Güncelleme Tarihi:
Hindistan’ın Mumbai kentini kana bulayan saldırılar gerçekleştiğinde, bir otel lobisinde, bir Hint meslektaşımla birlikte oturuyordum.
Dünya medyasının daha ilk dakikalarından itibaren canlı yayınlarla takip etmeye başladığı dehşeti binlerce kilometre uzaktan izliyorduk.
Ben, elimdeki kumanda marifetiyle bir CNN’e, bir BBC World’e geçerken endişeliydim. Hint meslektaşım ise, “büyük çaplı ve organize bir terör eylemine” hedef olan sanki kendi şehri, kendi insanları değilmişçesine rahattı.
Belki de gerginliğimin nedeni, çocukluğumdan beri İstanbul’da, yani kendi şehrimde birçok terör eylemi yaşamam, hatta bazılarına bizzat tanıklık etmiş olmamdı.
Gerçi, İngiliz gazetesi Telegraph’ın yayınladığı son listeye göre (http://tinyurl.com/6d7283) İstanbul dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri değil. Hatta listede Türkiye’den veya –Irak hariç- komşularından hiçbir şehir de yok.
Ama Hindistan ve Mumbai, artık o listede.
* * *
Muhtemelen ‘Hindu kaderciliği’nden kaynaklanan anlaşılması güç sukunetini gece boyunca koruyan meslektaşım, bir ekonomi muhabiri. Bu yüzden ondan dünya siyasetine dair çarpıcı yorumlar, şaşırtıcı çıkarımlar beklemiyordum. Yine de “Raj,” dedim, “Sence kim var bunun arkasında?”
Gözlerini yuvarlayarak “Teröristler,” diye cevap verdi. Israrlı sorularıma rağmen, olayın sadece “bir grup fanatiğin işi” olduğunu saatler boyunca tekrarlayıp durdu ve sadece, tek tek saldırganlara ve “bireylerin yaptığı kötülüğe” lanet etti.
Aylarca eğitim gördükten sonra yedi ayrı mekanı birden basan ağır silahlı 10 militanın gerçekleştirdiği böylesine “kapsamlı bir saldırı” için onbinlerce, belki de yüzbinlerce dolar gerektiğini; dolayısıyla herşeyin arkasında “derin bir çıkar çatışmasının”, bazı uluslararası örgütlerin, istihbarat birimlerinin, hatta devletlerin bile olabileceğini söyledim.
Raj ise bunlara gülüp geçiyordu. Herşey isimsiz teröristlerin, bir grup bağlantısız fanatiğin işiydi işte. Pakistanlı da olabilirdi bunlar, ama bu bile önemsizdi. Yaptıkları kötülük, “bireysel tercihlerindeki sapkınlığın” bir sonucuydu, o kadar.
O anda anladım: Sanırım Türk milleti olarak, “komplo teorisyenliğine” yatkın kafamız, aslında gayet “Batılı” bir kafadır. 11 Eylül’den Kursk Faciası’na, Rabin suikastından Pearl Harbor baskınına kadar tüm tartışmalı olaylarda en “çetrefilli” komplo teorileri, hep Batı’da üretildi.
Oysa Hindistan’dan Çin’e dek bütün bir “Doğu”, terör saldırıları veya büyük depremler gibi “sarsıcı” toplumsal olayları, herşeyi bütün yönleriyle en basite, hatta mümkünse bireylere indirgeyen, tüm detayları soluklaştıran “hoyrat bir tevekkülle” karşılıyor. Hint meslektaşımın yuvarlanan gözlerinde, onun dininde “mokşa” denen bu tür bir “kendini salıverme” eğilimini gördüm.
Bazı psikologlar, “komplo teorilerine” inanabilen insanların, toplumun diğer bireylerine güvenmeye daha eğilimli, yani aslında “daha sosyal” kişiler olduğunu söylüyorlar. İnanmayı kesinlikle reddedenler ise, bir başka insana asla güven duymayan, “asosyal” kişiler.
