Kusturica idam edilmeli

Güncelleme Tarihi:

Kusturica idam edilmeli
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 2010 14:01

Kusturica skandalında insanın midesini en çok bulandıran şey, ne ünlü yönetmenin çelişkili tutumu, ne de AKP zihniyetinin alışıldık çifte standardı. En rahatsız edici gerçek, Kusturica ile AKP’nin, Yugoslavya’nın parçalanmasını aslında aynı söylemi kullanarak yorumluyor oluşları... Bu yüzden idam edilecekse, Kusturica işte bu yüzden idam edilmeli. Tarihi gerçekliği kitlelere çarpıtarak sunduğu için...

Haberin Devamı

Saraybosna doğumlu yönetmen Emir Kusturica, Antalya Film Festivali jürisinde yer almak üzere geldiği Türkiye’den, yaşanan siyasi tartışmaların ardından kendisine can güvenliğini sağlamak üzere aniden 30 koruma tahsis edilince tepki gösterip ayrıldı.

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay başta olmak üzere AKP yetkililerinin, Bosna Savaşı konusundaki tutumu en hafif ifadeyle “tartışmalı” olan Kusturica’yı kullanıp CHP’li Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ı zor durumda bırakma çabası ayyuka çıktı.

Zaten Kusturica’nın kendisi de, birkaç ay önce Bursa’da gitarıyla konser verdiğini, “başörtülü kızların da el çırpıp dans ettiği o konser sonrasında Bursa’nın AKP’li belediye başkanının kendisini öpüp sarıldığını” belirterek, hükümetin şimdi bu çifte standartla, siyasi amaçlı bir provokasyon yaptığını vurguladı.

Haberin Devamı

Ben sırf CHP’ye ve Akaydın’a yüklenmek için, daha önce defalarca Türkiye’ye gelip tepki görmeyen Kusturica’ya birden küfretmeye başlayanları da...

AKP’ye ve Günaydın’a yüklenmek için, iyi bir yönetmen olmasına rağmen aslında hiçbir zaman iyi bir sanatçı olmayan Kusturica’yı yere göğe sığdıramayanları da anlamıyorum.

Oysa bu insanlar, muhtemelen hiç yapmadıkları bir şeyi yapıp Kusturica filmlerini izleseler...

Ardından Ertuğrul Günay’ın Kusturica giderken yaptığı açıklamaları da üzerine koysalar...

Görecekler ki, Kusturica tam da Günay’ın söylemini kullanmaktadır.

Eleştirilmesi gereken, hem Kusturica’nın, hem de AKP’nin zihniyetidir.

* * *

Kusturica kimdir?

1954’te, Bosnalı Müslüman gazeteci Murat Kusturica’nın oğlu olarak doğmuş. Yugoslav devletinde memur olarak çalışan Murat Kusturica bir ateist. Oğlunu, “Biz aslında etnik olarak Slav’ız, yani Sırp’ız. Fakat atalarımız mecburen Müslüman olunca bize de Boşnak denmeye başlamış,” diyerek yetiştirmiş. Kusturica bu nedenle din ve etnisiteyi hep “bölücü” birer unsur olarak görmüş ve Yugoslavya’nın bütünlüğünü (körü körüne) savunagelmiş.

Peki Kusturica, Bosnalı Müslümanlara hakaret etti mi?

Kusturica, babasından miras yukarıdaki düşünceleri her yerde savunuyor. Fakat Bosnalı Müslümanlara hakaret ettiğine, soykırımı küçümsediğine, Bosnalı Müslüman kadınlara kitlesel tecavüzlerle ilgili ödüllü bir film çeken kadın meslektaşına “ağza alınmayacak hakaretler” ettiğine dair güvenilir bir kaynakça doğrulanmış bir sözünü en azından ben bulamadım. Kendisi de bunları yalanlıyor.

Haberin Devamı

Anadolu Ajansı bile ilgili haberinde yanıltıcı bir üslup kullanmış. Ajans, The Guardian’a 2005 yılında verdiği röportajda Kusturica’nın babasının görüşlerini tekrarladığı laflarını aktardıktan sonra, Bosnalı Müslüman kadınlarla ilgili doğrulanmayan ifadelerini de sanki yine bu röportajda söylenmiş gibi aktarmış. Oysa o röportajda bu yönde hiçbir söz yok. (Bkz. http://www.guardian.co.uk/film/2005/mar/04/2 )

Ama mesele zaten bu değil. Asıl mesele, Kusturica’nın “dilinin” ne söylediğininden çok, “sanatının” ne söylediği. Çünkü o sanat, o dilden çok daha büyük bir kitleye ulaşıyor. Belki de bu yüzden Ertuğrul Günay bile bir sanatçı olarak Kusturica’nın önemini vurgulamak zorunda kalıyor.

