Güncelleme Tarihi:
Ana hedef “Akan Kanın durdurulması “ olarak açıklanırken bunun nasıl yapılabileceğine ilişkin somut bir önerinin ortaya çıkmaması , AKP ‘ni artık klasikleşmiş “Önce tepkileri ölç,sonra fikrini açıkla “ üslubunun daha doğrusu Cumhuriyet Tarihi boyunca çeşitli siyasi partiler tarafından da uygulanan “Türk tipi Siyaset” uslubunun yeni bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyaset kültürümüzün yıllardır oluşan bu uslubu ; İngilizce tabirle “Shoot and aim later “ (Önce ateş et sonra nişan al ) her seferinde olduğu gibi tüm uygar dünyanın benimsediği uygulamaların ötesinde sorunları TBMM çatısı altında çözecek adımları atmak yerine; medya aracılığıyla polemik yaratarak giderek toplumun tepkisini ölçerek yön belirleme ve oy toplama çabasına dönüştürülmektedir.Siyasetin yapıldığı alan TBMM ‘den uzaklaştırılarak medya aracılığıyla halka “ Sen ne düşünüyorsun ey seçmen !“ seslenişleriyle çözümsüzleştirilmektedir.
Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde tarihsel süreç içerisinde zaman zaman ortaya çıkan “ Kürt isyanları” ya da “Kürt Ayaklanmaları “ olarak da adlandırılan silahlı eylemler , Türkiye Cumhuriyeti öncesinde ve sonrasında gerek iç gerekse de dış siyasal dengeler açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Cumhuriyet döneminde en bilinen ayaklanmaları “Koçgiri” ve “Şeyh Sait İsyanı” olarak bilinmektedir. Bu ayaklanmanın henüz tam olarak ortaya çıkış nedenleri, siyasal ve sosyal olarak sonuçları üzerinde yeterince durulmadığı bir gerçektir. Günümüzde bir “açılımdan” söz edilirken sanki bu konunun bir geçmişinin olmadığını düşünmek ve düşündürmek son derece sakıncalı bir tutum olarak önümüzde durmaktadır. Bir anlamda Cumhuriyet döneminin ikinci büyük Kürt ayaklanması 1980 yıllarında başlayan ve 26 yılda 40 bine yakın can kaybına neden olan “PKK silahlı eylemleri” olarak da tanımlanabilir.
Tarih boyunca hakim olan siyasi otoriteye başkaldırmak yani “İsyan” ya da “Ayaklanma “ olarak nitelendirilecek silahlı eylemlerde bulunmakla ;“terör” yaratarak siyasi bazı neticeleri elde etmeye çalışmak arasındaki hukuki farkları da incelemek gereklidir.
Benim yaptığım araştırmalar neticesinde özellikle 7. yüzyıldan itibaren bilinen bölgede feodal Kürt derebeylerinin oldukça sıklıkla “iktidar çatışmaları ” içine girdikleri görülmektedir. Feodal yapının gereği olan bir beyliğin (Aşiretin ya da tarikatin ) diğeri üzerinde hakimiyet kurma isteği zamanla bölgedeki hakim gücün (Devletin ) etkisiyle daha da karmaşık bir yapıya bürünür. Hiç bir şekilde bir devlet kurmak,feodal aşiretler arasında siyasi bir üst yapı teşkil etmek gayreti görülmeyen ve sürekli “aile”,”Kabile” ya da “aşiret” merkezli çıkarlar uğruna düzenlenen silahlı eylemlerin zamanın süper gücü (İngiltere,Rusya günümüzde de ABD) himayesinde filizlendiği ya da filizlendirildiği de bir varsayım olarak karşımızda durmaktadır.
Erol Kurubaş ‘ın “Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu” adlı çalışmasına önsöz yazan Prof. Dr. Baskın Oran ‘ın ortaya koyduğu tez oldukça ilgi çekici. Oran ‘a göre süper güçlerin bölgesel çıkarları doğrultusunda ortaya çıkan “Devlet Embriyonu” ilk kez 70 yıl önce İngiltere tarafından Sevr Anlaşması kapsamında 62.64.maddeler çerçevesinde bir “Devlet “ fikri ortaya konuyordu. (1) Kürt sorununun tarihde ilk kez uluslar arası platforma taşınmasına neden olan Sevr Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanarak belirli bölgelerin belirli ülkelerin himayesine alınması esasına dayanıyordu. Nitekim doğuda kurulması öngörülen “Ermenistan” ve “Kürdistan “ devlet modelleri ve sınırları bu anlaşma kapsamında detaylandırılıyordu.
