi başarmış ilk insanlar olarak tarihe geçecek. Şu an bilinen ilk Everest zirvesi kaydı, Yeni Zelandalı Sör Edmund Hillary ile şerpa dağcı Tenzing Norgay'e ait. Hillary ve Norgay'in tırmanışının tarihi ise 1953 yani Mallory ve Irvine'dan tam 29 yıl sonra.
Bir başka deyişle eğer kayıp fotoğraf makinesi bulunabilirse ve içindeki film tab edilebilirse, Mallory veya Irvine'ın zirvede çekilmiş bir fotoğrafının elde olmasıyla Everest'in geçmişini değişecek.
Mallory ve Irvine'a ne oldu? İkiliyi son gören kişi tırmanış ekibinden Noel Odell'di. Zirvenin 800 fit aşağısında özgüvenli bir biçimde yukarı çıkmaya hazırlanıyorlardı. Fotoğraf makinesi, muhtemelen, daha iyi bir fotoğrafçı olan Irvine'daydı. Sonra bir anda bir fırtına çıktı. Hava düzeldiğinde Irvine da Mallory de ortada yoktu.
Mallory'nin cesedi 1999 yılında Pollard'ın ekibi tarafından bulundu. Kıyafetlerinin bir kısmı hala üzerindeydi. 1933 yılında Irvine'ın buz baltasının 27.760 fitte saplanmış halde bulunduğu noktanın tam altında yatıyordu. Irvine'ın cesedi ve fotoğraf makinesi ise asla bulunamadı. Peki Irvine hala oralarda bir yerde yatıyor mu yoksa birileri cesedi düştüğü yerden alıp götürdü mü?
Ailesi, Mallory'nin cebinde eşi Ruth'un bir fotoğrafını taşıdığını ve zirveye ulaştığında fotoğrafı oraya bırakmak istediğini açıklamıştı. Mallory'nin diğer bütün eşyaları üzerindeydi ama fotoğraf yoktu. Acaba zirveye ulaşmış ve fotoğrafı orada bırakmış olabilirler miydi?
KARAR VERMESİNİ SAĞLAYAN BİR ÇİFT BOT OLDU
Pollard'ın sunumuyla ve ortaya attığı sorularla kafası karışan Synnott'un gözünün önünden Mallory'nin hali gitmiyordu. Yüzükoyun uzanmış, kollar açık, uzun parmaklarıyla tutunmaya çalışıyor gibi görünüyor, sağ ayağı hala deriden yapılma çivili botunun içinde...
Kendi ileri teknolojiyle üretilmiş yüksek irtifa dağcılık botlarıyla kıyaslandığında, Mallory'nin botunun ilkel yetersizliği çok şey anlatıyordu. Synnott o sırada aklından geçenleri, "Bu botla Dünya'daki en yüksek dağa tırmanmaya çalışan herhangi birinin var olduğu fikri beni hayrete düşürmüştü" sözleriyle özetliyor ve ekliyor:
"Mallory ve Irvine'ın hikayesini zaten çok iyi biliyordum ama ilerlemiş yaşımda deneyimli bir insan olarak düşündüğümde, yaşananlar beni derinden etkiledi. Hikayenin içine çekildim. Aklımın içine yerleşti ve işin peşini bırakamadım. Irvine'ı bulma mikrobunu kapmıştım."
18 AY BOYUNCA HAZIRLIK YAPTI
Synnott sonraki 18 ay boyunca Mallory ve Irvine'ın yolculuklarının her detayını araştırdı, aylarca oksijensiz ortamda hayatta kalma alıştırmaları yaptı ve eşiyle dört çocuğunu geride bırakıp yaklaşık 13000 kilometrelik bir yolculuk yapmaya hazırlandı. Synnott, 6 kişilik ekibi, şerpalardan oluşan 12 kişilik bir destek ekibi ve kamp personeliyle birlikte, "North Face" olarak bilinen Kuzeybatı Sırtı'ndan aşağı inmek için Everest'e tırmanacaktı.
Daha önce de birçok kişi bu amaçla yola çıkmış ama başarısız olmuştu. Synnott ise iki avantajı olduğuna inanıyordu. Birincisi Pollard aracılığıyla tanıştığı Tom Holzel'dı. 1986'da Mallory ve Irvine'ı arayan bir ekibe liderlik eden Holzel, havadan çekilmiş ve büyütülmüş bir fotoğrafı kullanarak, 1960'ta tek başına bir tırmanış gerçekleştiren Çinli Xu Jing'in 27500 fit civarında bir oyukta bir ceset gördüğünü iddia ettiği noktayı tespit etmişti. İşin ilginç tarafı Xu'nun gördüğü bu şeyi 2001 yılına kadar kimseye açıklamaması ve olayın hiç soruşturulmamış olmasıydı.
