SURİYE Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Şam’da Uluslararası Tekfirci Terör Konferansı’na katılmak üzere gece yarısı Beyrut’a indiğimizde mihmandarım bizi Suriye sınırına götürecek minibüse bindirirken “Bunlar Seyyid’in adamları, endişelenme” dedi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a adanmış iki genç. Hizbullah’ın marşları ve Hüseyniye ağıtlarıyla coşan sürücü Anti Lübnan Dağları’na son sürat sürdü. Yanındaki Ali Ekber Bero, sınır kapısı Mesna’da pasaport kontrolü için indiğimizde kolu ve boynundaki yara izlerini gösterdi: “Üç yıldır Suriye’de savaşıyorum.” 2012’de Şam’da Hz. Zeynep’in türbesini korumak için milis gücüne katılmış, ardından Kuseyr ve Kalamun cephelerinde savaşmış. Yaşı daha 22. Ali Ekber Lübnan ve Suriye’nin nasıl iç içe geçtiğinin küçük bir simgesi.
KARŞIMDA KASYUN DAĞI
Lübnan gümrüğünden sonra bir hayli uzun ara bölgeyi kat edip Suriye’ye VIP’ten girdik. Hizbullah ve Suriye ordusunun muhalif güçlere karşı savaştığı Kalamun bölgesi hemen kuzeyde. Sınırdan Şam’daki Dama Rose Oteli’ne kadar bize üç araçlık konvoy eşlik etti. Muhaberat’tan olduklarını söylemeye gerek yok. Elektrik kesintileri yüzünden karanlık bir Şam beklerken ışıklandırılmış caddeler ve parklardan geçip otele vardık. 2011 öncesi Dedeman’ın kullandığı devlete ait otelin tüm personeli ‘hoş geldin’ için ayakta! Yakındaki minareden yükselen Kur’an tilaveti ve
ezan sesiyle sessizlik bozuldu. Odanın penceresini açtım, karşımda Şam’ı dikizleyen Kasyun Dağı. Habil ile Kabil’in kavga ettiği dağ. Halk Sarayı da orada. Ama Devlet Başkanı Beşşar Esad sarayda değil bulunduğum yakında bir mahallede kendi konutunda yaşıyor.
Ertesi gün Opera Evi’nde İran ve Lübnanlıların damgasını vurduğu konferanstayız. Bir Türk gazeteci ile konuşmak isteyen ne kadar çok meslektaşım varmış. Bunalıp öğleden sonra kaçtım. Fotoğraf makinesi ile dolaşmak için henüz izin kâğıdım yok, tek güvencem konferansta verilen tanıtma kartı. Yollarda kontrol noktaları var ama araç yığılmaları bezdirecek kadar değil. Belli yerlerde yayaların da çantalarına bakılıyor. Böylesi bir yerde fotoğraf makinesi yüzünden durduruldum, birkaç soruyla bırakıldım.
Kontrol noktasında askerler Mette çayının keyfini çıkartıyor. Arjantin’den gelen bu çay fincana dolduruluyor, su ilave ediliyor ve ucunda süzgeç olan metal çubukla içiliyor.
Çay deyip geçmeyin, bu biraz simgesel. Sahil ahalisi yani Lazkiye ve Tartuslular arasında çok yaygın. İnsanlar kendilerini mezhebiyle tanımlamaktan kaçınıyor; kimse kolay kolay ‘Aleviyim’ demiyor ama biri Matte içiyorsa hüküm veriliyor: “Evet kesin Alevi.” Tabii bu çayın tiryakisi sadece Aleviler değil.
Kavurucu sıcakta sokaklar tenha. Birçok işyeri kapalı. Kepenkler Suriye’nin iki yıldızlı kırmızı, beyaz ve siyah bayrağındaki renklerle boyalı. Muhalifler kendi bayraklarını ilan edince bayrak hassasiyeti tavan yapmış ve yönetim 2012’de kepenkleri bayrak rengine boyattırmış. Güvenlik için konulan beton bariyerler de öyle.