İmparatorluklar dönemine gelindiğinde etnik toplulukların büyük savaşlarda kendi aşiret çıkarları doğrultusunda taraf tuttukları ve imparatorluk savaşlarında belirleyici roller oynadıklarını da görmekteyiz. Tarihi belgelere dayandırılarak özellikle Kürt aşiretlerinin bir çok savaşta belirleyici rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Arap İmparatorlukları ; Emevi, Abbasi, Memlûk , Pers İmparatorlukları Pahlavi,İsmaili ,Safavi , Pers-Türk İmparatorlukları Selçuklu ve Osmanlı arasında meydana gelen tüm savaşlarda Kürt feodal aşiretlerinin oynadığı önemli rollerden söz edilebilir. Bu rolün ne olduğu konusu da tartışma konumuzda büyük bir önem taşımaktadır:
Kürtler tarih boyunca büyük güçler arasında bir denge oynamış, bir etnik grup, bir kabile ,aşiretler topluluğu olarak nitelendirilebilir mi ? Bir devlet bir kırallık ya da imparatorluk kuramamış ama bölgelerinde her dönem etkili olmuş bir grup, derebeylik,bir millet olarak nitelendirilebilir mi ?
Etnik gruplar eğer bir çok milletten oluşan bir ulus devlet sistemi içinde bulunuyorlarsa ki Kürtlerin yaşadıkları coğrafyadaki genel durum böyledir; Türkiye,İran,Suriye,Irak ve Sovyetler Birliği sistemlerinin içinde bir “etnik azınlık” bir kabile olarak yaşayan toplulukların tarihi bir realiteyle karşı karşıya olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim değişik devlet istemleri içerisinde çıkar çatışmalarının ve güç mücadelelerinin olması kaçınılmazdır. Aşiret reislerinin iktidar mücadeleleri hakim devlet güçleriyle kıyasıya savaşlarla süregelmiştir. Burada karşımıza uluslar arası hukuki bir sorun çıkmaktadır.
Ingmar Karlsson “Kürt Sorunu “ adlı kitabında (2) 17. Yüzyıldan itibaren bölgede etkili olmaya başlayan Batılı devletlerin kayıtlarına dayanarak yaptığı açıklamalarda 1829 yılında Osmanlı Rus savaşı sırasında bazı Müslüman Kürt aşiret birliklerinin Rusların safında Osmanlı Birliklerine karşı savaştığını ileri sürmektedir. Bitlis ,Cizre ve Süleymaniye dışında bölgede askeri üssü bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu valilerinin geniş çapta bölgesel Kürt Aşiret (3) derebeyleriyle işbirliği yaparak asayişi sağladıklarını anlatmaktadır..Bu dönemlerde vali değişimi ya da Osmanlı Rus ya da Osmanlı İran çelişkileri fırsatlarından yararlanmak isteyen aşiret reislerinin çoğu zaman nedeni (Büyük bir olasılıkla iktidar hesaplaşması ) anlaşılamayan sayısız isyan başlattıkları da bilinmektedir.
Erol Kurubaş ‘ın araştırmalarında ciddi kaynak taraması yaptığı anlaşılmaktadır. İngiltere’nin 1806 yılında Hindistan yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla Bağdat’ta açtıkları şubeler vasıtasıyla ; gitgide İngiltere’nin çıkarlarını tehdit eden Rusya’nın etkisini kırmak amacıyla Kürt derebeyleriyle işbirliği içine girdiğini anlamaktayız.İngiltere’nin 1878 yıllarına kadar bölgedeki aşiret eylemlerine karşı Osmanlı ‘yı desteklediği daha sonra ise strateji değiştirerek kendine bağlı etnik grupları siyasi olarak da örgütlemek istediği bu nedenle bazı aşiret eylemlerine silah ve maddi destek verdiği belgelerine rastlanmış olduğunu anlıyoruz.Osmanlı İmparatorluğu ‘nun parçalanma sürecinde (ki bu sürecin hala bitmediğini çözülmenin hala devam ettiğini ileri sürenler vardır ) oluşan üçlü siyasi yapı üzerinde duran Kurubaş tezinin sonuç bölümünde Kürt İsyanlarının dış güçler tarafından önce Osmanlı daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı örgütlendiği varsayımı üzerinde durmaktadır. Kurubaş milliyetcilik akımlarının belirleyici olduğu dönemlerin artık geride kaldığını da vurgulamaktadır.
