Güncelleme Tarihi:
Başkanın yanısıra bugün bir de Dışişleri Bakanı seçilecek. Böylelikle, AB "teknik" anlamda yeni üye alımını başlatacak olan reformun da son aşamasını gerçekleştirmiş olacak. Özetle bundan böyle AB'ye yeni üyelerin katılmasının önünde artık yalnızca siyasi nedenler var.
Başkanlık için öne çıkan isimler Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy, İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Claude Juncker ve Avusturya eski Başbakanı Wolfgang Schüssel, Letonya eski Cumhurbaşkanı Vaira Vike-Freiberga ve Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkenende.
Bunlar içinde yalnızca Blair adaylığını resmen açıkladı. Diğer isimler kulislerden basına sızdı. Bunlar içinde Fransa ve Almanya'nın Van Rompuy'u desteklediği bildiriliyor. Van Rompuy'un en göze çarpan özellikleri arasında Türkiye'nin üyeliğine karşı olması bulunuyor.
Van Rompuy, 2004 yılında yaptığı bir konuşmada, "Türkiye, Avrupa'nın bir parçası değildir ve asla da olamayacaktır" diye konuşmuştu. Ancak şunun özellikle altını çizmek gerekiyor ki Van Rompuy, başkan seçilse bile Türkiye'nin AB üyeliği konusunda tek başına karar verme yetkisi yok. Esasında bu başkan ve dışişleri bakanlığı pozisyonları icraate dönük olmaktan çok sembolik nitelikte.
Dışişleri Bakanlığı içinse İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband'ın yanısıra İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Ángel Moratinos ve İtalya'nın eski Başbakanı Giuliano Amato'nun adı geçiyor.
Ancak, genellikle böylesine kritik konular üzerinde zor uzlaşma sağlamakla bilinen AB liderlerinin bu iki pozisyonu dolduracak isimleri seçmelerinin zaman alabileceği ve hatta bugün başlayacak zirvenin ertesi güne sarkabileceği belirtiliyor.
ÖNEMLİ AMA SEMBOLİK ADIMLAR
Geçtiğimiz 100 yılda iki tane dünya savaşının, bir de soğuk savaşın ön cephesi olan bir kıtada bugün gelinen bu nokta, etkileyici olsa da ilk çıkış noktasına göre oldukça geride bulunuyor.
Bugün AB liderleri kendilerini dış dünyaya karşı temsil edecek iki tane ortak mevki oluşturmuş olsa da burada görev yapacak kişilerin yetkileri ve dahası nelere karar verebilecekleri hiç belli değil.
Esasında oluşturulması için çok uzun zamandır uğraşılan bu iki pozisyonun sembolik olmaktan öteye geçme olasılığı oldukça az.
Çünkü AB'deki bu reform bir yandan söz konusu iki pozisyonun oluşturulmasını öngörürken, diğer yandan dış politika ve güvenlik gibi üye devletler açısından kritik ve hayati önem taşıyan konularda kararların oybirliğiyle alınması esasını da korunuyor.
AB'nin şu anda 27 üyesi var. Bu da 27 farklı ulusal çıkar ve bunun uzantısı olarak politika demek.
Dolayısıyla yapılan bu reformun, AB'nin ilk çıkış noktası olan dış politika ve güvenlik gibi konularda "tek bir ses"le konuşma arzusunu yerine getirmesi zor görünüyor.
REFORMUN SERÜVENİ
Dünyada ikinci bir "ABD" (Avrupa Birliği Devletleri) yaratmak idealiyle yola çıkan AB ülkeleri, 2003 yılında kurumlarının daha etkin bir şekilde işleyebilmesi için bir anayasa çalışması başlattı.
Bu AB Anayasası'nda Birliğin tek bir sesle konuşmasını öngören birçok yeni düzenleme getirilirken, oylama sisteminde de daha karmaşık ancak oybirliği şartını ortadan kaldıran yeni bir yapılanma öngörülüyordu.
Roma'da Türkiye'nin katılımıyla düzenlenen gösterişli bir törenle imzalanan AB Anayasası'nın yürürlüğe girebilmesi için üye ülkelerin kendi iç onay mekanizmalarından geçirilmesi gerekiyordu.
Bazı ülkelerde parlamento onayı yeterli olurken, bazı ülkelerin metni referanduma götürmesi gerekiyordu. İşte referanduma giden iki kurucu üye Hollanda ve Fransa'nın metni reddetmesi Anayasa'nın rafa kaldırılmasına yol açtı.
Reform çalışmaları uzunca bir süre buzdolabına kaldırıldı. Daha sonra Almanya, dönem başkanlığını devralınca kendi döneminin en önemli gündem maddesi olarak reform çabalarını belirledi.
Başbakan Angela Merkel'in yoğun diplomasi ve görüşme trafiğinin ardından kapsamı biraz daha daraltılarak ve başlangıçtaki yeni "ABD" idealinden uzaklaşılarak yeni bir metin ortaya çıkartıldı.
Böylelikle AB Antlaşması olarak adlandırılan bu yeni metnin Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde referanduma götürülmesine gerek kalmadı.
Ancak yeni metin de daha ilk sınavında sınıfta kaldı. Yeni antlaşmayı referanduma götüren ilk ve tek ülke olan İrlanda'da seçmen az farkla da olsa ret oyu kullandı.
İKİNCİDE KORKULAN OLMADI
Böylelikle AB'nin reform için ikinci girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmış oldu. Bunun üzerine AB bir hamle daha yaparak, Lizbon'da reform çabalarıyla ilgili bir zirve topladı.
Burada Antlaşma'nın kapsamını iyice daraltılarak, yeni bir metin ortaya çıkartıldı. Bu metne de "Lizbon Antlaşması" adı verildi.
Lizbon Antlaşması, Çek Cumhuriyeti ve İrlanda hariç bütün üye ülkelerde referanduma sokulmadan onaylandı. Çekler, İrlanda'daki ikinci referandumun sonucunu bekleyeceklerini ilan ettiler.
Bu kez korkulan olmadı ve İrlanda ikinci denemede de olsa Antlaşma'yı onayladı. Bunun ardından Çekler de imzaladı ve bütün AB üyeleri rahat bir nefes aldı.
TÜRKİYE'NİN SÜRECİNİ DE ETKİLEYECEK
AB'nin zorunluluktan yapmak durumunda kaldığı reform paketi, serüven boyunca verilen tavizlerle çıkış noktasından oldukça uzaklaştı.
AB'nin bundan önceki yasal düzenlemeleri ve yapılanması, en fazla 27 üyeyi kapsayabilecek boyuttaydı.
Dolayısıyla her ne kadar fazlasıyla sulandırılmış olsa da bu reform, asgari düzeyde Birliğin bundan sonra yeni üye alımlarına da teknik olarak izin verecek.