Güncelleme Tarihi:
Almanya’nın toplam 30 ayrı dilde yayın yapan kamu yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin 2015 yılı ifade özgürlüğü ödülü bu alanda yaptığı katkılardan dolayı Bonn’daki eski parlamento binasında düzenlenen bir törenle Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e verildi.
Deutsche Welle’nin (DW) her yıl düzenlediği ve 120 dolayında ülkeden katılımcının davetli olduğu dünya Küresel Medya Forumu bu sabah yapılan açış konuşmaları ve ardından düzenlenen ödül töreni ile başladı. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck törene bir video mesajı gönderirken, DW Genel Direktörü Peter Limbourg, Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı Alexander Graf Lambsdorff ve Kuzey Ren Westfalya eyalet hükümetinden Devlet Bakanı Franz-Josef Mense katıldılar. Kürsüye çıkan konuşmacıların her biri Sedat Ergin’i kutlarken, ifade özgürlüğü ödülüyle ilgili tanıtım konuşmasını Bild Gazetesi Yayın Grubu Başkanı Kai Diekmann yaptı. Diekmann, konuşmasına Hürriyet’in saldırıya uğradığı 8 Eylül akşamı Ergin’in CNN Türk’e canlı yayına çıkarak duyurmasıyla başladı.
DW Genel Direktörü Limbourg’un Ergin’e ödülünü vermesinin ardından salonda bulunan 600 dolayında konuk uzun bir süre Sedat Ergin’i ayakta alkışladı. Ergin, ardından yaptığı teşekkür konuşmasında özetle şu mesajları verdi:
KARIŞIK DUYGULAR: Bu ödülü alırken kendimi karışık duygular içinde bulduğumu itiraf etmeliyim. Şu nedenle; ödüller genellikle alan insanlara mutluluk ve sevinç getiren şeylerdir. Ancak ifade özgürlüğü ödülü almak çok da mutluluk verici bir hadise değildir. Aldığınız ödülün konusu ifade özgürlüğü olunca, bu özgürlüğün içinde bulunduğu durumun kaygı verici boyutu kaçınılmaz olarak ağırlık kazanıyor. Ve ödül ülkemde ifade özgürlüğünün durumuyla ilgili bir mesaj niteliği de taşıyor. Bu karışık duygular içinde burukluğun da bir hayli ağır bastığını belirtmeliyim.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DÜNYADA GERİLİYOR: Bütün uzman kuruluşların raporları dünyada demokrasi ve ifade özgürlüğü alanlarında genel bir kötüye gidişin sürmekte olduğuna işaret ediyor. Bu arada ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda karşımızda belirmekte olan ve henüz tam olarak teşhis edilmemiş olan yeni bir küresel sorun daha var. Bu sorun, ifade özgürlüğü ile ilgili sıkıntıların yalnızca üçüncü dünya ülkelerinde, diktatörlüklerde, monarşilerde değil aynı zamanda demokrasi olma iddiasındaki ülkelerde de artan ölçüde karşımıza çıkmakta oluşudur. Avrupa kıtası da bu otoriterleşme yönelişinden çok bağışık değildir.
AVRUPA KENDİ DEĞERLERİNİ KORUYAMIYOR: Avrupa’nın kendi içindeki evrensel değerleri ne ölçüde koruyabildiği konusunda hararetli bir tartışma sürüyor. Avrupa’da yabancı düşmanlığının, hoşgörüsüzlüğün, ırkçılığın, nefret söyleminin, İslam düşmanlığının, otoriterleşmenin, kutuplaştırıcı bir biz-siz retoriğinin ve popülist bir söylemin hızla zemin kazandığı günlerden geçiyoruz. Bir önceki yüzyılda kaldığını zannettiğimiz bazı hayaletler yeniden karşımıza çıkıyor. Avrupa kurumları da kendi değerlerini koruyamadıkları için moral otoritelerini de kaybetmektedirler.