Sonuç olarak bugün PKK silahlı hareketinin Cumhuriyet Dönemi isyanları sınıflamasına girip girmeyeceğinden çok ,bu hareketin uluslar arası boyutu üzerinde durmak daha somut bir fayda temin edecektir.PKK ‘nın ana stratejisi Kürt Milliyetçiliği üzerine kurguludur. Bu anlamda Güney Doğu Anadolu aşiret ve tarikat liderleriyle olan ilişkisi de ayrı bir merak konusudur . DTP ve diğer siyasi örgütlenmelerin tabanının belirli Kürt aşiretlerine bağlı olarak oluştuğunu ortaya süren yorumcular vardır. Bu konuda kapsamlı araştırmalar yapmadan , belirli belgelere erişmeden böylesine bir savı ortaya sürmek doğru değildir.
Giderek hükümetin bu demokratikleşme hareketinin “Kürt kökenli “ TC vatandaşlarına hangi ekonomik ve sosyal bağımsızlığı sağlayacağına ilişkin bir programın olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu açılımın 1980 yılından bu yana bir türlü bastırılamayan bir isyan hareketinin (PKK ) silah kullanmadan başarılacağına ilişkin elimizde her hangi bir bilgi de yoktur.Son yıllarda tüm AB ülkelerinin ısrarla üzerinde durdukları uyum süreci ana başlıkları 1960 yıllarına kadar “Kürtçe” dilini yasaklayan ve yok sayan zihniyete izin vermemektedir.Türkiye’nin çok kültürlü mozağini uzun yıllar boyunca ısrarla bozmak ve yozlaştırmak için devletin güçlerini kullanan zihniyet bugün de yaşamaktadır.Bu zihniyet, büyük bir zamanlama ve strateji hatası yaparak kışkırttığı PKK güçlerinin ekmeğine yağ sürmektedir.
Üçüncü Bölümün Sonu
Notlar : -----------------------------------------------------------------------------------------------
(1)Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu : Erol Kurubaş ,Ümit Yayıncılık , Ankara , 1997
(2) Kürt Sorunu : Ingmar Karlsson ,Homer yayınevi :
(3) Mir Muhammed Ayaklanması :
Bunlardan kayda değer olanı bugünkü Kuzey Doğu Irak da Rawanduz da bulunan Soren Beyi Mir Muhammed ‘in 1833 yılında 30 bin kişilik bir orduyla başlattığı isyandır.Osmanlı Rus savaşı sırasında ciddi kayıplara uğrayan Osmanlı birlikleri Mir Muhammed’e yeniliyorlar.Bölgede çığ gibi büyüyen ayaklanmaların İran sınırında Azerbeycan ‘a kadar yayılması üzerine Persler Ruslardan yardım istiyorlar.On yıl süreyle Osmanlı , Pers ve Ruslar arasında bir dizi anlaşma zemini arayan Mir Muhammed sonunda öldürülüyor.Mir Muhammed ayaklanmasının nedenleri,gelişimi ve on yıl süreyle ne gibi aşamalardan geçtiği bu yazı dizisinin sınırlarını aşmaktadır. Ama bir aşiret isyanı başlığı,bir tür kabile içi iktidar mücadelesi olarak ele alınmalıdır .
Botan Ayaklanması
İkinci kayda değer ayaklanma Diyarbakır bölgesindeki Botan ayaklanmasıdır : Bu ayaklanma da özünde aşiret reislerinin bölgesel idarenin otoritelerini sarsması neticesinde bir tür prestij kazanma amaçlı silahlı eylemlerdir. Kaba güce dayalı bu hareketlerin siyasi bir amaçtan ziyade kan bağına ilişkin prestij hesaplaşmaları olduğunu söylemek mümkündür. Botan Aşiret reisi Bedirhan Bey ‘in 1840 yılında Diyarbakır ‘da başlattığı ayaklanma da Osmanlı İmparatorluğu Kürt bölgesinde önemli bir oranda etkili olmuştur.Mir Muhammed’in çağrısına cevap vermeyerek kendi isyanını başlatan Bedirhan Bey ,kısa sürede bölgede komşu aşiretlere sıçrayan eylemleriyle bir süre etkili olmuştur.Bu hareket de Bedirhan Bey ‘in özkardeşi Yezdan Şir tarafından ihanete uğraması sonucu bir tür yön değişimine uğramıştır..Bölgede yaşayan Hıristiyan ve Yahudi nüfusun da Sünni Kürtlerin başlattıkları silahlı eylemlerde önemli roller oynadığını unutmak gerekir.Sultan ‘a bağlı bu gayri Müslim topluluklar yeri geldiğinde isyanların bastırılmasında Osmanlı’nın yanında yer almışlardır.