Güncelleme Tarihi:
Fransa'daki Scientology tarikatı sözcüsü, «O İçişleri Bakanı olduğundan beri belli bir anlayışla karşılaşıyoruz» açıklaması yapar. 30 Ağustos 2005 günü o tarikatın üyesi Tom Cruise ile buluşur ve buluşmadan sonra bu «tarikatla ilgili kesin bir fikri olmadığını» söyler…
Cumhurbaşkanlığı seçimini başarıyla tamamlayan Fransa yeni bir döneme giriyor. Muhafazakar başkan Türkiye ile olan ilişkilere tarihi perspektiften bakıyor olmalı.Türkiye'nin tam üye değil de farklı bir üye statüsünde birliğe katılmasının daha doğru olacağını savunan başkan bize de bir mesaj gönderiyor.
Eskiden beri Fransa ile olan ilişkilerimiz hep gerginlik dolu olmuştur. Bizim Fransa 'ya bakışımız da pek olumlu sayılmaz . Türkiye 'den göç eden Ermeni asıllı Osmanlılar arasından da bir başkan çıkabilirdi. Şimdiki başkan ise Macar asıllıymış. Eğer Ermeni asıllı olsaydı acaba Türkiye ile ilişkiler nasıl olurdu?
1789 yılında yapılan Büyük Fransız Devrimi, Fransa'nın önemli olmayan bir iç sorunu olarak değerlendirildiğinden, önceleri Osmanlı devletinde pek etkili olmadı.
Ulema sınıfı bu toplumsal patlamanın Osmanlı devletini hiç ilgilendirmeyen ve Osmanlı topraklarına giremeyecek bir Hıristiyan sorunu olarak gördü... Hatta, Hıristiyan devletlerin devrim savaşları ile ilgilenmeleri ve bu yüzden Osmanlı devletini rahat bırakmaları, Bab-ı Alî'nin çıkarına da olmuştu. Bu yüzden, Osmanlı yöneticileri Prusya ile Rusya'nın Fransız devrimine karşı İstanbul'da yürüttükleri propagandaya hiç kulak asmadılar ve devrim savaşlarının dışında kalmayı yeğlediler.
Ancak, tam bir Osmanlı ihtiyatıyla, Prusya tarafından tanınıncaya kadar yeni Fransız yönetimini resmen tanımadılar. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki ilişkiler dostane olmakta devam etti. Hatta, III. Selim'in Fransa'daki yeni düzene sempati bile duyduğu söylenebilir. Ne de olsa, Fransız devrimini gerçekleştiren burjuva sınıfı, Osmanlı ekonomik ve toplumsal yapısının içinde oluşmamıştı. Dolayısıyla, devrimin Osmanlı toplumuna doğrudan bir etkisi düşünülemeyeceğine göre, III. Selim'in tahtı da sallantıda olamazdı. İki ülke arasındaki ticaret de devam etti ve hangi yönetim tarafından gönderildiklerine bakılmaksızın, Fransız askerî uzmanları Osmanlı devletinde iyi kabul gördü.
Ancak, iyi ilişkiler uzun süreli olmadı ve 17 Ekim 1797 tarihli Compo Formio antlaşması ile Venedik topraklarının bir bölümünü eline geçiren Fransa ile Osmanlı devleti ilişkilerinde yeni bir dönem açıldı. Bu antlaşma ile, İonya adaları ve Yunanistan-Arnavutluk kıyılarındaki bazı bölgeler Fransa'nın eline geçti. Şimdi, Osmanlı devletinin geleneksel dostu Fransa, aynı zamanda sınır komşusu olmuştu ve dostluk bu ani değişikliğin yarattığı "şoka" dayanamadı. Kısa bir süre içinde, imparatorluğun sınırları içinde özgürlük ve eşitlik haykırışları, Helen uygarlığının eski şan ve şerefinin iade edilmesi, Mora ile Girit'in Osmanlı devletinden ayrılması gerektiği gibi ürkütücü haberler gelmeye başladı. Napolyon Rumları merkezi otoriteye karşı kışkırtıyordu. Komutanlarına verdiği bir emirde çalışmalarının amacını şöyle belirtiyordu:
"Halkı kazanmak içîn elinizden geleni yapınız. Eğer halkın bağımsızlığa eğilimi varsa bağımsızlık duygusunu körükleyiniz. Yunanistan'da kabarmaya başlayan milliyet taassubu, din taassubundan daha kuvvetli olacaktır."
Bu gelişmeler karşısında Fransa'nın İstanbul'u rahatlatma yolundaki girişimleri sonuç doğurmadı. 1798 ilkbaharında Reisülküttap Ahmet Atıf Efendi, Divan tarafından, siyasal durumla ilgili ve müttefiklerin Fransa'ya karşı kurdukları koalisyona Osmanlı devletinin de katılması yolundaki davetleri hakkında bir 'rapor hazırlamakla görevlendirildi. Atıf Efendi'ye göre, Fransız devrimi, öteki Hıristiyan Avrupa devletlerini olduğu kadar Osmanlı devletini de tehdit eden bir olaydı. Bu konuda yazdığı muhtıra ünlüdür. Bu yazıya değinmiştik.