Synnott, Holzel'ın fotoğrafındaki kırmızı halkayla işaretlenmiş noktayı göstererek, "Gerçekten burada olma ihtimali nedir?" diye sormuş, Holzel'ın yanıtı ise "Burada olamaz değil" şeklinde olmuştu.
YAPIMCI RENAN ÖZTÜRK DE EKİPTEYDİ
Synnott'un ikinci avantajı ise ekibin bir parçası olan kaya tırmanışçısı ve film yapımcısı Renan Öztürk'tü. Öztürk, insansız hava araçlarından oluşan küçük filosuyla "Holzel'ın Noktası" ve çevresindeki bölgenin fotoğraflarını çekecekti. Synnott, Holzel ve Öztürk'ten, "Onlar bizim gizli silahlarımızdı" diye bahsediyor.
Elbette Synnott'un bir diğer avantajı da tecrübesiydi. Dünyanın dört bir yanında 35 tırmanışa katılmış, Yosemite'de bulunan El Capitan'a 24 kez tırmanmıştı. Yine de Synnott için en önemli sınav ailesiydi. Synnott, bu konuda aldığı kararı da yakın zamanda yayımlanan "The Third Pole" (Üçüncü Kutup) isimli kitabında, "Riskin çok yüksek olduğu hiçbir çizgiyi aşmayacağıma dair kendime söz vermiştim. Nihayetinde evimde yürekten sevdiğim bir ailem vardı" diye anlatıyor.
Bu gönderiyi Instagram'da gör
"YAPMA MARK, DEĞMEZ, ÇOK TEHLİKELİ"
Everest'e tırmanmaya başladığı an Synnott, dağın büyüsüne kapıldı: "Zirveye ulaşma konusunda çok kararlıydım."
Özellikle ekibin zirve günü olan 30 Mayıs 2019 tarihinde, gün doğumu çok güzeldi. "Bir ömür boyu tırmandıktan sonra hayatta yaşadığım en güzel, en iyi şeyler kafamda bir film şeridine oturdu. O sabah da onlardan biriydi" diyen Synnott, zirveye ulaştığında donmuş parmaklarıyla bir selfie çekerek eşine yolladı. "İniyoruz. Her şey yolunda. Seni seviyorum" yazmıştı mesaja ama yolculuğun asıl tehlikeli kısmı olan iniş daha yeni başlıyordu.
2 saat sonra öğle saatleri civarı elindeki GPS cihazına bakan Synnott, Holzel Noktası'na 200 fit mesafede olduğunu gördü. Irvine'ı ve kamerasını arama zamanı gelmişti. Baş şerpa Lhakpa Tenje, iniş yolundan sapılmasına şiddetle karşı çıkıyor, bunun çok tehlikeli olduğunu söylüyordu. Rehber ve keşif lideri Jamie McGuinness bile uyarmadan duramadı: "Yapma Mark, çok yorgunsun. Değmez."
Ancak Öztürk bu girişimin Synnott için önemini bildiğinden devam etmesini söylüyordu.
Hepsi de gerçekten çok yorulmuştu. İrtifa nedeniyle Synnott kendini zayıf hissediyordu. Midesi de bulanıyordu. Son 48 saat içinde çok az uyumuştu. Son birkaç günde yediği tek şey biraz kurutulmuş köri biraz da kaju fıstığıydı. Ancak 27700 fitte hava yoğunlaşmaya başlamıştı ve Synnott'a bir kuvvet gelmişti. "Yapabilirsin" dedi kendi kendine.
Tam ipini çözüp tek başına inmeye hazırlanırken Lhakpa "Hayır, hayır, hayır!" diye bağırdı. "Çok tehlikeli!"
KENDİNE VERDİĞİ SÖZÜ YUTTU
Synnott bu noktada riskin çok büyük olduğu anlarda çizgiyi aşmayacağına dair kendine verdiği sözü yok saydığını kabul ediyor ve şöyle devam ediyor: "Asla geri dönmeyeceğimi biliyordum. Yapabileceğimden yüzde 99 emindim. Birçok dağcı için bu yeterince tatmin edici bir orandır. Irvine'ın yok oluşuyla ilgili esrar çok kuvvetliydi."