HABER ÇOK, SATIŞ AZ
Şaalan semtinde bir gazete bayiine takıldım. Başköşeyi Vatan, El Baas ve Sevra gazeteleri almış. Yabancı gazeteler ve dergiler de satılıyor. Sipariş ettiği lavaşları torbaya yerleştiren Muvaffak Keyyal gazete satışından memnun değil, mutsuz da değil: “Savaştan önce günde 200-300 gazete satardım. Şimdi en fazla 100. Elhamdülillah ekmek parası çıkıyor.” Az ötede başkentin en eski semtlerinden Şağur’un parfümeri mağazasını kolaçan ettim, satış sorumlusu dert yandı: “Fiyatlar 8-10 kat arttı. Ambargo nedeniyle ürün temin edemiyoruz. Körfez’de üretilen ikinci kalite Fransız malları da artık gelmiyor.”
Kahve molası verdiğim Gemini Pastanesi’nin girişinde Beşar Esad’ın portresinin üzerinde ‘Maek’ yani ‘Seninleyiz’ yazılı. Bu, işyerlerinde en sık rastladığım poster. Naneli limonata polo içerken “Biz Şam’ı da biliriz, Ortadoğu’yu da” diye böbürlenenler için dev bir esere gözüm ilişti. Köşede 39 ciltlik ‘Büyük Şam Tarihi’ Suriyeli kimliğini küçümseyenlere bir yanıt gibi duruyor.
İRAN DEĞİL HİZBULLAH
Şam’ı biraz daha arşınladıktan sonra girdiğim ‘3 Tavilat’ adlı mini lokantada milletin gözü, benim kaçtığım konferansı canlı yayımlayan televizyonda. Yan masada ‘okumuş adam’a “Nasıl buldun” diye sordum, çelişkili duyarlılığın ipuçlarını verdi: “İranlı konuşmacıların bu kadar olması beni rahatsız etti. Evet, İran’a müteşekkiriz ama Suriye’nin içişlerine müdahale eder diye de kaygılıyız.”
Peki, Hizbullah’ın müdahil olması? Onun yeri ayrı: “Onlar bu bölgenin insanları ve devlet değil örgüt. Bize bir şey dikte edemez.”
Nasrallah’ın fotoğrafları her yerde ama İranlılardan herhangi birinin posterine rastlamadım.
“Ya Esad’ın durumu; İran ve Hizbullah olmadan Esad ayakta kalabilir mi?” İşte yanıtı:
“Esad’ın gidip gitmemesi Suriyelilerin meselesi. Şu aşamada giderse ordu dağılır ve terör örgütleri sadece Suriye’yi değil Türkiye ve Ürdün’ü de tehdit eder.” İran’a ‘kaygılı teşekkür’, Hizbullah’a ‘coşkulu teşekkür’ eden Suriyelilere başka yerlerde de rastladım. Gözlemlerimi paylaştığım İranlı gazeteci Hüseyin Murtaza ile din adamı Ali Mir Zai’nin yanıtı ortaktı: “İran direnişi destekliyor; Suriye’de solcu, sağcı ya da İslamcı iktidar olması bizi ilgilendirmiyor.”
Konferansın ikinci gününde öğlen sonrası seanslara katılmayıp yine Şam’ın sokaklarına çıktığımda istikamet Baas Partisi’nin kurulduğu Kemal Kahvesi’ydi. Yolda gitarını sırtlanmış, sakallı ve uzun saçlı bir gence rastladım. Objektifi doğrulttum, keyifle poz verdi. Onun da mekânıymış, gittik, oturduk. Adı Şadi el Hüseyni. Death metal çalıyor, dövmeciler için çizimler yapıyor. “Araplara benzemiyorsun” diye takıldım, “Çeçen’im” dedi. Suriye’deki Kafkasyalılar bu tür soyadlarını kullanmaz. “Annem Çeçen, babam Arap” diye açıklık getirdi. Mihmandarımın Alevi olduğunu öğrenince sohbeti birden kesti: “Sizinle konuşmam, bu adam Muhaberat’tan olabilir!” Neyse mihmandarımın öyle olmadığına ikna oldu. Bu kadar tepkili olmasının altında takip edilmesi yatıyor: “Daha 17 yaşındayken evimize kâğıt gönderip merkeze çağırdılar, sorguladılar, gözdağı verdiler. Çünkü müziğim, saçlarım ve sakalımla standartların dışına çıkıyorum. Muhaberat bunu otoriteye başkaldırı olarak görüyor. Şimdiye kadar 10 kez sorgulandım.” Şadi, Trablus’tan Mersin’e gemi bileti almış. Kaçma planının nedeni savaş değil müziği için bir mecra bulmak. Güneşin batışıyla kahvehanenin bahçesi tamamen doldu, nargileler fokurdamaya başladı.