Fransız devriminin Osmanlı devletindeki etkileri konusunda ilginç olan şudur: Fransa'da kralın idam edilmesi ve cumhuriyetin ilanı gibi Avrupa devletlerinin en çok tepkisini çeken gelişmeler, İstanbul'da pek bir etki yapmamıştır. Osmanlı devletinin bu dönemlerinde bir hükümdarın öldürülmesi İstanbul'daki yaşamın olağan bir parçası olduğu gibi, Osmanlılar yüzyıllar boyu Venedik ve Ragusa kent-devletleriyle yakın ilişkileri dolayısıyla cumhuriyetçi kuruluşlara alışıktılar ve yeni bir cumhuriyetin kurulmasının tehdit edici bir tarafı yoktu.
İstanbul'u asıl rahatsız eden, devrimin laik niteliği oldu. Kilise ile devletin ayrılması, tüm dini doktrinlerin yasaklanması ve aklın yüceltilmesi tehlikeli düşüncelerdi. Osmanlı'nın büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olması, giderek laik olmayan Osmanlı Padişah iktidarını ciddi boyutta tehdit ediyordu. Fransızların Hıristiyanlığı reddederek İslam dünyasına yaklaştıkları propagandası, önceleri biraz sempati ile karşılanmışsa da, zamanla Osmanlı yöneticileri bu dostluğun geleneksel İslami düzen ve ilkelere yönelttiği tehdidin farkına vardılar . Bu tehdidin önünü almak için de bir dizi tedbir alınması gerekiyordu ki saray yetkilileri de bunu yapmaya çalıştılar.
Fransa Mısır'dan çekildikten sonra siyasal düşünceler yeniden üstün geldi. 1805 yılındaki Napolyon zaferleri ve Avusturya ile Rusya gibi Osmanlı devletinin en büyük düşmanlarının uğradıkları yenilgiler III. Selim'in işine geliyordu; sonunda Napolyon'u imparator olarak tanıdı. Ancak, Fransız devriminin özgürlük ve eşitlik gibi ilkeleri, kısa vadede önemli bir etkide bulunmamış olsa da, bir kere Osmanlı topraklarına girdikten sonra kök salmaya başladı.
Cumhuriyet fikri 1800 yıllarının başında tüm Avrupa 'da ve ABD 'de etkili olmaya başladı. Özellikle ABD 'de kıpırdanan bağımsızlık ve demokrasi düşünceleri İngilizleri korkutacak boyuttaydı.
Her şeyden önce bizim cumhuriyetimizden 134 yıl daha tecrübeli bir devletin cumhurbaşkanı muhafazakar da olsa bir geleneği devam ettirmek zorunda. Bu geleneksel özgürlükçü diplomasi de Fransa 'Halkı'nın , olmazsa olmazı "özgürlük, eşitlik ve kardeşlik" prensibine sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. Her şeyden önce Fransa 'da muhafazakar da olsa laik bir geleneğin laik cumhurbaşkanı olmak zorundadır. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde bize ne kadar yardımcı olacağı da şüpheli bir başkan. Zaten daha önce alınan bir kararla bir referandum önerisi de hala geçerli. Zamanı gelince bu referandum yapılacak. Yeni başkan kutlamalar yaparken Paris'in varoşlarında bombalar patlıyormuş. Özellikle göçmenlerin oturduğu bu semtlerde gençler başkanın seçilmesine itiraz etmişler. Kendisi de bir göçmen olan yeni başkan Sarkozy bu konuda İçişleri Bakanlığı sırasında sert önlemler almakla tanınıyor .
Sarkozy , Cumhuriyet, Dinler, Umut başlıklı kitabında tarikatlara göz kırpar. Fransa'daki Scientology tarikatı sözcüsü « O İçişleri Bakanı olduğundan beri belli bir anlayışla karşılaşıyoruz » açıklaması yapar. 30 Ağustos 2005 günü o tarikatın üyesi Tom Cruise ile buluşur ve buluşmadan sonra bu « tarikatla ilgili kesin bir fikri olmadığını » söyler…
Bizdeki seçimlerde de ortaya çıkan ana tema da laiklik oldu. AKP'nin 84 yıllık cumhuriyetimizin temel prensibi olan laiklik konusundaki hassasiyetini değerlendiren halk kitleleri mitingler düzenlediler. Bu mitinglerle ilgili soruları cevaplarken Sayın Meclis Başkanımız Bülent Arınç'ın ifadesiyle dindar bir cumhurbaşkanı seçileceğini öğrenmiş olduk. Acaba nedir bu dindarlık diye merak etti herkes . Dindar olursa Laik olur mu ? Yoksa olmaz mı ?
Sarkozy 'nin laik Fransa 'da neler yapacağını göreceğiz.