Tek başına kalan ve ipi olmayan Synnott korkmuştu. Çantasında ailesinin buruşmuş bir fotoğrafı bir de minik oğlu Tommy'nin oyuncak zürafası vardı. Bunu bir tür nazarlık olarak taşıyordu.
Ayaklarıyla gevşek taşları yerinden söke söke, Holzel'ın Irvine'ın bulunduğunu tahmin ettiği oyuğa doğru indi. Holzel'ın dediğine göre 1933'te ve 2004'te yapılan aramalarda ekipler bu bölgeden geçmiş ama kimse tam o noktaya uğramamıştı.
100 fit kadar indikten sonra aşağı baktı ve sarp kayaların arasında sığ bir kanal gördü.
O anları, kitabında, "Tek bir yanlış adımla Mallory ve Irvine'ın kaderiyle karşılaşacaktım" diye anlatıyor. "Bu nedenle sadece hayatta kalmaya odaklanmıştım. Başka hiçbir şey düşünmüyordum. Ama derin bir konsantrasyon halindeydim ve bu yoğun bir beklenti ve kaygıyla birleşmişti. Kalbim çok ama çok hızlı atıyordu. Sakin kalmak için çaba sarf ettim. Çok fazla oksijen tüketiyor olmalıydım. Hayatımın belki de en heyecan verici anlarıydı."
Bu gönderiyi Instagram'da gör
VE HOLZEL NOKTASI…
Ürkek adımlarla yardan aşağı doğru indi. Dibe gelince duraklayıp etrafına bakındı. 3 metre sağında önü kayalardan bir duvarla örtülmüş küçük bir girinti vardı. Duvarın ortasından koyu kahverengi kayalardan oluşan bir damar geçiyordu. Damarın ortasında da bir çatlak vardı. GPS'e bakılırsa doğru noktadaydı. Ancak havadan çekilen fotoğraflarda gördükleri yarık aslında o kahverengi damarın yarattığı bir göz yanılmasıydı ve ortasındaki çatlak da ancak 22-23 santimetre genişliğindeydi.
Üstelik oyuğun içi boştu, ceset yoktu.
Synnott, o anları, "Uyuştuğumu hatırlıyorum. Mallory ve Irvine'ın kaderinin beni de bulmasını önlemeye o kadar odaklanmıştım ki bir anda şunu fark ettim: Pekala, bu işe yaramadı. Kramponlarımın buza iyice gömüldüğünden emin olup kayarak ölmeden oradan çıkabilmek dışında hiçbir şeyi düşünecek halim yoktu" satırlarıyla anlatıyor.
Oyuğa iniş ve tırmanış toplam 1 saat sürmüştü ve bu Synnott'un hayatının en uzun saatiydi.
Ekibe ve iplere yeniden bağlandığı anda ise hayal kırıklığı onu bekliyordu: Takıntısı boş bir kaya oyuğunda sona ermişti. "O anda biraz kaybolduğumu hissetmeye başladım. Bütün bunlar ne içindi? Değmiş miydi buna?" diyen Synnott kitabında şu satırlarla devam ediyor: "Kendimi bir anda çıplak gibi hissettim. Tek istediğim güvenle aileme dönebilmekti."
2 AY SONRA EVE DÖNDÜLER
Yolculuk toplam 2 ay sürdü. Bu süreçte oldukça zor anlar yaşandı. Örneğin ekip 23000 fitteyken korkunç bir fırtınaya kapıldı. Çadırları dümdüz oldu, bütün kamp yıkıldı ve dağcıları neredeyse tepeden aşağı süpürdü. Ekipteki genç bir kameraman, iki akciğerinde de kan pıhtıları oluşması nedeniyle helikopterle Katmandu'daki bir hastaneye sevk edildi.
Ama yine de Synnott için proje başarıyla sonuçlanmıştı. Sadece dünyanın en yüksek noktasına ayak basabilen ve bunu yaparken hayatta kalabilen 5000 kişiden biri olmamış, aynı zamanda ayak izlerini takip ettiği Mallory ve Irvine'la bir kardeşlik geliştirmişti.
"Her adımda 1924 yılında o adamların yerinde olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal ediyordum. Çivili botları, yünden ve gabardinden giysileri ve daha önce kimse zirveye ulaşmadığından akıllarındaki 'Mümkün mü değil mi?' sorusu. İnsanın aklını başından alan ve hayal gücünün ötesine geçen bir durumdu."
