Güncelleme Tarihi:
Rus Dış İstihbarat Servisi’nin en önemli ajanlarından biriydi. 2010’da ‘casus’ olduğu saptandı, FBI tarafından tutuklandı. Büyük pazarlıklar sonucu ülkesine iade edildi. ‘Kızıl Ajan’ Anna Chapman ‘iki ülke arasında köprü olduğunu ama yanlış anlaşıldığını söylüyor:
“Bende örnek alınması gereken çok önemli değerler var”
Aslı Barış
Fotoğraflar: Muhsin Akgün
Kızıl Ajan lakaplı Anna Chapman’la röportaj yapmak, ‘Tabu’ oynamak gibi. Yasaklı kelimeler listesi uzuyor gidiyor: ‘Casus’ diyemiyorsunuz, ‘politika’ diyemiyorsunuz, ilişki yaşadığı iddia edilen ‘Putin’ diyemiyorsunuz, özel hayat hiç diyemiyorsunuz. Dossi Dossi Fashion Show’da Antalya’da yeni markasını tanıtan Chapman (31) toplumsal konulardan ve modadan bahsetmek istiyor: “Yeni bir hayat yaşamak istiyorum.” Ama laf lafı açıyor ve o günlere dönmeden edemiyor.
Türkiye’de son dönemdeki durumu takip ediyor musunuz? Örneğin Gezi Parkı olayları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki fikrim var ama uzak durmaya çalışıyorum politik meselelerden. Çünkü bir kez politikaya kafa yormaya başlarsam, şiddetle bu işin içine çekiliyorum. Elimde değil, bir kere bilgi toplamaya başladım mı, hemen işe bulaşıyorum. Bilgi konusunda kendime belli limitler koyuyorum, politikadan uzak durmaya, başka işler yapmaya çalışıyorum.
Kendinizi uzak tuttuğunuzu söylüyorsunuz ama Putin’le, Kremlin’le olan yakın ilişkiniz biliniyor…
Rusya’ya geri döndüğümde medya yüzünden inanılmaz derecede popüler oldum. Bunu da milliyetçi hisleri körüklemek için kullandılar. “İşte ülkesi için iyi bir şeyler yapan genç bir kız” diyerek örnek gösterdiler. Son 20 yılda iyi bir ekonominiz yoksa, kuvvetli bir ideolojik düşünce oturtamamışsanız, bir şeyleri değiştiren bir kahraman aramaya başlarsınız. Ben de bu gücü kullanarak gençlere önderlik etmeye, örnek teşkil etmeye çalıştım. Çünkü bende örnek alınması gereken çok önemli değerler var. Kendim için bir şey istemiyorum, tamamen toplumumuz için çalışıyorum. Mesela Rusya’ya döndükten bir ay sonra gençlik için bir vakıf kurdum.
Ne konularda çalışıyor vakfınız?
Mikrobiyoloji ve genetik alanında genç bilimadamlarına kaynak yaratan bir fon oluşturdum. Londra’da geçirdiğim zamanda finans alanında çalıştığım için konuya hemen adapte oldum. Bir yılı siyasi işlerle uğraşarak geçirdiğim de göz önüne alınırsa, gençlerin de nasıl düşündüğünü, nelere ihtiyacı olduğunu biliyordum. Ülkemizde bilim yeteri kadar desteklenmiyor. Halbuki altyapımız ve geçmişimiz çok kuvvetli: Uzaya gittik, bilişim sektöründe oldukça önemli gelişmeler kat ettik. Şimdi ise durum pek parlak değil. Oluşturduğum fon özellikle kanser tedavisi alanında çalışanlara kaynak sağlıyor. Bu çalışmalar çok önemli. İnsan ömrü bu sayede en az 40 yıl uzayacak. Zaten ülkemizde kanser tedavisinde çok önemli yollar kat edildi. AIDS’in tedavisi de bulundu gibi, herhalde önümüzdeki sene açıklanır.
Tutuklandıktan ve Rusya’ya iade edildikten sonra uluslararası anlamda büyük şöhret kazandınız. Neler değişti hayatınızda?