* * *

Haberin Devamı

Kusturica önemli bir film yapımcısı olabilir, fakat bence iyi bir sanatçı değil. Bunu, bütçesinin bir kısmını soykırım destekçisi Slobodan Miloseviç yönetiminden aldığı parayla denkleştirdiği “The Underground” (Yeraltı) filmini izleyerek bile söylemek mümkün.

Ne anlatıyordu Altın Palmiye ödüllü “The Underground”?

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi bombardımanı altındaki Belgrad’da Komünist Parti’ye katılan iki kafadarın hikâyesi... Filmdeki neredeyse herkes gibi alkole ve kadınlara düşkün olan, fakat hiçbir şeye sadakat ve dürüstlükle bağlanmayan bu ikili, işgale direnen partizanlara yardım edeceklerine, çaldıkları Nazi mallarını şahsi çıkarları için kullanır. Biri, diğerini Nazilerden saklamak için bodruma kapatır. Fakat savaş bittikten yıllar sonra bile gerçeği ona söylemeyip kendi çıkarı için orada tutar. Üstelik dışarıda onun Nazilere karşı direnirken öldüğünü öne sürüp Komünist Parti içinde hızla yükselir. Sonunda, 1992’de, Yugoslav iç savaşı sırasında ikisi de intihar eder. Filmin son sözü şudur: “Birleşik Yugoslavya bir altın çağdı. Bir zamanlar, bir ülke vardı.”

Haberin Devamı

Kusturica filmini tamamladığında (1995), Saraybosna, Sırp kuşatması altındaydı. “The Underground” filmi, eski Yugoslavya ile ilgili gerçeküstü bir nostalji yaratırken, Balkanları –Slavoj Zizek’in ifadesiyle- tam da Batılı bakışın görmek istediği gibi sunuyordu: “Alkolün, cinsel şehvetin ve maddi çıkarların çılgın bir karnaval ortamında serbestçe dolaştığı, kolektif bir deliliğin mekanı.”

Kusturica’nın Batı Avrupa zihniyetinin hoşlanacağı şekilde oluşturduğu bu bakış açısı, Yugoslavya’nın Tito’nun ölümünden sonra siyasi seçkinler arasında patlak veren iktidar kavgası yüzünden tedricen parçalandığı gerçeğini yok sayar. Onun yerine tarihi gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan şu yargıya varmaya zorlar insanı: “Yugoslavya, toplumsal bünyesindeki aşırılıklar yüzünden, çeşitliliğinin içindeki zıtlıklar yüzünden parçalandı. Bütün kalsa iyi olurdu, ama parçalandı işte.”

* * *

Haberin Devamı

Peki, “The Underground” filminin AKP zihniyetiyle ne alakası var?

Önce, Ertuğrul Günay’ın Kusturica’nın Türkiye’den ayrılmasının ardından yaptığı bir açıklamayı hatırlayalım:

“Kusturica önemli bir sinema adamı. Ama keşke Balkanlar'la ilgili bu talihsizlikleri ifade etmeseydi. Kendisine yanlış tercümeler yapılmış. Dün akşam dinledim. Gelişigüzel cümleler söyledi. Ben Balkanlardaki savaş sırasında Bosna'ya gittim. Bosna'yı, Tuzla'yı, Mostar'ı defalarca gezdim, adım adım gezdim. Savaşın içinde gittim. Çok önemli bir aydınlar grubunun Bosna'ya gitmesine öncülük ettim. Mesela Tuzla'da karşılaştığımız olayı hala unutamam. Tuzla'daki bir bombalamada 70 kişi ölmüştü. Ölenler arasında Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar vardı. Ve galiba 7 yaşından 70 yaşına kadar değişik yaşlarda insanlar vardı. Bu insanların mezarlarına gittim. Farklı inanç gruplarından insanlar yanyana yatıyorlardı. Bu vahşet karşısında duyarsız kalmak ve bunu (abartılıyor) diye anlatmak kabul edilir bir şey değil.”

Günay acaba neden Bosna Hersek savaşında sadece Müslümanlar’ın ölmediğini bu kadar fazla vurgulama ihtiyacı hissetmiş?