Aile hayatına alışmak başlangıçta kolay olmadı. Everest'in zirvesinden indikten sonra 3 yaşında bir çocukla oyunlar oynamak epey büyük bir değişimdi. "Ancak ailenin sıcak kucağına geri dönmek dünyadaki en güzel his" diye anlatıyor Synnott o günleri. Özellikle Mallory öldükten sonra eşi Ruth'un üç çocuklarıyla birlikte yatakta ağladığı hikayesini duymaktan çok etkilendiğini de belirterek, "Böyle hikayeleri dinleyip de etkisinde kalmamak çok zor" diyor.
IRVINE VE FOTOĞRAF MAKİNESİ HALEN ORTADA YOK
Diğer yandan Irvine'ın cesediyle kayıp fotoğraf makinesinin esrarı halen sürüyor. Synnott, bunların halen bir yerlerde bulunabileceğine inanıyor ve daha fazla zamanı olsa Holzel Noktası'nın civarını daha dikkatle yeniden araştıracağını belirtiyor.
Irvine ile Mallory'nin kayboluşundan bu yana 1924'te olan biteni açıklamak için birçok teori ortaya atıldı. Son olarak bir grup Kanadalı bilim insanı, Mallory ve Irvine'ın güçlü bir fırtınanın yol açtığı basınç düşüşü sonucu oksijensiz kalarak öldükleri fikrini öne sürdü.
Ceset ve kameraya gelirsek, birçok insan bunların bir sel ya da bir çığ sonucu hiçliğe doğru sürüklendiğine inanıyor. Bununla birlikte çok sayıda kafa karıştırıcı teori de mevcut. Bunların en ilginci ise bir grup Çinli dağcının Holzel Noktası'na giderek Irvine'ın cesedinı alıp başka bir yere taşımış olduğunu savunuyor. Bunun sebebi ise 1960'taki tırmanışı gerçekleştiren Çinli ekibi, zirveye kuzeyden ulaşmış ilk insanlar olarak tarihe geçirebilmek olarak ifade ediliyor.
ÇİNLİLER Mİ KAÇIRDI?
Synnott ise bu söylentiyi yıllar önce duyduğunu ve ilk başlarda inanmadığını, ancak son zamanda "Acaba bir haklılık payı var mı?" diye düşünmeye başladığını belirtiyor ve kitabında şu satırları kaleme alıyor:
"Adının açıklanmasını istemeyen bir kaynak Jamie'ye Çin Tibet Dağcılık Birliği (CTMA) yetkilisinden duyduğu şeyi anlattı. Söylediğine göre Çinliler bizden önce Holzel Noktası'na gitmişler ve Irvine'ın bedenini CTMA'nın merkezinin bulunduğu Lhasa'ya taşımışlar. Ceset burada aralarında kayıp fotoğraf makinesinin de bulunduğu Mallory ve Irvine'a ait diğer eşyalarla birlikte kilit altında tutuluyormuş."
Synnott bunun sadece bir söylenti olduğunu kabul ediyor ancak şunu da ekliyor: "Birçok farklı kaynaktan aynı şeyi duyduk. Çinliler Irvine'ı buldu ve cesedi taşıdı. Şimdi de bu bilgiyi kıskanç bir biçimde kendilerine saklıyorlar."
Irvine'ın cesedi gerçekten Lhasa'da olabilir mi? Çinliler fotoğraf makinesindeki filmi ortadan kaldırmadan önce tab etti mi? Fotoğraflar halen Çin'de bir kasada mı saklanıyor? "Birileri, örneğin üst düzey bir Çinli yetkili bu konuda bizden daha fazla şey biliyor olabilir" diyen Synnott, Covid-19 pandemisi patlak vermeden önce Çin'e gidip bu iddiaları araştırmayı planladığını da belirtiyor.
Kesin olan bir şey var ki Synnott'un maceralarının sonu henüz gelmedi. 2024'te 14 metrelik teknesiyle Güney Pasifik'te "epik bir deniz yolculuğu" yapmaya hazırlanıyor. Bu sefer ailesini de beraberinde götüreceğini belirten Synnott, "Buna hayatım boyunca yaptığım şeyin aile versiyonu gözüyle bakıyorum. Bu benim rüyam" diyor.
Bu haberdeki detaylar, İngiliz The Telegraph gazetesinin "The Everest climber who risked his life to find out what really happened to Mallory and Irvine" başlıklı haberinden derlenmiştir.