Güncelleme Tarihi:
Yeni bir başlangıç bekliyorduk.
Daha doğrusu yeni bir başlangıç yapılmasını umuyorduk.
Ama hiç de öyle olmadı.
Almanya, yeni yeni yıla yine ‘eski tartışmalarla’ başladı.
Başbakan Angela Merkel’in genel başkanlığını yaptığı Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CSU) ‘kardeş parti’ konumundaki Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) yine kafayı sığınmacılara taktı.
CSU, her yıl ocak ayı başlarında Wildbad Kreuth’da düzenlenen gelenksel ‘olağanüstü kurultay’ öncesi, kimlikleri olmayan sığınmacıların sınır kapılarından geri çevrilmesini gündeme getirdi.
Her ülkenin kendi topraklarına kimin ayak bastığını bilmesi, en doğal bir haktır.
Buna kimsenin itirazı olamaz.
Ama nedense CSU’lu politikacıların bir türlü düşünmek de kabullenmek de bilmek de istemedikleri şeyler var.
* * *
Hayatta kalabilmek için kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlar, savaş yaşanılan bu bölgelerde nasıl pasaport alabilecekler?
Zaten kapılarına kilit vurulmuş resmi makamlar nasıl olup da bu insanlara pasaport veya kimlik kartları verecek?
Pasaportları ve/veya kimlik kartları batan teknelerle birlikte denize gömülen, hayatlarını güç bela kurtaran bu insanlar yeni pasaport veya kimlik kartlarını nereden bulacaklar?
Nereden ve kimden alacaklar?
Bunu hiç şüphesiz CSU’lu politikacılar da bilirler.
Bilmemeleri mümkün değil.
Ama amaç popülist bir yaklaşımla kendilerinin ‘sağında’ bir güç oluşmasını engellemek.
* * *
Ama bu popülist yaklaşımla Almanya’da aşırı sağın güçlenmesini engellemek mümkün değil.
Aşırı sağa karşı verilecek en iyi mücadele ‘tabanı’ yanına almaktır.
Toplumu birbirine düşürmekle, Almanya’nın kapılarını sığınmacılara ve yeni gelecek göçmenlere kapatmakla aşırı sağın önünü kesmek mümkün değildir.
Böyle bir şey zaten Almanya’nın çıkarına da değildir.
Başbakan Angela Merkel, Alman Anayasası’nın sığınma hakkı için ‘üst sınır tanımadığını’ söylüyor.
Haklı da.
Ama ‘kardeş parti’ CSU’lu Federal Ulaştırma Bakanı Alexander Dobrindt, “Başka ülkelerden insanların Almanya’da daha iyi yaşam koşullarına sahip olmaları için temel bir hak yoktur. Kişisel korumaya ihtiyacı olmayanların Almanya’da kalabime perspektifleri yoktur” diyor.
“Şayet uyum yeteneği yoksa, şayet bizim sosyal sistemimizin de bir sınırı varsa, iş piyasamız sınırsız değilse, göç için de bir ‘üst sınır’ olmalıdır” diyor.
Alman Anayasası’nın 16’ıncı maddesi ise “Politik takibata uğrayanların iltica hakkı vardır” diyor.
Yani Anayasa ‘üst sınır’ tanımıyor.
CSU, Almanya’daki sığınmacıların ‘zorla uyum kurslarına’ gönderilmesini talep ediyor.
Zora gerek yok.
Bu ülkeye gelen sığınmacılar, bu kurslara ‘severek’ katılırlar.
CSU’nun bu talebi, “Sığınmacılar kurslara katılmak istemiyor” gibi yanlış algılamalara yol açıyor.
Oysa ki, daha geçen yıl ekim ayına kadar Alman makamlara ‘iltica’ başvurusunda bulunanlara, işlemleri sonuçlanıncaya kadar ‘uyum kurslarına’ katılma hakkı tanınmıyordu.
CSU, “Her sığınmacı kişisel olarak bizim değerlerimizi, hukuk sistemimizi ve barış içinde birlikte yaşamın kurallarını kabullenmeli” diyor.
Buna zaten kimsenin itirazı yoktur.
Belli ki, CSU’nun amacı ‘üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir’.
Evet, yeni bir yıla girdik.
Nerede kalmıştık?