* * *
Lobideki TV önünde geçen gece boyunca başka yabancı meslektaşlarımız da bize katıldı. Raj bir fincan kahve içiyormuşçasına rahat bir edayla tüm olayları çözmeyi sürdürürken; çoğu Batı ülkelerinden gelen bizler, uluslararası terörün çetrefilli koridorlarında netameli voltalar attık. Her kafadan bir ses çıkarken, gözümüzü de TV’den ayırmıyorduk.
BBC World, teröristlerden birinin (bugün Hürriyet’in Dünya sayfasında ifadesini okuduğunuz Kasab) fotoğrafını uzmanlara analiz ettirdi.
CNN ise, canlı yayın sırasında bir muhabirini reji odasına sokup “haberin arka planını” da anlatmaya dek vardırdı işi. 11 Eylül’den sonra dünya medyası için yeni bir “vitrin” fırsatıydı bu.
Peki Raj’ın bile, ülkesinde son dönemlerde yaşanan en kanlı saldırı olmasına rağmen gözucuyla baktığı bu olaya dünya medyasının gösterdiği bu muazzam ilgi niyeydi?
Kuşkusuz, kimliği ne olursa olsun bir kişinin bile can vermesi bir insanlık trajedisidir; ama dünya medyasının Mumbai’da böylesine seferber olmasına bakınca, bir parça da olsa “ikiyüzlülük” sezmiyor muyuz?
Mumbai eski bir “İngiliz kolonisi” olmasa, bu ülkedeki “Batı çıkarları” hâlâ hayati bir değer taşımasa ve en önemlisi, saldırının ilk dakikalarından itibaren asıl hedefin Hindistan’daki “Amerikalılar ve İngilizler” olduğu ortaya çıkmasa (üstelik sonunda en çok can kaybını verenler, yüzde 85 oranıyla yine zavallı “yerli” Hintliler oldu), yine de bu medya ilgisini görebilir miydik?
* * *
Nijerya’da geçen hafta yapılan seçimleri iktidardaki Hristiyanlar kazanınca, muhalefetteki Müslümanlar hile yapıldığı iddiasıyla sokaklara döküldü. Ülkenin merkezindeki Jos şehrinde iki gün içinde yüzlerce sivil, palalarla katledildi. Sadece tek bir camiye 300’e yakın ceset yığıldı, camiler ve kiliseler yakıldı, morglarda yer kalmadı.
2010’da “Avrupa Kültür Başkenti” olacak İstanbul’un “hala Türkiye’nin başkenti olup olmadığını” bana soran Raj, dünya medyasında Nijerya ile ilgili herhangi bir habere muhtemelen rastlayamadı Nitekim bu haber uluslararası basında ya hiç kullanılmamış veya Raj’ın yuvarladığı gözlerinden kaçacak kadar küçük bir yer bulabilmişti.
Sonuçta, Mumbai’da da, Nijerya’da da yüzlerce insan geçen hafta içinde boş yere öldü.
Kimileri ancak ölümlerinin ardından meşhur oldu, kimileri onu bile bulamadı.
Medya ise, anlamsız bir “kendini tatmin ritüelini” sürdürdü. Canlı yayınlarla, arkaplan bilgileriyle, uzman görüşleriyle, grafiklerle, hologramlarla...
* * *
Science Dergisi’nde eylül ayında yayınlanan bir makalede, karıncalar üzerinde yapılan ilginç bir gözlemin sonuçları aktarıldı.
Buna göre, Brezilya’da yaşayan bir karınca türü olan ‘forelius pusillus’lar, her gün batımında, kolonilerini gece saldırılarından korumak amacıyla yuvalarının girişini kumla kapatıyorlar.
Girişlerin tam olarak kapatılabilmesi için bazı karıncaların yuvanın dışında kalması gerekiyor. Dışarıda kalan karıncalar, ölüme razı olmuş oluyor.
Bazı hayvanların, ani saldırılar karşısında türdeşlerini korumak amacıyla kendilerini feda edebildiği daha önce biliniyordu. Fakat son gözlem, karıncaların gerektiğinde uzun vadeli bir “savunma stratejisi” için de kendilerini feda ettiğini ilk kez kanıtladı.
Toplumlarını korumak için intihar eden karıncalar var.
Bir de, onları gözlemleyip ders çıkaran insanlar...