Ünlü değilseniz, bir konuda değişim yapmak istediğinizde imkânlar çok kısıtlı oluyor. Ancak tanınıyorsanız, bir yerde çıkıp fikrinizi söylüyorsunuz, insanlar fark ediyor. Şöhreti kendi hakkında konuşmak için kullananları inanılmaz salak buluyorum. Kafam farklı çalışıyor. Başarının formülünü çözdüm. Beni dünyanın en başarılı insanı yapacak değerlere sahibim. Nedir bunlar derseniz, ilki aktif olmak. İkincisi pozitif enerji. Bunları hepimiz biliyoruz ama üçüncü özellik çok önemli. Bunu hapisteyken öğrendim. Başkalarına bir değer katmak için çalışmanız lazım. Kafanızda bir fikriniz varsa, diğer insanlara da aşılamanız, çalıştığınız örgütlere de yaymanız gerekiyor. Önemli olan toplum, birey değil. Toplum halinde hareket edersek, daha başarılı oluruz.
Hapis günlerinden bahsedelim. Ne düşündünüz ilk tutuklandığınız zaman?
İlk tutuklandığım zaman, “Beni oldukça uzun bir süre burada tutacaklar” diye düşünmüştüm. Dışarı çıkabileceğim konusunda hiç umudum yoktu. Ama bu hayatımın bittiği anlamına da gelmiyordu. Daha ilk günden düzenli spor yapmaya başladım. İkinci gün orada eğitimin konusunda nasıl ilerleyebileceğim konusunda araştırma yaptım. İçeriden de diploma alabilmek mümkünmüş, "Anlaşılan önümüzdeki 5 yıl buradayım, iyisi mi hukuk diplomamı alayım” diye düşündüm. Zaten istiyordum bunu. Yani hep pozitif kaldım.
Sanki güllük gülistanlık bir yermiş gibi bahsediyorsunuz…
Öyle değil tabii ki ama güçlüyüm. Oradaki zaman bile benim için öğretici oldu. Hayatta hepimiz bir şeylere sahip olmaktan hoşlanırız, değil mi? Bu bir çanta da olabilir, elbise de… Hapiste giydiğiniz don bile size ait değil. Hiçbir şeyiniz yok. İsminiz bile yok, onu bile söküyorlar sizden, yerine üzerinde bir numara yazan kâğıt veriyorlar. Üçüncü günümde hücremdeki tuvalet patladı. Zaten hücre dediğiniz nedir ki, bir yatak bir de klozet… Bir baktım odayı basan sular üzerinde numara yazan kâğıdı da eritip yok etmiş. Bana ait olan tek şey de elimden alınmıştı. O anda tüm nesnel şeylerden arınmış oldum. Hiçbir şeyim yoktu artık. Ve bu beni özgürleştirdi. Onlar beni hapse atarak özgürlüğümü elimden alabileceklerini zannettiler ama tersine daha da özgürleşip güçlenerek çıktım.
Playboy ve Maxim gibi dergilerdeki karelerinizden sonra seks sembolü olarak anılmaya başladınız. Koleksiyondaki parçalar da bu imajınızı destekleyecek şekilde mi? En çok hangi parçaları beğeniyorsunuz tasarımlar arasında?
Açıkçası modadan, giysilerden hiç anlamam ve hayattaki en fuzuli şey gibi gelir. Yemek yapmayı da bilmem. Bu ikisi dışında geri kalan her şeyi yapabiliyorum. Mesela iyi ekip kurmasını ve yönetmesini bilirim. Onun için iyi bir tasarım ve üretim ekibi kurdum. Çıkış noktam da şu: Akıllı kadınların kendi zekâlarını yansıtacak kıyafetlere ihtiyacı var. Bir kadın seks sembolü ya da potansiyel anne olarak görünmemeli. Dünyayı değiştirecek bir kadın olarak görünmeli. Dünya sorunlarıyla ilgilenen, kitap okuyan kadınların giyebileceği bir koleksiyon hazırladım. Mesela kitap şeklinde çantalar var. Desenlerde ülkemizin destanlarında yer alan figürler kullanıyoruz. Sadece Batı'nın bize empoze ettiği değerleri kabul etmemeliyiz. Bizim derdimiz gücümüz para değil, kendi değerlerimiz, kendi kahramanlarımız var.
Batı değerlerine karşı bir düşmanlık mı var?
Kapitalizmden nefret etmiyorum. Benim ülkemde de kapitalizmin muhtelif öğeleri var. Ama kendi değerlerimize daha fazla sarılmalıyız. Bunlar güç verir insana.
Kendinizi milliyetçi olarak tanımlar mısınız?