AB SÜRECİNDEKİ DURAKLAMADAN İKİ TARAF DA SORUMLU: AB ile tam üyelik müzakereleri başladığında büyük bir iyimserlik dalgası Türkiye’yi kaplamıştı. Bu iyimser havanın yerini bugün karamsarlık ve belirsizlik almıştır. Bunda kuşkusuz her iki tarafın da sorumluluğu var. Başta Almanya ve Fransa’nın Türkiye’nin tam üyeliği konusunda isteksiz bir tutuma yönelmelerinin Türkiye’deki reform heyecanının kaybedilmesinde önemli bir etkisi olmuştur. Ancak Türkiye‘de de özellikle 2009 sonrasında reform sürecinin duraklamaya girdiği ve bu doğrultudan sapma eğilimlerinin ortaya çıktığı ve zemin kazandığı da bir gerçektir. AB de bu yönelişleri fark etmekte, okumakta ve analiz etmekte büyük bir kurumsal başarısızlık sergilemiştir.
AB’NİN GÜVENCESİ İŞLESEYDİ…: AB’nin son yıllardaki Türkiye ilerleme raporlarına baktığımızda ifade özgürlüğü ve demokrasi konusundaki eleştirilerin hacminin her yıl arttığını görüyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Katılım sürecinin teorik olarak bir aday ülkenin demokrasisini ileri götürmesi esastır. Oysa Türkiye örneğinde katılım sürecinin demokrasi konusunda koruyucu bir sigorta işlevi görmemiştir. Bu durumun AB açısından kurumsal bir sorun ve başarısızlık olduğu inkar edilemez. Bu koruyucu güvence işlemiş olsaydı, bugün benim bu sahnede bir ifade özgürlüğü ödülü almamam gerekirdi.
ADLİYE KORİDORLARINDA BEKLEŞEN GAZETECİLER: Türkiye’de gazetecilerin bugün hedef olduğu sorunların uzun bir listesi var. Bunlara ne yazık ki son dönemde fiziki saldırılar da eklenmiştir. Ama diğer meslektaşlarımın karşılaştıkları daha ağır sorunlar karşısında benim burada kendi sorunlarımdan şikayet etmem çok da doğru olmaz. Bugün adliye saraylarına gittiğinizde koridorda duruşmaları için bekleşen sanık gazetecilere rastlamanız bir tesadüf olmaz. Gazeteciler hakkında hakaret ya da teröre destek gibi suçlamalarla açılmış yüzlerce dava ya da soruşturma var. Gazetecilerin, köşe yazarlarının yargılamalarına son aylarda gazetemizde geniş bir yer ayırmak durumunda kalıyoruz. Bu arada, bazı meslektaşlarımızın tutuklanarak cezaevine konmaları, hapis cezasına çarptırılmaları, uzun tutukluluk süreleri bir başka ciddi kaygı kaynağıdır.
YAYINCININ İRADESİ ÖNEMLİ: Ben Türkiye’nin en büyük medya grubunun en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeni olarak görev yapıyorum. Bir genel yayın yönetmeninin duruşu her şeyden önce arkasındaki yayıncının iradesinin de bir yansımasıdır. Bu görevimi yürütebildiysem, bu, büyük ölçüde arkamdaki irade sayesinde mümkün olmuştur.
İŞİMİZİ EVRENSEL ÖLÇÜLERDE YAPMAK İSTİYORUZ: Bizim Doğan Grubu olarak bağımsız gazeteciliğimizi sürdürmemiz Türkiye’de ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün en önemli güvencelerinden biridir. Biz sadece işimizi yapmak istiyoruz ve evrensel ölçülerde yapmak istiyoruz. Grup olarak özellikle 2009 sonrasında bunun için büyük bedeller ödedik, ödemeye devam ediyoruz.
ALMAN PARLAMENTOSUNUN KARARI HAKSIZ: 1915 olaylarını soykırım olarak kabul eden bir tasarının Alman parlamentosunca kabul edilmesinin Türkiye’de yarattığı derin hayal kırıklığını da dile getirmeliyim. Bu karar, Türk halkının çoğunluğu tarafından haksız ve kabul edilemez görülmektedir. Benim hislerim de farklı değil. Evet, iki komşu ulus arasında bir uzlaşma ihtiyacı vardır. Fakat Alman parlamentosunca kabul edilen türde bir karar, bu çabalar üzerinde ters bir etki yaratacaktır. Bu kararın Türkiye ve Almanya ilişkilerine de olumsuz etkide bulunacağını ve bu ilişkiyi daha da karmaşıklaştıracağını da söylemeliyim.