İŞADAMININ TRAJEDİSİ
Otelde akşam yemeğinde aynı masada oturduğum Halepli işadamı Kemal Bankesli’ye kulak verdik; hikâyesi isyan sürecinin nasıl geliştiğini de özetliyor: “Muhalifler beni kaçırdı. 1 milyon Suriye Lirası fidye istedi. Reddettim. İşkence yaptılar, kollarımı kestiler, iki ayak parmağımı kırdılar. Sonunda grubun kadısı idamıma karar verdi. İnfaz sırasında liderleri “Dur” diyerek infazcının elini indirdi ama o sırada tetiği çektiğinden kurşun dizime isabet etti. Kendi aralarında ‘Bu adam bizden yana değil ama rejimin adamı da değil. Bizim için faydalı olabilir, idam etmeyelim’ diye konuşmuşlar. 4 saat kanlar içinde beklettiler, sonra akrabalarıma teslim ettiler.”
Karşımda oturan kadın gazeteci Rula el Salih de yaralandıktan sonra bilek kemikleri ortaya çıkmış kardeşinin fotoğraflarını gösterip acılarını paylaştı: “Bu savaşta 35 akrabamı yitirdim. Oturduğum mahallede 185 kişi öldü.”
Şam’ın sokaklarında birçok binanın önünde ‘şehit’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Gün içinde uğradığım Radyo Televizyon Kurumu da kendi kayıplarını sergilemiş: Devasa panoda ölen 25 gazetecinin fotoğrafları sıralanmış. İç savaşın vurmadığı aile sanki yok. Kayıp bilançosu büyük ama yönetim bu konuda ketum. Opera Evi’nde kadın askeri doktor Hala Bilal’e ısrarla sorduğum halde “Vatan için ne kadar can verdiğimizin önemi yok” demekle yetindi.
Bu acılara rağmen insanlar yaşamlarına asılıyor. Dama Rose’da her gece bir düğüne denk geldim. Teras bölümünde ise sanatçı Mecide el Rumi Suriyelilerin sevdiği şarkılarla konukları eğlendiriyordu.
ESKİ ŞEHİR DİRENİYOR
Üçüncü gün artık Enformasyon Bakanlığı’nın yazılı izni elimde. Rahatça kentte fotoğraf çekebilirim. Fehhami bölgesinden başladım. Muhafazakâr bir semt. Pazar yeri kalabalık, sebze-meyve fiyatları üçe katlanmış. Maaşlar ise 5 yıldır aynı yerde sayıyor. Bir dükkan sahibi “Önceden herkes bolca alırdı, şimdi azar azar” dedi. Fiyat artışlarının iki temel nedeni şu: Mazot 17 liradan 140 liraya, benzin 40 liradan 150 liraya fırlamış. Ve çatışmaların olduğu bölgelerde tarımsal faaliyet azalmış.
Hamidiye Çarşısı’nda hediyelik eşya satan biri ise “Turist gelmediğinden krizin ilk yıllarında satışlarımız çok düştü. Şimdi yavaş yavaş açılıyor. Turist geldiği için değil. Çok sayıda Suriyeli yurtdışına çıktı. Onların yanlarına gidenler hediye götürüyor” dedi. Eski Şam’ın ziyaretçisi çok ama eskisi gibi canlı değil. Daracık sokaklarda ayakta kalamayan dükkânlardan bazıları fast food ya da kahveye dönüşmüş. Bana Şiraz halısını yok pahasına satmaya hazır bir dükkân sahibi muhtemelen o günü de siftahsız kapattı. Sıcakta daha fazla yürüyemedik, Bab Tuma yolunda Beyt el Ayli’de soluklanıp Şam dutundan meşrubatları kana kana içtik.