Nefret ederim milliyetçilikten de, milliyetçilerden de. Cahiller milliyetçi olur. Hayatlarında yurtdışına çıkmazlar, dünyada olup bitenden haberleri olmaz, sonra “Ülkemi çok seviyorum” derler. Tamamen eğitimsizlikten kaynaklanıyor. Benim için gerçek vatansever ülkesini en çok seven değil, hayatta her şeyi gören, gördüğü güzellikleri de ülkesine getirendir. Stephen Covey’nin ‘Kazan-kazan’ ilkesinde olduğu gibi, başka ülkeye gidip, insanlarla konuşup onların iyi özelliklerini alır, kendi ülkenize taşırsınız, ona bir artı değer katarsanız, onu güçlendirirsiniz…
Bilgilerini aktardığınız ülkenin ne gibi bir kazancı var burada? Pek ‘Kazan-kazan’ durumu gibi gelmedi bana…
Önemli olan sinerji yaratmak. Yaratmış olduğum koleksiyondan örnek vereyim. En iyi tasarım ekibini ülkemden topladım. İş imkânı yaratmak için. Ama baktım en iyi kumaşlar Türkiye’de üretiliyor, en iyi malzemeler burada, her şeyi İstanbul’dan aldım. “Ayy, Türklerde ne kadar iyi kumaşlar var, lanet olsun” demedim. Nefret etmedim, saygı duydum, iş yaptım. Bana hocalarım 20 yıldır böyle öğrettiler.
Milliyetçiliğe uzak durduğunuzu söylüyorsunuz ama ülkeniz için çalıştınız en nihayetinde?
Ülkemi seviyorum, ne var bunda? Başka bir ülkeye gittim, onlar ile ilgili bilgi topladım. Ne var bilgi toplamakta? Bir köprü görevi gördüm kültürler arasında. İstediğim aralarında kuvvetli ilişkilerin kurulmasıydı. Hareketlerimin çıkış noktası nefret değil, sevgi.
Kimse sizin ‘sevgi’ adına başka bir ülkeye gidip bu çalışmaları yaptığınızı düşünmüyor. Hakkınızda olumlu olmayan birçok iddia var.
Alışkınım böyle şeylere. İddialar doğru olmadığı için canım yanıyor tabii ama Batı dünyasının benden neden nefret ettiğini de anlıyorum. En azından anlamaya çalışıyorum, kendilerine göre nedenleri var, Ama onların nefretleri karşında ezilmiyorum, daha da güçleniyorum. Geçmişe dönük yaşamıyorum, hep ileri bakıyorum. “Bana onu bunu yaptılar” derseniz nasıl ilerleyebilirsiniz?
Sizi acımasızca eleştiren Punk grubu ‘Pussy Riot’ ve ‘FEMEN’ hareketine gelelim…
Feminizm tam bir salaklık. Çıkış noktaları yanlış. Bir kadın hakkı için savaşıyorsa, baştan erkekle eşit olmadığını söylüyordur. Tüm insanlar ayrıdır. Tanıdığım her erkekle bu konuda tartışırım. Kadınların daha iyi olduğunu düşünmüyorum sadece kadın-erkek herkesin eşit olduğunu savunuyorum.
Seksapele önem vermediğinizi söylüyorsunuz ama sizin de bir hayli seksi pozlarınız var. Biraz çelişkili bir durum değil mi?
Hayır, seksapel daha ziyade içgüdüsel bir şey. Eğer (mankenlik gibi) bir işi profesyonel olarak yapmıyorsanız, içgüdülerinize sarılarak kendinize göre yorumlarsınız. Yine başarılı olursunuz o alanda. Ben her zaman içgüdülerime güvenirim.
Kaç dil biliyorsunuz?
Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca biliyorum. Sürekli Rusya’da olduğumdan İngilizce aksanım bozulmaya başladı gerçi.
Teknolojik aletlerle aranız nasıl?
Hiç iyi değil. Bilgisayar dilinden hiç anlamıyorum. Yine de birçok kişiye göre daha iyiyim.
Size şu an saldırsam, beni etkisiz hale getirmeniz ne kadar zamanınızı alır? İsteseniz ağzımı yüzümü kırabilir misiniz?
Kendimi savunma konusunda her zaman çok sakin davranırım. Ama tabii ki etkisiz hale getirebilirim karşımdakini. Yine de buna ihtiyaç duymadan halletmeye çalışıyorum meseleleri.