Bunun nedeni açık: Bugün Türkiye, Balkanlar’da bütün taraflara eşit mesafede, adil bir arabulucu rolü oynamaktadır. Bu nedenle “klasik İslamcı romantizmi” ile sadece Müslümanlara yönelik soykırımı vurgulamayı uygun bulmamıştır Bakan Günay...

Bu açıdan Kusturica ile Günay, siyasi çıkar amaçlı çarpıtmalar ne olursa olsun, aslında aynı şeyi söylüyorlar. Her ikisi de bugün hâlâ hesabı verilmemiş olan, başlıca faillerinden biri (Ratko Mladiç) hâlâ yakalanamayan soykırımı, “Aman canım, bunu unutalım, her Balkan milleti bu süreçte acı çekti, eski Yugoslavya’daki gibi hepsinin barış içinde yaşaması neden tekrar mümkün olmasın,” diye düşünüyor.

Bu açıdan Kusturica nasıl ki Miloseviç yönetiminden filmleri için para almışsa, Günay’ın içinde bulunduğu hükümetin yetkilileri de bugün Miloseviç’in partisine mensup Sırp liderlerle aynı nedenle kolayca el sıkışabiliyor.

Sorun, sanata yakın durması gereken her iki tarafın da kendisiyle barışık değil, tarihten kopuk, örtülü hesaplara dayalı bir ortak bir siyasi söylem kullanıyor olmasında...

* * *

Bu yazımdan, Türkiye’nin mevcut Balkanlar politikasını eleştirdiğim sonucu çıkmasın.

Aksine, bence Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugüne kadarki şaheseri, Balkanlar politikasıdır. Çünkü diğer tüm alanlarda Türk dış politikası tarihsel bir sürekliliğin izinde giderken, Davutoğlu Balkanlar’da tamamen kendi inisiyatifiyle, imkânsızı başararak bütün tarafların güvenini kazanan ve sonuçta Türk kültürüne ve Türk ekonomisine yeni fırsat bölgeleri açan bir politika oluşturdu.

Fakat en başarılı politikalar, siyasi gerçeklik ile en iyi bağ kuranlardır. Bir politikacı sadece o siyasi gerçekliğe dayanır, ama bir aydın veya bir sanatçı (ve onların hâmileri) siyasi perdenin arkasını görebilmeli ve vicdanıyla hareket etmelidir.

Bu açıdan Davutoğlu bir politikacı olarak işini iyi yaparken, öncelikle sanatçıları himaye etmesi gereken Kültür Bakanı Günay, siyasetçilikle arasına gerekli mesafeyi bir türlü koyamamıştır.

Herhangi bir milletten bir politikacı, Mladiç’i teslim etmemesine rağmen Sırbistan’a Avrupa Birliği kapıları sonuna kadar açılırken Bosnalılara daha yeni vize kolaylığı getirilmesindeki Batı tarzı ikiyüzlüğü “siyasi gerçeklik” gereği görmezden gelebilir.

Ancak bir sanatçı, ABD ve Avrupa Birliği’nin önce Bosna Hersek’i “iç çatışmalarına” terkedip fiilen parçalamasına, bugün de siyasi sistemi felç olmuş halde onu terketmesine (yahut onu postmodern bir sömürge haline getirme çabalarına) karşı çıkmalıdır.

O yüzden Günay’ın söylemi, “soykırımı küçümseyen” Kusturica ile aynı düzeye inmiştir. Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın da, başka kimse yokmuş gibi film festivaline Kusturica’yı davet ederek ve ardından bu durumu (siyasi çekişmeye dahil olmadan) protesto edenleri dışlayarak farklı bir düzey sergilememiştir.

Son skandalın ardından Bosnalı Müslüman yönetmen Danis Tanoviç, Hürriyet’in Roma temsilcisi Reha Erus’a yaptığı açıklamada Kusturica’ya sert tepki göstermiş, “Sırp kasapların birkaç yıl hapis yatıp çıktıklarını, ama soykırım mağduru Müslümanların herşeylerini yitirmiş halde yaşam mücadelesi verdiğini” belirttikten sonra şöyle demişti:

Soykırım yapanlarla kanlı teröristler için ölüm cezası tekrar getirilsin!”

Tamam, 30 koruma verip kaçırdığımız Kusturica’yı idam edelim. Peki, Türkiye hızla modernleşirken, giderek daha rahatsız edici hale gelen çifte standartlardan bir türlü kurtulamayan bu alaturka siyasetçileri ne yapacağız?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!