BUTİ, SELAHADDİN EYYÜBİ’NİN YANINDA
SURİYE nereye giderse gitsin Selahaddin Eyyübi Türbesi ve Emeviye Camii ziyaretçisiz kalmıyor. Türbedeki yenilik şu: Nusra Cephesi’nin vaaz sırasında intihar saldırısıyla öldürdüğü Kürt alim Said Ramazan el Buti, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlu Ahmed Tevfik de türbenin dışında ilk Türk hava şehidi Üsteğmen Nuri, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık’ın mezarının yanına gömülmüş. ‘Levant’ın şeyhi’ Buti, silahlı isyanı reddedip Erdoğan’dan krizin çözümü için yardım istemişti.
Hıristiyan, Şii ve Yahudilerin yaşadığı Bab Duma’da bildiğim mekânlardan Beyt el Şami’de
yemek yedik. Sipariş listem aynı: Tabbuli (salata), cibni (peynirli tavuk), baba gannuş, humus, polo. Bab Tuma lokanta ve otele çevrilmiş konakları ve el işlemecilerin maharetlerini sergilediği dükkânlarıyla ünlü. Her şeye rağmen akşamları canlı müzik sokaklara taşmaya devam ediyor. Suriyeliler ölüm ile sevinci birlikte yaşıyor.
O LOKANTA KAPANMIŞ
Erdoğan’ın Esad’la yemek yediği Mithat Paşa Çarşısı’ndaki Khavali’nin halini merak ettim. Kilit vurulmuş. Köşedeki kuruyemişçi Mahmud Gassan’a sordum, “Burası iki kardeşe aitti, biri öldü, diğeri hastalandı. Çocukları yurtdışına gitti” dedi. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince duraksadı, sonra devam etti: “Türkiye’yi seviyorum. Erdoğan bu lokantaya geldi; kızı evlenmeden önce gelip bu çarşıdan alışveriş yaptı. İki ülke arasında güzel ilişkiler tesis edildi. Şimdi Erdoğan bize gönderdiği teröristlerle her şeyi mahvetti. Bu savaş sadece İsrail’e hizmet etti.“
VE SESSİZLİK BOZULUYOR
Elektrikler kesik Mithat Paşa karanlık. Bir köşeye üşüşmüş çocuklarla karşılaştım. Latin Kilisesi her yıl yaz kampı düzenlermiş. Çatışmalar artık buna engel. Onlar da kapalı çarşıyı gizemli bir oyun alanına çevirmişler. Gruplar halinde yarışan çocuklar belli yerlere bırakılan işaretler ve ellerindeki haritayla şifreleri çözüyor.
Hamidiye Çarşısı’nda ise uğramadan geçemediğim yer tarihi dondurmacı Bekdaş. Her zamanki gibi ana baba günü. Önceden duvarda ünlü ziyaretçilerin fotoğrafları vardı. Emine Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah’ın fotoğrafları da asılıydı. Şimdi onların yerinde tek bir çerçeve var: Nasrallah’ın direnişe katkılarından dolayı gönderdiği teşekkür mektubu.
Güneşin batışıyla caddeler de şenleniyor. Akşamın son yürüyüşünü yaptığım Şaalan kalabalık, dükkânlar doluydu. Şam’ın gecelerinde sessizlik dördüncü gece bozuldu. Sabaha doğru kırsaldaki Cobar’a yönelik bombardıman uyutmadı. Muhalifler de Dahiyet el Esad bölgesine roket attı.
Emeviye Meydanı’nda savaştan eser yok
Silahlı gruplar Şam’a sarsıcı darbeyi 26 Eylül 2012’de Emeviye Meydanı’nda Genelkurmay karargâhına saldırarak vurmuştu. O günden itibaren rejim silahlı grupları Şam’ın merkezinden uzak tutmak için ciddi önlemler aldı. Yine de kentin doğusunda Guta, Duma ve Cobar’ı elinde tutan muhalifler zaman zaman roket atarak Şam’ı terörize edebiliyor.